Annemle gelen son eşyalara bakıyoruz, Levent’teki küçücük evimiz tıka basa mobilya, kitap kolileri, tuvaller, giysiler, çanak çömlek dolu. Nasıl yerleşecek bunca şey telaşında herkes. Tüm eşyaları getirmek beni hüzünlendirdi. İstanbul artık yazları ya da 15 gün tatilinde geldiğimiz anneanne evi değil. Tatil bitince Ankara’ya, arkadaşlarıma, mahalleme dönemeyeceğim. O sıralar Ankara’yı İstanbul’dan daha çok seviyorum ve anneannem kızdığında “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar” dizesini söylüyor. Behçet Kemal de eski ve çok süslü cümleler kuruyor on sekiz yaşıma göre.

Kitap kolilerinin birinin dibinde fotoğraflar buluyorum, çok eski. Ankara’daki ilk evimiz Kennedy Caddesindeki terasta folklor kıyafetimle poz vermişim, arkada eğri bürü çatılar, uzaklarda dağlar. Terası iki daire paylaşırdık, resme bakılırsa komşuyla aramızdaki duvar henüz yükseltilmemiş. Komşumuz Şiar Bey, eşi ve iki köpekleri yaşardı o teras katında. İncecik, sinirli, bıyıklı, esmer bir adamdı, köpekleri de onun gibi sinirli, hareketliydi. Apartmanda pek sevilmediğini, fısır fısır konuştuklarını hatırlıyorum komşuların.

“Onlar da her şeye karışmasınlar, aman dinleme o dedikodu meraklılarını” derdi annemin arkadaşı Doris Teyze. Eşi Türktü ve benim yaşlarımda iki kızı vardı. Deniz ve İpek.

“Soğukta kızları incecik giydiriyor, ayakkabılarını çıkarıp çimende koşuyorlar, hastalanacaklar bir de toz, çamur” diyordu alt katımızdaki çocuğu olmayan, çok titiz komşu.

Paltomu çıkarmayı göze alamasam da, onlarla çıplak ayak koşmama annem hiç ses çıkarmazdı, diğer hanımlarla günlere gitmez, Doris Teyze’yle beraber bahçede oturup sohbet eder, kitap okurdu, biz saklambaç, boom, tilki tilki saat kaç ve bir çok oyun oynarken.

Terasta oynamaya çıktığımızda hep o aksi komşu gelir zile basar, “Çocuklar gürültü yapıyor, Şiar Bey’in köpekleri yetmezmiş gibi bir de bunlar koşuşturuyor tepemde!” diye söylenirdi.

Zabıta bile çağırmıştı bir gün. Başka bir zaman da yukarı çıkarken İpek’le benim yolumu kesmişti. Öyle öfkeli bakıyordu ki korkup bahçeye kaçmıştık.

Bir yaz günü Doris Teyze, kızlar, annem, kardeşim terastaydık. Şiar Bey de kendi tarafından sohbete katılmıştı, o da annem gibi çok okurdu ve terasta sohbet etmeyi çok severlerdi, 7-8 yaşlarında olmalıyım, kızlarla oynamaktansa annemin yanında durmuş tanımadığım yazarların, bilmediğim kitaplarının sohbetinden büyülenmiş, bir şey anlamasam da dinliyorum. Köpek huzursuzlanıyor, Şiar Bey gezinti zamanları geldi deyip, tasmasını bağladığı yerden çıkarıyor, sonra ne oldu, nasıl oldu anlayamadan beyaz, iri köpek duvarı atlayıp, beni ısırıyor.

Bacağımda kocaman bir diş izi, kan da akıyor. İpek çığlık atıyor görünce, ben ağlamıyorum. Yan apartmandaki doktor komşu çağrılıyor hemen. Tentürdiyot sürüp canımı daha da yakınca doktor, ağlamaya başlıyorum. Niye ben? Köpek benden ne istedi? Bir şey yapmadım ki ben ona?

Hep köpeği izliyoruz, su içiriyoruz. Çocukların köpeklere yaklaşması yasaklanıyor. Apartmanda Şiar Bey ve köpeklere karşı fısıltılar artıyor, annemi, babamı hep bu fısıltıları durdurmak isterken görüyorum. Komşularını koruyorlar ama kader de aleyhte işliyor ya da alt kattaki titiz hanım sürekli bir yerlere şikayet dilekçeleri veriyor…

Bir sabah yanık kokusuyla kalkıyorum, annem ocakta kitap yakıyor. Ne olduğunu kimse bana söylemiyor ama babamla konuşmalarından polis, yasak, darbe gibi kelimeler duyuyorum.

“Polis evinde arama yapmış, gözaltına almışlar” diyor biri…

“Köpekleri de sabaha kadar ağladı” diyor bir başkası…

İki üç gün sonra Şiar Bey tekrar geliyor apartmana ama herkeste bir tedirginlik. Bir akşam okuldan döndüğümde terastaki duvar yükseltilmiş…

“Ne olur ne olmaz, devir kötü” diyor babam.

Işın Güner Tuzcular