Aşiyan’ın kapısından girince kuş cıvıltılarıyla birlikte muhteşem dizelerinle selamlıyorsun ziyaretçilerini.

“Ne içindesin zamanın, ne de büsbütün dışında” İki mısra ile ne güzel özetlemişsin her şeyi. Şiirinin devamı geliyor hatırıma, sanki senin sesinden dinler gibi “Rüzgârda uçan tüy bile, benim kadar hafif değil.” Zamanın ve mekanın ötesinde, soyut alemin derinliklerinde tüyden bile hafif olmak. İçim ürperiyor. Gökyüzüne bakıyorum görmek için seni, bulutlar süzülüyor rüzgârda, bir kelebek kanat çırpıyor, izin olmalı bir yerler de, nerdesin diye bağırıyorum sesim çıkmıyor, rüyada mıyım bilmiyorum…

Kucağında siyah kedi olan resmin canlanıyor bu kez gözümde, Narmanlı Han’ın bahçesinde olmalısın. Hani Beyoğlu’ndaki kokulu akasya ağaçları, mor salkımları ve kedili avlusuyla meşhur Narmanlı. Genellikle sanatçıların kaldığı kiralık, ucuz, küçük odaları olan. Yıllar geçtikçe sessizleşen, kimsesizleşen, zamana yenik düşen Narmanlı. Restorasyona ihtiyacı vardı elbette. 2014 yılında yeni sahipleri tarafından Mimar Sinan Genim’e teslim edildi. Eski küçük odaların yerine, yeni çağa uygun büyük odalar yaptık diyor. O yüzden senin odanı da muhafaza edememişler ama girişine tabelalar yerleştirip yanına heykelini koyacaklarmış. Çimenli avluyu da betonla kaplamışlar. Yani artık sadece rüyalarımız da görebileceğiz mor salkımların sallandığı, Huzur romanını yazarken önünde durduğun pencereni. Yoksa bu bir rüya ve uyanacak mıyız? 

Her yerde durum aynı aslında, tarihi doku yok ediliyor. Hiçe sayılıyor yaşanmışlıklar, hatıralar, izler, kokular siliniyor. Masalla gerçeğin iç içe geçtiği “Acıbadem’deki Köşk” öykündeki Sani Bey’in batılılaşmaya yönelik icat ve tadilatlarla ucubeye dönen köşk geliyor aklıma. Gerçekte var olduğunu sanmıyorum, o da büyük hülyalarından biri olmalı yine de bir şeylerden esinlenmiş olmalısın diye düşünüyorum.

Benim çocukluğumdaki Acıbadem’deki köşklerinin de çoğu yok artık. Beton binalar arasında sıkışıp kaldık ne yazık ki. Nefes almak bile zorlaştı.

1980’li yılların başında benim de öğrencisi olduğum Çamlıca Kız Lisesi’ne ait olan köşk neyse ki şanslı olanlardan.  Öykünde bahsettiğin köşk o olabilir mi diye biraz da şüpheleniyorum doğrusu. Bahriye Nazırı Ahmet Ratip Paşa tarafından 1904 yılında yaptırılmış. Uzaktan bakıldığında uçmaya hazırlanan bir kartalı andıran bu köşkün özellikle çinili banyosu tam bir sanat eseriymiş.  Sani Bey de eski bir Çarkçı Yüzbaşı ve köşkün en çok önem verdiği yeri, gusülhaneyi modernleştirmek için icatlar yapıp duruyor. Sadece bir rastlantı mı bilemiyorum. Bazen; çok içten hissedilerek kaleme alınan hikâyelerde yazılanların gerçekleştiğini düşünüyorum.  Mesela 1960’lı yıllarda Acıbadem’de “Ahmet Sani Gezici”  adında bir müteahhit vardı ve pek çok bina yaptı bu çevrede. Babam da çok yakından tanırdı kendisini. Acıbadem Caddesi’ndeki arsasını bağışladığından, kendi adının verildiği bir lise de vardı yakın zamana kadar. Sen 1901-1962 yıllarında yaşamışsın. O ise 1927-1994 yılların da. Öykün de 1904 -1911 yıllarından bahsediyorsun. Kısacası o daha doğmamış bile o zamanlar. Sani Bey elli yıl sonra sen yazdın diye yaşamış olabilir ve bizler de zamansız zamanlardan gelen başka öykülerin kahramanlarıyız belki.

Rüya ve hülyalar arasında ironilerle bezenmiş romanlar, eksik kalmış çocukluktan gelen korku dolu masallar, yaşayanlardan çok ölüler ve musikiyle zamansız bir zamanın içinde dolaşırken; dışarıdan yekpare görünsem de, iç dünyam da seninle parçalanıyorum.

Aynaların dökülmüş sırlarının arasından içine dalıp; Abdullah Efendi’nin Rüyalarındaki Abdullah Efendi, Huzur romanındaki Mümtaz, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Hayri İrdal oluyorum…

Büyük bir sanat, estetik, bilgi birikimiyle oluşturduğun eserlerinin 2000’li yıllarda kırktan fazla dile çevrileceğinin ve Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” dünyanın en büyük yayınevi Penguin tarafından basıldı diye manşetlerin atılacağının belki de hayalini bile kurmamışsındır.

Merak ediyorum; Gerçekten hepimiz kendi rüyalarımız, masallarımız kadar mıyız? Ya da Hayri İrdal’ın deyimiyle “hepimiz kendi masallarımızın mı kurbanlarıyız?”

Saygı ve sevgilerimle…

Güler Pişkin