İstanbul Modern’de Yıldız Moran’ın “Bir Dağ Masalı” fotoğraf sergisini gezerken, sanatçının Türkiye’nin ilk akademik eğitim alan kadın fotoğrafçısı olduğunu öğreniyorum. Sergideki açıklamalarda Yıldız Moran’ın 1940’ın sonunda İngiltere’de fotoğraf eğitimi aldığı, ilk sergisini yine bu ülkede açtığı belirtiliyor. Doğulu bakış açısı ile büyük sükse yapmış ve sergilediği 25 fotoğrafının hepsi satılmış. 1954 yılına kadar Londra‘da beş sergi daha açtıktan sonra İstanbul’a geri dönüp, fotoğraf alanında sanatsal faaliyetlerine devam etmiş.

Yaşasaydı bugün 86 yaşında olacak olan fotoğrafçının sergilenen 86 fotoğrafı belge niteliği taşıyor. 1950’lerin Türkiye’sinde ayna tutuyor. Sergiyi gezerken duyarlı, sezgileriyle hareket eden kadını da hissettim o karelerde. Siyah beyaz görüntüler ayrıca çok ta lirik bence. Yıldız Moran fotoğrafın şiirsel ve estetik olmasını hep savunmuştur. Kendi cümleleriyle;
“Şair hangi vezinle, hangi kalıpla şiir yazmayı seçip, içeriği dolduracaksa, fotoğrafçı da kendine en uygun fotoğraf makinesini bulmakla yükümlüdür. Her iki dalda da sonuçta şiirsellik, estetik yoksa başarısızdır.”
Anadolu’nun birçok yerini gezmiş, siyah beyaz karelerinde Kapadokya, HasanKeyf, ücra köyler, Dil İskelesinde tren bekleyenler, çamurlu sokaklarında yalınayak çocukların dolaştığı yoksul kasabalar, harabeler, eşekler, buğday döven köylüler var. Bir Anadolu kasabasında kırık dökük bir kamyonette sinema afişleri, -şehre yeni gelen bir film olsa gerek- çok ilgimi çekti. O kadar canlı ki içine girip, kamyonu takip edip, filme bir bilet alabileceğimi hayal ettirdi bana. Hareket duygusu ve doku karelerinin ana öğeleri. Elbiseler, harabe duvarlarındaki bir detay, hayvanların gözleri… Hikâyesi olan kareler hepsi. Ayrıca dönemin sanatçılarının İstanbul’da portrelerini çekmiş Yıldız Moran. Özellikle Füreyya, Özdemir Asaf, Haldun Taner karelerini etkileyici buldum.
1955’te İstanbul ve Ankara’da, 1956’da İstanbul’da, 1957’de İstanbul’da, 1962’de Edinburgh’da, 1970’te İstanbul’da ses getiren sergiler açmış.
Serginin Küratörü Merih Akoğul, Yıldız Moran’ın Türkiye fotoğraf sanatı için önemini alttaki sözlerle tanımlıyor:
“Yıldız Moran, Cumhuriyet Dönemi Türkiye fotoğraf sanatında, yapıtlarıyla hepimizi etkileyen görkemli bir dağ gibidir. Yüceliğini anlamak, değerini kavramak için onun hayatına ve yapıtlarına uzun uzun ve dikkatlice bakmak gerekir. Moran’ın fotoğraflarında yansıttığı atmosfer, adeta sihirli bir dağ masalından kopup gelmiştir.”
Maya Galerisinin üst katında fotoğraf stüdyosunda tutkuyla neredeyse 24 saatini fotoğrafa adayarak çalışmasına rağmen fotoğraf sanatçısı olarak geçimini sağlayamamış. Türkiye’deki sergilerde fotoğraflar çok beğenilse de alıcı çıkmamış. Yıldız Moran 12 sene direnmiş sevdiği işi yapmakta. Fotoğraf hakkında görüşlerini bir amatör fotoğrafçı olarak çok sevdim. Şöyle diyor;
“Fotoğraf makinesi o denli varlığınızın bir parçası olmalıdır ki; konu ile aranızda bir engel oluşturmasın. Şiirselliği olan her şey sanat fotoğrafının konusudur, fotoğraf aracılığıyla evrensel olan ve işlenen konunun kavramını içeren fotoğrafı çekmek tek amacımdı.”
Para kazanabilmek için fotoğraflarını kartpostal olarak bastırmayı düşünmüş, 1962 yılında yılbaşı kartlarını bastırmak için gittiği matbaada Özdemir Asaf ile tanışıp, evlenip, 3 çocuk doğurmuş. Fotoğrafı bırakmış, sözlük hazırlayıp, çeviriler yapsa da daha çok Özdemir Asaf’ın eşi olarak anılmaya başlamış.
23 Nisan 1983 tarihli Ses dergisine verdiği röportajda fotoğrafı bırakmasını söyle anlatıyor;
Eğitimini görüp, uzun yıllarınızı verdiğiniz fotoğrafçılığı nasıl bıraktınız?
Birden 24 saatimi bu konuya mı vereceğim, yoksa daha önemli konular var mı benim için diye düşündüm. Daha önemli şeyler olduğuna karar verdim ve 12 yıl sonra bıraktım bu işi.
Daha önemli olan şeyler neydi?
Evliliğim ve çocuklar. Özdemir Asaf gibi bir baba bulmuşsa bir insan başka ne yapabilir. Dört yıl içinde üç çocuk sahibi oldum ve artık tüm 24 saatlerimi çocuklarıma adadım.”
Tutkuyla sevdiği fotoğrafı eşi ve üç üç çocuğu için bırakması üzüyor beni. Uzun Anadolu gezileri, stüdyo, karanlık odada geçirilen saatler, evli ve çocuklu bir kadın için fazla diye düşünmüş olabilir. Bir de fotoğraflarının satmaması hayal kırıklığına neden olmuştur. Sebepler mantıklı olabilir ama seçimine yine de hak veremiyorum.
Niçin hep kadın bırakmak zorunda, kadın kendini ailesine ve çocuklarına adamak gibi bir seçenek ile neden karşılaşıyor?
Oğullarından Gün Arun 2013 yılında Pera Müzesinde Yıldız Moran’ın Zamansız Fotoğraflar sergisinin açılışında annesinin seçimini söyle yorumluyor;
“Annem için fotoğrafı bıraktı deseler de o fotoğrafı bırakmadı. Belki fotoğraf çekmedi ama bizi fotoğrafla büyüttü. O bir yaşam biçimiydi. Üç oğlu peşpeşe doğmuştu en küçük çocuk da her zaman babam Özdemir Asaf’tı. Devam etmesi zordu.”
Kadın olmak, Kariyer sahibi kadın olmak, Sanatçı kadın olmak ne zor.
Türkiye’nin ilk kadın fotoğrafçısını merak ediyorum birden. Yaptığım araştırmada 1911 doğumlu Maryam Şahinyan’ın ilk kadın fotoğrafçımız olduğunu öğreniyorum.
Sivas’ta görkemli Şahinyan Konağı’nda (Camlı Köşk) doğmuş Maryam. Dedesi Agop Şahinyan Paşa 1887’de kurulan Meclis-i Mebusan’da Sivas milletvekili. Ancak 1915 Ermeni Tehcirinde herşeylerini Sivas’ta bırakıp İstanbul’a sığınmışlar. Harbiye’de mütevazi bir evde yaşayan Maryam maddi zorluklar nedeniyle eğitim gördüğü Sainte-Pulchérie Lisesini bırakmak zorunda kalmış. Fotoğrafçı babasının stüdyosunda çalışmaya başlamış ve daha sonra tek başına stüdyoyu işletip, ailesine de bakmış. 1985 yılına kadar Galatasaray’daki stüdyosunda fotoğrafçılık yapan Şahinyan meslek hayatı boyunca 200 bin imajlık arşiviyle Cumhuriyet Tarihinin görsel izdüşümünü çıkarmış. Maryam Şahinyan araştırmacısı Tayfun Serttaş’ın editörlüğünde hazırlanan Foto Galatasaray (Aras Yayıncılık, 2016) adlı kitapta ise İstanbul’un yakın dönem klasik fotoğraf stüdyolarından bugüne ulaşabilmiş Foto Galatasaray arşivinden seçilen bine yakın fotoğraf yer alıyor.
Evli olduğuna dair bir yazı yok sanırım evlenmedi. Evlense o da bırakır mıydı fotoğrafı acaba? Bu soru da aklımın bir köşesinde cevapsız duruyor.
Maryam Şahinyan I. Dünya Savaşı’ndan kalma körüklü kamerasından Katolik din görevlileri, Ermeni rahibeler, bar mitsva’ya giren Musevi çocuklar, hatıra fotoğrafı çektiren Rum kızlar, Bolşevik Devrimi’nden kaçıp İstanbul’a sığınan Ruslar, opera sanatçıları, müzisyenler, göçlerle İstanbul’u mesken tutan taşralıları çekmiş. Hepsinin hikâyesi var, Maryam’ı hissediyorum tüm kareler de, o hikâyeyi bulup çıkartmış.
İki fotoğraf sanatçısı öncü kadın. Kadın duyarlılıkları ile hem yaşadıkları dönemi belgelemiş hem de insan hikâyeleri anlatmışlar bize, anlatmaya da devam ediyorlar.
Işın Güner Tuzcular