Çekçek bavulumu sürükleye sürükleye, kan ter içinde havaalanında kontuara koşturmaya çalışıyorum, Meloş da hiç hayatından memnun değil. Her yaz Bodrum’a gidişlerde huzursuzlanır ama bu yaz bir de evi açmak için sadece ikimiz yolculuk ettiğimiz için ayrı bir huysuz. Surat asıyor, dik dik bakıyor bana… Tökezliyorum o sırada. Ben, Meloş, bavul… Hepimiz düşmek üzereyken bir kol uzanıyor, beni tutuyor, başka bir kol da Melahat’ı alıyor kucağımdan.

Meloş genelde yabancıları sevmez ama sesini çıkarmıyor bu yabancıya.

Uzun boylu, yapılı bir adam, hafif kambur duruyor. Bu sıcakta uzun kollu gömlek ve siyah jilet gibi ütülü keten pantolon giymiş. Başımı kaldırıp yüzüne bakıyorum. Çok temiz, kibar biraz da çekingen bir ifadesi var. Kısa saçları, gözlükleri, sinekkaydı traşı ile askeri okul öğrencilerini andırıyor.

“Teşekkür ederim genç adam, Hızır gibi yetiştin valla,” diyorum, bavulumu tekrar tekerlekleri üzerinde doğrultup. Gülümsüyor. Sonra taşıma çantasında patilerini yalayan Meloş’a bakıyor.

– Ne güzel bir kedi, Siyam galiba.

– Evet Siyam.

– Adı ne?

– Melahat ama kısaca Meloş diyoruz.

Adını duyan Meloş yalanmayı bırakıp, mır mır bir şeyler anlatmaya başlıyor.

O sırada iki kere hapşırıyor genç adam.

– Kedi alerjiniz mi var? Alayım Meloş’u kucağınızdan.

– Yok, alerjik değilim de grip oldum yine.

– Bu sene de bu grip hiç geçmedi. Herkes sürekli grip.

– Havalar işte…

Nazikçe Meloş’u bana veriyor, vedalaşıp, kontuarıma doğru yürüyorum. Uçağımızın rötar yapacağı anons ediliyor. Canım sıkılıyor, huysuzlanan Meloş’u gezdiriyorum biraz, sonra bizim gate’in orada oturuyoruz. Genç adam da bir kanepede oturmuş başını da duvara dayamış, uyukluyor hatta biraz horluyor.

Kitap okurken Meloş’un hareketlendiğini hissediyorum, mır mır konuşmaya başlıyor yine, bakıyorum genç adam uyanmış.

Gidip iki kahve alıyor, birini bana almış, ne kibar çocuk. Ben de ona sandviç veriyorum. İştahla yiyor. Kahvesini içiyor, gazeteci olduğunu, Bodrum’a yatıyla gelen Google’ın kurucularından Sergey Brin ile röportaj yapacağını söylüyor. Birden doğruluyor, etrafı dinliyor sanki hareketleniyor.

“Görevlilere sorayım ne zaman kalkacağız,” deyip, telaşla yürüyor.

Niye telaş yaptığını merak ediyorum, sallanıyor muyuz ne derken, şiddetli bir deprem başlıyor! Meloş’u kavrayıp, koltukların yanında büzüşüyorum, bir çatırdama duyuyorum. Çığlıklar, koşuşturmalar… Cam tavandan büyük bir parça üzerimize düşerken aniden camlar kayboluyor.

Süpermen ileride durmuş, gözlerinden çıkan kırmızı ışınlarla camları eritiyor. O sırada hapşırmasın mı…

Işın Güner Tuzcular