Güneşin dünyaya sırtını çevirdiği saatlerdi. Işıklarını eğip geçtiği bu mevsimde ağaçların yanmış, sararmış yapraklarının bir kısmının gücü tükenmiş, dallarına tutunamaz olmuştu.

Deniz kenarındaki ince kumlar yıkandıkça kan kırmızısı parlıyor; büyük küçük, renk renk çakıl taşları bilinmeyen bir ninninin ritmine ayak uyduruyordu.

Beyaz uzun elbisesiyle ansızın çıkagelen siyah saçlı genç kadın, sandaletlerinin bilekteki bağlarını çözerek çıkarıp, denizle karanın birleştiği çizgide denize doğru oturuverdi.

İnce ve uzun parmaklarıyla kum taneleri üzerine “YALNIZLIK” diye başlık koyarak hayatını yazmaya başladı. Kum tanelerinin içine soktuğu parmaklarıyla anılarının arasına girdi, avuçladıklarını parmaklarının arasından akıttı. Hayatını karıştırdı alt üst etti. Yıkılan ümitlerini arar gibi ıslak kumları topladı, ufak bir tepe yapıp, yıktı. Ellerine yapışan ıslak kumlarda kalbinde ve beyninde kalan hatıraların izlerine baktı uzun uzun. Ümitle aralarında mutluluk aradı. İşaret ederek “yok, yok işte” diye mırıldandı.

Veda eden güneşin ufuktaki izi de silinince başını kaldırdı. Akşam yıldızı ile göz göze geldiler. O’na her zaman “üzülme karanlık gecelerin bir sabahı vardır” derdi. Bu defa kandıramayacağını anladı. Sustu, sonra diğerleriyle karşılaştı gözleri. Onlar “akıttığın gözyaşlarına şahidiz” dediler.

Yavaşça kalktı, denizde bilekleri, dizleri ve bacakları ıslanıncaya kadar yürüdü. Döndü bomboş sahile baktı. Ne gelen, ne de arayan vardı. En eski anısı sokakta bırakıp gidenin arkasından yalnız başına ağlamasıydı. Büyütüldü, okutuldu ama yalnızdı kendisini “ben meydandaki süs havuzunda tek başına yaşayan nilüferim” diye tanımlıyordu. Sıcak bir yuvada ailesi, anılarında kalan bir dostu yoktu. Yıllar içinde yalnızlığından başka arkadaşı olmamıştı, ne zaman paylaşmayı düşünse sırtını dönüp gidenlerden sonra kırılan hayalleriyle kalmıştı. En sonunda “yalnızlığım bitecek mutlu olacağım” diye güvenip bağlandığı adam, çizdiği aydınlık gelecek tablosunu karartarak terk edip gitti. Tekrar yalnızdı, bu defa yalnızlığı ruhunu yaktığı için bedeni yaşamaya isyan ediyordu.

Sonsuzluğa kadar uzandığını düşündüğü önündeki denizde kendisini bir kum tanesi kadar ufak, çaresiz ve yalnız gördü.

Sular belini geçince rahat bir yatağa uzanıp yatmak, huzur bulmak isteğiyle girdaba teslim oldu. Bir dalga gelip onu aldı ileri bıraktı, öteki daha ileri, daha ileri… Karanlıklar içinde bedenini saran suların kollarındaydı. Çok huzurluydu, dönmek için hiç bir hareket yapmadı. Hayatın akışının tersine kapılmış gidiyordu.

Sahilde bıraktığı bilekten bağlı sandaletleri ıslanınca kumlara biraz gömüldü, bir yer açtı kendine. Etrafını ve içini dolduran kum taneleri, çakıllar, deniz kabukları onu yalnız bırakmadılar.

Nebahat Alptekin