İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli, İyi bir şiir okumalı, güzel bir tablo görmeli ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemeli.
Goethe
Korona günlerinde evden fazla çıkmadan günlük yaşamımızı devam ettirirken, daha çok sanal dünyaya kaymaya başladık. Pazartesileri skype ile Neyya Atölye toplantılarımıza katılıyorum, youtube ya da instagramdan canlı seminerleri, tiyatroları izlemeye başladım. Ama en çok Harvard Üniversitesi’nin ücretsiz online edebiyat kursuna yazılmış olduğuma memnunun bu yasaklı baharımda. İstediğim zaman istediğim kadar video seyrederek sanal eğitimime devam ediyorum. Dünya Edebiyat Tarihi’nin Şaheserleri adlı kursta ilk eser olan Gılgamış’a başlamadan önce Goethe hakkında bir bilgilendirme semineri yapıldı. Bunun nedeni Goethe’nin Dünya Edebiyatı (Weltliteratur) kavramını ilk ortaya atan ve buna kafa yoran düşünür olması.

Goethe denince aklıma hemen Faust geliyor, operasını, filmini seyretmiştim, Genç Werther’in acıları da kitaplıkta duruyor, okuyacaklar listemde ama daha henüz sıra gelemedi. Kursun kapsamında Goethe hakkında videoları seyrederken niçin bu kadar önemli bir sanatçı hakkında ayrıntılı bilgim yok diye kendi kendime çok sordum. Belki yabancı dilimin İngilizce olması, İngiliz ve Amerikan Edebiyatı’nı anadilinden okuma olanağım olduğundan bu iki ülke edebiyatına ağırlık vermemden bu yoksunluğum. Almanca bilseydim kuşkusuz Goethe hakkında daha çok bilgiye sahip olurdum.

Johann Wolfgang von Goethe varlıklı, aydın bir ailenin çocuğu, çok zengin kütüphanesi olan, duvarda eşsiz tabloların olduğu bir evde, Aydınlanma Çağı düşünceleri ile yetişmiş, Fransızca, Latince, Eski Yunanca öğrenmiş. 18 yaşında hukuk öğrenimi için Leipzig’e gitmiş. İkinci Dünya Savaşı’na kadar çok önemli bir ticaret, sanat ve üniversite kenti Leipzig’i ben 1999 yılında ziyaret etmiştim, duvar yıkılmış, iki Almanya birleşmişti. Doğuda kalmış Leipzig 1980’li yılların sonlarında komünist rejimlerin Orta ve Doğu Avrupa’da yıkılmalarında önemli rol oynamıştı. Bu olaylara yol açan ilk hareket Leipzig’de tarihi St. Nicolas Kilisesi’ndeki bir barış ayininden sonra ortaya çıkmıştı. Benim ziyaret ettiğim dönemde eski binalar yeniden restore ediliyor, heyecanla geçmişteki işlevine dönmeye çalışıyordu kent. Opera binası, üniversitesi ve diğer taş binaları, ara sokakta aniden karşıma çıkan antikacıları, sanat merkezleri ile farklı bir kentti. Goethe’nin bu kentte dönemin ünlü sanatçıları, edebiyatçıları ve arkeologlarıyla bir araya gelme fırsatı bulmuş olması ve iç dünyasını, kültürünü daha da zenginleştirmesini anlayabiliyorum.
Çok yönlü bir kişi Goethe. Şiir, drama, hikâye, otobiyografi, estetik, sanat ve edebiyat teorisi, ayrıca doğa bilimleri olmak üzere geride 140 eser bırakmış. Edebiyat dışında onu dünya tarihinde farklı kılan bir özelliği de renk üstüne yaptığı çalışmaları. Kırk yıl üzerine çalışıp 1810 yılında yayınladığı Farbenlehre adlı eseriyle Newton’un renk teorisine karşı çıkıp kendi renk teorisini geliştirmiştir. “Göz ışık tarafından oluşturulmuştur ve içsel ışık, dış ışığı karşılamak üzere ortaya çıkar”, savını savunmuş. Onun bu çalışması daha sonra Ludwig Wittgenstein’ı etkilemiştir. Temel renk tartışmaları, bütün çağlarda olduğu gibi, 18. yüzyılda yaygın şekilde dillendiriliyordu. Newton’ın 7 rengine karşı Goethe özellikle 3 temel renk var: sarı, mavi, kırmızı diyordu ve ona göre diğer tüm renkler bu renklerin dereceleriydi.
Goethe’nin döneminde Alman edebiyatı çevresine bir çığ gibi düşen yenilik hareketi olan “Fırtına ve Çoşku” (Sturm und Drang) akımı kendi özünde doğa insanını ve gençliği sembolize ederek, yoğun bir idealizmden kaynaklanıyor, kalp bütünlüğü ve duyguların özgürleşmesi, sezgi ve içgüdü, akıl yerine duyguyu savunuyor. ‘Fırtına ve Coşku’ döneminin en önemli öncüsü ve temsilcisi olan Goethe felsefi temellerini ve kaynaklarını başta Spinoza, Leibniz, Lessing ve Herder’de bulmuştur. 1774 yılında ‘Genç Werther’in Acıları’ adlı eseri ile bütün Avrupa’da büyük ün kazanmıştır.
1790 yılından itibaren ise, Friedrich Schiller ile birlikte ortak ve dönüşümlü bir şekilde, içerik ve biçim olarak, Antik kültür üzerinde yoğunlaşarak, Romantizm, Klasisizm ve Aydınlanma düşüncelerini sentezleyerek Weimar Klasik dönemini kurmuş ve en önemli temsilcisi olmuştur.
Harvard dersleri Goethe’nin 1775’te Weirman Dükü tarafından çağrılması ile Weimar’a başladı. Bu prensliğe katkıları anlatıldı. Videolarda sadece eserleri değil, özel hayatından da önemli bölümler anlatılıyor. Dükün onaylamadığı bir kadınla evlenip, ücra bir yerde bahçe içinde eve yerleşmesi ilginçti. Çok ciddi, biraz aksi, yaşlı bir adam gözümün önüne gelirdi Goethe’den söz edildiğinde, onun aşkı, o evde çalışması, evden çekilmiş videolar sanatçı ilgili kafamdaki şablonu yerle bir etti.
Roma Ağıtları şiir kitabında
Tek başına bir dünyasın gerçi, ey Roma: ama ne var ki aşksız
Ne dünya, bu dünya olurdu. Ne de Roma, bu Roma.
Dizelerini yazan sanatçının aniden İtalya’ya gidişi ve İtalya’daki yolculuğu da gittiği yerlerde çekilen videolarla anlatıldı. Goethe o sıralarda Weimar’da siyasetçi, yönetici, bilim adamı, sanatçı, şehri dükle yönetiyor ve çok meşgul ama her şeyi bırakıp seyahate çıkıyor. İtalya, onun için bir kaçış ve yeniden doğuş yeri. Duygusal ve sanatsal geçmişinden koparak kendini yenilemeye kararlı olan sanatçı İtalya’da Eski Yunan ve Roma sanatını yakından tanıma olanağı bulup, yeni eserler yaratmış. İtalya kitabını en kısa zamanda okumak istediği uyandırdı bu videolar bende.
Derken 1823 yılında Eckermann çıktı sahneye, artık yaşlanmış Goethe ile görüşebilmek için iki haftada yürüyerek Weimar’a ulaşan hukuk öğrencisi, genç şair. Goethe onu çok iyi karşılayıp, mektubunu aldığını, yazılarını okuduğunu ve beğendiğini söyleyerek, Weimar’a yerleşmesini sağlamış. Yaşlanmış Goethe’nin en sadık öğrencisi, sekreteriydi Eckarmann. Goethe’nin kırk cildi bulan toplu yapıtlarının yayınlanması da onun asistanlığı sayesinde gerçekleşti. Goethe ile her konuşmasını not alan Eckermann bu notları Goethe ile Konuşmalar adı altında üç ciltlik bir eser olarak bastırmıştır. Bu eser nedeniyle. Eckermann ilk Goethe filoloğu sayılıyor. Goethe hakkında bu kadar çok şey bilmemizi onun tutkusuna borçluyuz.
Eckerman’a borçlu olduğumuz bir şey daha var. O da Dünya Edebiyatı (weltliteratur) kavramı. Batı ve Doğu edebiyatlarından örnekler alıp onları değerlendirmesinin yanı sıra İran’lı şair Şirazlı Hafız’a hayranlığı nedeniyle bir Divan yazması ile de bilinen Goethe, Eckarmann’ın notlarına göre 21 Ocak 1827’de bir Çin romanı okuduğunu söyleyince Eckerman dudak bükerek Çin edebiyatı mı var demiş. Bu yorumu Goethe’yi sinirlendirmiş, onu tüm Almanca’ya çevrilen Çin romanları hakkında bir rapor yazmakla görevlendirmiş. Çok kalın Çin romanları henüz Almanca ’ya çevrilmediği için Eckermann şanslıydı ve daha çok macera, aşk romanları olan Çinceden çeviri romanları çabuk okumuştu. Goethe ile konuşurlar, tartışırlar. Makaleler, şiirler, yazılar çıkar bu konuşmalardan.
Goethe Alman romantiklerinin protagonistin ruh halini anlatmak için hep ay, dağlar metaforlarını kurduklarını, Çin romanında da bunu gözlemlediğini ve iki ulusun sanat eserlerine bakıldığında paralellik olduğunu yazmaktadır. İngilizceye çevrilen bazı Çin şiirlerini de Almanca’ya çevirip yayınlamıştır.
Yaşlı halini yorgun bir Çinli Mandarin’e de benzeterek de şiir yazar.
Söyle bana, kurallarımızla ve hizmetlerimizden yorgun
devrimiz geçerken biz Mandarinlere ne kalacak ?
Baharın bu günlerinden ne kalacak
Kuzeyi reddetmekten, yeşillikler arasında su kenarında
Kadeh kadeh içmekten ve dize dize yazmaktan başka
Goethe okumaya devam ediyorum, Gılgamış derslerine başladım, o da çok ilginç özellikle tabletlerin bulunması ve okunma çabaları, iki video seyrettim ama aklımın bir parçası hâlâ Goethe’de. Tüm kurs boyunca da Goethe ile konuşmaya, onu okumaya devam edeceğim sanırım, ne de olsa Dünya Edebiyatı kavramını ortaya atan edebiyatçı Goethe.
“Bir kütüphane karşısında insan kendini büyük bir sermayenin yanındaymış gibi hissediyor, sessiz sedasız hesapsız faiz getiren bir hazine.” diyen adam.
Bu yazıya başladığımda hiç eserini okumamıştım, geçen hafta Gönül Bağları’nı okudum, evlilik, ilişkiler, kişilikler, bireysel hedefler ve toplumsal amaçların sorgulandığı bu kitabı çok etkileyici buldum. bu hafta en sonunda, yıllarca kütüphanede duran Genç Werther’in Acıları ‘nı okuyacağım, sonra Faust. Goethe hakkında yazmaya da devam edeceğim sanırım.
Işın Güner Tuzcular
Ellerine sağlık…En can alıcı alıntı bence …”Bir kütüphane karşısında insan kendini büyük bir sermayenin yanındaymış gibi hissediyor, sessiz sedasız hesapsız faiz getiren bir hazine.” cümlesiydi…
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekküler. Evet o alıntı gerçekten beni de etkiledi. Sevgiler
BeğenBeğen
Isın, hem Nukhey hn.’ın yazılarını sımdı de senın bu alnlatımını cok sevdim. Boylece her zaman ve daima yanımızda yasıyorlar.
BeğenLiked by 1 kişi
çok teşekkürler Ülkü’cüğüm beğenmene sevindim
BeğenBeğen