Zor açtın gözlerini, bulanık görüyorsun her şeyi, beyaz duvarlar, küçük bir televizyon, bir sandalye görüş alanında. Hastane odasında olduğunu hatırladığın anda çok ağrın olduğu da dank ediyor kafana ve çöllerde günlerce sürünmüşçesine susuz bedenin.
Maskeli, siperlikli, beyaz tulumlu hemşire odaya giriyor, mekanik bir şekilde kan alıyor, serumla beslenmeye devam edeceksiniz diyor. Su istedin biraz. Bir yudum dedin. İçemezsiniz dedi hemşire, henüz içemezsiniz. Doktor pansumanı yapsın belki. Maskenizi hiç çıkarmayın diye uyardı kapıdan çıkmadan önce.
Hastaneye ilk yattığın gün daha ölümler yeni başlamıştı, yasaklar yoktu. Hemşirelerde değil beyaz tulum, maske bile yoktu.
Bir başınasın odada. Atmış beş yaşın üstünde diye halanın kızının refakatçi olmasını kabul etmemişler. Çok sonra öğrendin bunu oysa beraber girmiştiniz hastaneye, elinden tutmuştu senin, “Her şey iyi olacak demişti,” inanmıştın, çocukken olduğu gibi. Kalbin ferahlamıştı. Onu ve iyimserliğini özlüyorsun.
Kızın arada akşamları uğruyor ama o da çalıştığından iş yerinden izin alamıyor, seninle uzun süre kalamıyor. Madem virüs var, her yerde tehlike var, bir mimarlık bürosu niye açık anlayamıyorsun. İnşaatlar da sürekli devam ediyor, biraz gözünü kırpmak istediğinde, unutmak ve uyumak istediğinde penceresiz hastane odasına bile sızan o çekiç sesleri, beton kamyonlarının hantal gürültüleri beynini oyuyor, gözlerin fal taşı gibi açılıyor, uyuyamıyorsun.
Beyaz tulumlu, gözlüklü çok yorgun bakışlı genç bir doktor pansumanını yapıyor, yarın belki su veririz size diyor, gidiyor. Bembeyaz küçük odada vakit geçmiyor. Televizyon başını ağrıtıyor, gözünü kapattığında beton makinesinin sesi uyutmuyor.
Gözyaşları süzülüyor yanaklarına, kaskatı bedeninden sular çıkmasına şaşırıyorsun. Elinle alıp diline götürmek istiyorsun, dilin nerede?
Ameliyattan sonra yoğun bakımda gözlerini açtığında beyaz tulumlu maskeli adamı görünce korkmuştun. Doktorunmuş. Üç gün uyumuşsun ve dünya değişmiş. Sanki mağarada uyanıp, dışarı çıkan Yemliha gibisin, her şey değişmiş. Pandemi ilan edilmiş. Sen uyumuşsun. İnsanlar ölmüş sen uyumuşsun. Dilin niye yok da gözlerin var hala?
Dört santimdi ur dediğini hatırlıyorsun doktorun. Aldık. Dilinin bir kısmı yok. Uzun süre hissetmeyeceksin onu.
Neden gözlerin değil de dilin? Konuşman gerekirken sustuğundan mıdır bu hallerin? Sorsan, dinlesen, konuşsan, çığlık atsan, bağırsan, küfretsen değişirdi belki yazgılar.
Gencecik, narin bir hemşire geliyor, yorgun, ürkek bakışlı. Sessizce serumunu değiştirip, acele adımlarla odadan çıkıyor. Gençliğin düştü aklına.
Susardın o zamanda, hiç aklından geçenleri söyleyemezdin, benim fikrim bu… Ama şöyle olmalı, ben böyle istiyorum hiç diyemedin babana, öğretmenlerine, arkadaşlarına, kocana….
Liseyi bitirdin, mühendis olmak istiyordun, iki yıllık büro yönetimi okudun. Kız kısmı mühendis olup ne yapacak demişlerdi, itiraz edememiştin. Yurtdışına gitsem dil öğrensem diyecek oldun, yalnız başına yirmisinde bir kız dediler. Başını öne eğdin, itiraz etmedin. Senin gibi susan, annesi ne derse onu yapan komşunun oğlu ile evlendirildin.
O ana kuzusu, pısırık kocan bile bir gün geldi susmadı, başka hayat istiyorum dedi çekti gitti. Sen yine sustun. Çalıştın, kızını yetiştirdin, sustun. Senden ne bekleniyorsa onu yaptın, sustun.
Neden gözlerin değil de dilin? Konuşman gerekirken sustuğundan mıdır bu hallerin? Sorsan, dinlesen, konuşsan, çığlık atsan, bağırsan, küfretsen değişirdi belki yazgılar.
Doktor geliyor, “Yarın pansuman sonrası taburcu olacaksınız, malum korona var, evde birkaç gün dinlenin, radyoterapiye başlayacağız,” diyor, mekanik, yorgun bir sesle.
Dilin olsaydı sorar mıydın ne radyoterapisi? Bu koşullarda nasıl?
Sormazdın, başını önüne eğer kaderine razı olurdun. Yine kader dedin değil mi? Kara talihim, kör bahtım dedin yine ve kabullendin.
Bir gün, tek bir gün, tek bir şeyi kendin için istemeden geçip gideceksin bu dünyadan ve kimse seni hatırlamayacak.
Unutmak ve uyumak istiyorsun, belki de hiç uyanmamak. Penceresiz hastane odasına bile sızan o çekiç sesleri, beton kamyonlarının hantal gürültüleri beynini oyuyor, gözlerin fal taşı gibi açılıyor, uyuyamıyorsun.
Sahi kader nedir? Seçim nedir?
Sorsan, dinlesen, konuşsan, çığlık atsan, bağırsan, küfretsen değişir mi yazgılar?
Işın Güner Tuzcular
Dilsiz değilken konuşmayan – içimizden birinin – dil kanseri olmasının buruk öyküsü..Kalemine kuvvet sevgili Işın.
BeğenLiked by 1 kişi
teşekkürler 🙂
BeğenBeğen
Yarım dilimize bir yudum su oldu, yazınız. Kaleminize sağlık
BeğenLiked by 1 kişi
sağolun 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Bir solukta okuyuverdim, çok akıcı olmuş, eline, yüreğine sağlık
BeğenLiked by 1 kişi
çok teşekkürler
BeğenBeğen
Benim de aklıma takılan cevaplarken zorlandığım sorulardır.Rahmetli halam”kısmete hizmet etmeli”derdi.O yüzden bazen zorlansam da teslim olmamaya çalışıyorum…Ders çıkarmamız,sorgulamamız gereken bir öykü.Yüreğine,kalemine sağlık.
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler Oya’cığım Halanın dediği de düşünmeye değer.
BeğenBeğen
Emeğinize sağlık
BeğenLiked by 1 kişi
teşekkürler
BeğenBeğen