Uçuşlar benim artık. Kuşu hatırlamıyor bile kimse, Kuş bir gün vardı, bir gün yoktu. Önemi de yok kuşun. Uçuşta her şey.

Bit pazarının en ücra köşesindeler, nem, çürümüşlük, küf, toprak kokularının izini sürerek bir av köpeği gibi hemen bulabilirim onları.  Yere serdikleri kara çöp torbalarının ya da derme çatma tahta tezgahlara yığılı eşyalar, objeler, giysi diyemeyeceğim çaput parçaları.

Kırılan, bozulan, eskiyen işe yaramaz diye attığımız eşyalar, nayloncuya verip karşılığında mandal aldığımız solmuş, küçülmüş giysiler, kitaplar, ölü evlerinde işe yarar eşyalar alındıktan sonra kalan eski püskü şeyler, ıvır zıvır…

Gözüme çarpan ilk tezgâha yaklaşıyorum, genç çingene kadın alayla eldivenleri takıp, tezgahtaki eşyaları parmak uçlarımla, biraz çekinerek, biraz da iğrenerek deşelememi izliyor. Tezgâhın yanında üstü başı kir pas içinde iki küçük kız çocuğu ellerindeki ekmeği geveleyerek, kolu, bacağı kopuk bebeklerle oynuyorlar.

Ne çok bebek var tezgâhta, çıplak Barbieler, et bebekler, kolsuz, bacaksız, saçları yoluk, gözleri oyuk… Yığın halinde bebekler… Tek bir cam göz, bir kafa, atılmış bir kol… Satıcı bebeklerle ilgilendiğimi görünce tezgah altından büyükçe bir bebek çıkarıyor, yüzü, elleri ve ayakları porselen, büyükçe bir bebek. Kirli de olsa muhtemelen saçları gerçek saç, yüzünün boyaması ustalıkla yapılmış, yıpranmış kırmızı tafta elbisesinin eteklerine nadide Fransız dantelleri dikilmiş, tek elinin yarısı kırık, yüzünde de çatlamalar olsa da hala etkileyici bir bebek.

-Böyle bebekler pek yok artık.

-Yaşlı bir hanımın evinden, bibloları falan her şeyi almışlar ama kırık diye bunu bırakmışlar.

Tek başına ölen yaşlı bir kadının şifoniyerinin üzerinde duruyordu herhalde.  Nesneler ve hayatlar. Bebeği ve kadının çocukluk anılarını sırt çantama atıyorum.

Hayatlarının peşini sürmeye devam ediyorum.  

Yolumu bir ayakkabı tezgahı kesiyor. Deri kadın ayakkabıları, eski ama kaliteli. Kadınların ayaklarında düşlüyorum onları. Şu dolgu topuklu siyah orta yaşlı hafif toplu hanıma aitti. Belki de bir öğretmendi. Zamanı hapseden eşyalardaki hikâye parçalarından yeni benlikler yaratıyorum. Kırmızı deri hiç giyilmemiş gibi pırıl pırıl duran, meşhur marka tek ayakkabıyı belki de âşık olduğu erkekle ilk randevusu için almıştı, uzun yıllar sandıkta saklamıştı sonra da. Bakıp bakıp o günü düşünmüştü.

-Öteki çifti nerede bu kırmızı ayakkabının?

-Tek çıktı çuvaldan abla o.

-Çift olmayanları alan oluyor mu?

-Her şeyin ve herkesin bir müşterisi vardır abla,

deyip göz kırpıyor bana, simsiyah jeani, kara gözlükleri ve kapüşonlu siyah montu ile bir korsanı andıran genç satıcı.

Tek bir ayakkabıya o kadar para verilir mi? Ama attım işte çantama.

Başka bir tezgâha göz gezdiriyorum, ağzında sigarası, yaşlıca bir adam dizi dizi duran ceketlere bakıyor dikkatli, siyah az kullanılmış bir tanesini alıyor, silkeliyor “Kaça?” diyor. Satıcı tepeden tırnağa süzüyor adamı “Sana 40 TL bey amca” diyor.  Amca dudak büküyor, bakışıyorlar, satıcı 15 TL’ye fit oluyor. Alan memnun, satan memnun… Giyip ceketi gidiyor yaşlı adam.

Ben hala eldivenli ellerimle deşeliyorum, deşeliyorum… Eşya ile ilişkilerim hiç böyle basit olmadı ki benim. 

Danteller var sararmış, el emeği göz nuru, gencecik hülyalı kızların binbir özenle, özlemle yaptığı o güzelim kanaviçeler mi bu rutubet kokan, bez parçaları?  Öylesine uzandığım bir kırlentin üzerinde kan lekesine benzettiğim bir leke görünce, tüm benliğimle üşüyorum. Dantellerin yanından alelacele ayrılıyorum.

Şimdi yere çömelmiş siyah çöp torbasının üstünde süslü bir kutuda artist kart postallarını inceliyorum. Tarık Akan nasıl da genç, ne yakışıklı. Çocukken yaptığım koleksiyon geliyor aklıma. Sonra gözüm 8 milim film makinesi toplarına kayıyor, bir çocuğun ilk adım atışı, Roma’da bir balayı, bir doğum günü… Tüm film toplarını da atıyorum çantama.

Pazardan aldığım objeleri atölyemde poşetlerinden çıkarıp, silip, yıkayıp, büyük masanın üstüne yığıyorum, birer birer dokunuyorum onlara, başka bir hayatı soluyorum, başka bir ruha bürünüyorum.

Kesip, bölüp, parçalayıp sonra da yapıştırıyorum, yeni yaptığım hayat ağacı heykelim, bit pazarına her ziyaretimde biraz daha zenginleşiyor.  Tüm o anılar, parça parça yeni bir bütünlük oluşturuyor. Eşyanın hayatı devam ediyor, hepsini aç ruhum emiyor. Yaşamlar yaşamıma karışıyor, anılar anılarıma katılıyor.

Işın Güner Tuzcular