İlk kez duyuyordum adını,

Mağaralar, taş binalar, yıkık köprü

Kral Dakyanus’tan kaçan o yedi genç ve bir köpek, Ashâb-ı Kehf,

Mağaralarda uyumuşlar tam 309 yıl

Semih anlatıyor, fotoğraflar gösteriyor, ilk kez görüyorum,

Avesta yazılmış gölgesinde, Ahuramazda lanetlemiş kente dokunanı

İskender geçmiş, Selahaddin Eyyubi geçmiş,

Alaattin Keykubat ata binmeyi öğrenmiş

Onun suyundan içmeseydi

Hiç o kadar güzel olur muydu Adiabene Kraliçesi Helena?

Semih anlatıyor, elinde 3. sayfa haberi,

Bir genç kız intihar etmiş,

Hasankeyf’li kız, İstanbul’dan memleketine dönüp intihar ediyor

Kafasında şimdiden sahneler var, kamera nereye zoom yapacak düşünüyor

Biz de 8 mm kamera alıp çekim yapacaktık ya!

Hadi gitsek ya Hasankeyf’e çekim yapsak…

Nasıl gideceğiz? Kız başımıza nasıl gideceğiz?

Yirmisinde bir kızla, tarihten de eski kentin yok oluşunu metaforik anlatacağız

Yirmi ikisindeyiz biz de Arzu ile, Demet’te yirmi üç

Yirmisinde antik bir kentte intihar etmek,

Ölümün metaforu olur mu?

Zaman geçti sular kapladı Hasankeyf’i ama ben yazamadım

Ne o yıllarda ne de bu yıllarda, intihar eden kızın hikâyesini

Akşam Tarkovski’nin Nostalgia’sını seyrediyoruz

Emek sinemasında film festivalinde…

Semih’te orada, saçlarını Sinead O’Connor gibi kazıtmış postal giymiş sevgilisi ile

Ne buluyor bunda diyoruz, kat kat aslan başı saçlarımız, topuklu ayakkabılarımızla,

Nereden bilelim yıllar sonra bizim de postal giyeceğimizi,

Sonrası Bab Kafe’ye oturup filmi konuşuyoruz,

8 mm kamera hayallerimizi senaryomuzu konuşuyoruz,

Ertesi ders elinde bir VHS video,

İtalyan yönetmen arkadaşım yolladı, yeni filmi diyor Semih

İtalyanca çok yavaş ilerleyen filmi seyrediyoruz

Bir süre sonra ne dediklerini anlamasam da karelerin içinde kayboluyorum

Aniden kapatıyor video player’ı yok anlamadınız siz diyor

Neyi anlamadık, seyrediyorduk işte…

İntihar eden kızın abisinin siyasi suçlu olduğunu yazdım,

İhtilal sonrası asmışlar yazdım

Politika karıştırmayalım filme dedi tüm sahneleri sildi.

İhtilal olalı 5-6 yıl olmuş,

Apolitikiz hep birlikte

Akşam 1955 yapımı Otto Preminger’in Carmen’indeyiz,

Tüm oyuncular siyahi

Çıkışta yine Bab’ta oturuyoruz

Jukebox’a uzak kuytuda bir masada

Archie’s dergisindeki Pop Tates’e nasıl da benzerdi o Bab

1960’lar Amerika’sına gitmiş gibi olurdum her oturuşumda

Netflix’te Archie’s uyarlaması Riverdale dizisini seyrederken daldım gittim

O sene 20-25 filme gitmiştik…

Fakülte arkadaşları, iş arkadaşları, kardeşimin arkadaşları

Gitar kursundan o beğendiğim çocuk

Herkese bilet almak için

Kardeşimle sabahlamıştık bilet kuyruğunda

Levent de bizimleydi, kardeşimin karate kursundan arkadaşı Tıp’ta okuyan Levent

Atmış kendini yüksek bir binadan, geçenlerde kardeşim söyledi

O aydınlık yüzlü, idealist çocuk atmış kendini…

Yeni işe başlamıştım, sıkıcı bir bankada,

Hastalık izni almıştım film seyretmek uğruna

Kaşları çatık muhasebe müdürü inanmamıştı hastalandığıma

Senaryoyu hiç yazamadık, sene bitti, kurs bitti yazamadık

8 mm kamera da alamadık, kendi filmimizi çekemedik

Semih yıllar sonra çok meşhur oldu

Hasankeyf sulara gömüldü ama bir şey dedi mi?

Duymadın, görmedim…

Filmleri de Ege’de geçiyor genelde

Unuttu belki ki o intihar eden kızı ve sulara gömülen kenti

Metaforlar, metaforlar…

O Sinead O’Connor tarzı kıza ne oldu bilmiyorum

Ama Semih’in türbanlı ünlü yazar bir eşi var nicedir

Yazamasak da o senaryoyu sinemayla büyülendik

Korona’da tüm sinema salonları kapalıyken, Netflix film doluyken

Özlüyorum ben Emek’i, Sinepop’u, Atlas’ı…

Patlamış mısırlarımı ve sinemalarımı

Işın Güner Tuzcular