Yürüyorum, yavaş ama sürekli atıyorum adımlarımı, sol, sağ, sol sağ… Cep telefonumun şarjı bitmiş, farkında değilim, hava kararmış, saat umurumda değil, akşam ayazı ince sweatshirtümü delip geçiyor, buz gibi bedenim ama hissetmiyorum. Sadece yürüyorum, beynim sisli, düşünmüyorum, hissetmiyorum. Bir hiçlik bulutunun içinde kaybolmuş gibiyim. Sadece yürüyorum.
Neden sonra yıkıldı, yıkılacak, metruk bir yalı tuhaf bir şekilde çekiyor beni yanına. Harap yalının gölgesine sığınmış iki şarapçının yanına oturuyorum. Tenekede yaktıkları ateşe ellerimi uzattığımda ne kadar üşüdüğümün de ayrımına varıyorum. Normalde evsizlerden, şarapçılardan çekinirim. Gece kulüplerde, barlarda çaldığım zamanlar, işim bitince hemen bir taksi ayarlar eve dönerdim, karanlıktan, kuytu köşelerden, gece insanlarından hep çekinirdim ama artık hiçbir şey tekinsiz değil. Şarap ikram ediyorlar, onlarla aynı şişeden içiyorum, benim de deniz kenarında evim vardı diyor, bembeyaz saçı, sakalı tüm üst gövdesini kapamış olanı. Kapalıçarşı benden sorulurdu, bir kıvılcımla bitti her şey bitti diyor, ateşe sabit gözlerle bakarak ve dikiyor şişeyi başına. İnce bir Jean mont ve eşofman altı giymiş, daha genç, daha minyon, saçları seyrelmiş olanı, ben sokaktan başka bir yer bilmiyorum diyor, sonra da sarma bir sigara yakıp bir nefes çekiyor, arkadaşına veriyor, o da büyük bir nefes çekip, esrik edici bir duman savuruyor ağzından, duman ateşin üstünde kıvrılıyor, bükülüyor, bir büyük volkana dönüşüyor bir an sonra da hemen kayboluyor. Hiç sigara içmem, hele böyle içinde ne olduğunu bilmediğim sarma sigara… ama artık hiçbir şey normal değil, ben de bir fırt çekiyorum sigaradan, dumanı üflüyorum ateşe doğru, kıvrılıyor bükülüyor, bir yılan oluyor fakirin kavalıyla büyülenmiş, dans eden koca bir kobra yılanı, vahşi ama uysal, efsunlanmış kavala, biçare bir canavar. Sırtımı yaslayıp yalının ahşap duvarına, gözlerimi kapatıyorum.
Domenico Dragonetti’nin La Major Kontrbas Konçertosu dolduruyor algımı, çok ustaca çalınıyor, kendi kontrbasımı, çellomu, tüm müzik enstrümanlarımı düşünüyorum, o hoyrat elleri, fırlatırcasına atmalarını beyaz minibüse… İçim acıyor, kekremsi bir kahkaha duyuyorum, ben mi atıyorum o kahkahayı? Aylardır kapalı konser salonları, gece kulüpleri, evde bir başıma, internet paketim bitti, ev telefonum kesildi, kredi kartımın limiti doldu, masraf olmasın diye elektriği bile açmadan, televizyonu açmadan oturdum öylece, sadece müzik yaptım, ertelemeye çalışarak felaketi, bir paket makarnayı 5-6 öğüne bölüp bekledim, erteledim her şeyi. Oteller açık, AVM’ler açık, kongreler yapılıyor, biz de konser veririz, kulüpler açılır diye canımı dişime takıp bekledim, bu sabah karalara bürünmüş, felaket tellalları beyaz minibüsle geldiler, kapıyı açmayınca, çilingire açtırıp, hoyratça evime girip, neyim var neyim yoksa aldılar. Apartmana kesif bir “bana ne zaman” kokusu sinmişti, çıt çıkmıyordu, attım kendimi dışarı. Yürüdüm, yürüdüm…
Tüm müzikler sustu derken bu kontrbasta susmuyor, konçerto bitiyor, yeniden başlıyor, sürekli devam ediyor. Başımı kaldırıp bakıyorum, henüz hava karanlık olsa da ay ışığında yalı olanca ihtişamı ile karşımda. Metruk değil, bakımlı, aşı boyalı süslü, hatta biraz da mağrur bir yalı duruyor karşımda. Ağaçlarla, çiçeklerle bezenmiş, bakımlı, bahçesinde bir siluet görüyorum, oraya ilerliyorum. Kırklarında, esmer, şişman bir kadın çalıyor kontrbası, denize karşı ayakta, öyle ustaca çalıyor ki, büyülenmiş dinliyorum.
Parça bitince dönüp bana bakıyor, hüzünlü, büyük gözleri var, derin çok derin, hipnotize ediyor insanı.
Uzun zamandır çalmamıştım diyor, genizden gelen kalın, buruk bir sesiyle.
“Gece yarısından sonra kontrbasımı alır bahçede çalardım, deniz kızları, ay, balıklar, kuşlar, gece balıkçıları dinlerdi boğazda çınlayan notalarımı…
Her yerde konser verirdim, Viyana, Paris, yalıda büyük davetler, şairler, müzisyenler ağırlardım. Yalıya bakıyor hülyalı, babam ölünce hayata küstüm, çalmadım artık, kışın daha sıcak olur dediler Şişli’ye taşındım. Terk ettim yalımı, hayatımı. Müziksiz yaşayamadım sonra da. Sesi git gide gücünü kaybediyor, fısıltıya dönüşüyor.”

Tanın ilk ışıkları belirdi ufukta, martılar kapladı yalının çatısını, bahçeyi, güneşe döndüler yüzlerini, seslenmeye başladılar, deniz de dalgalarını vuruyordu kıyıya, kadın kontrbası bana verdi, eşlik ettim onlara, güneş daha da belirginleşti. Altın rengi bir ışık kapladı boğazı…
Aniden bir siren sesi dağıttı o ışığı, kontrbas, kadın kayboldu, martılar uçuştu… Karanlık kapladı her yanı. Göz kapaklarım neden bu kadar ağır, neden sonra açtım onları, beyaz tulumlu, maskeli iki kişi var, bir cankurtaranda bedenim.
“Polis bulmuş … hipotermi geçirmiş…. Ayazda tüm gece kalmış. Maskesi de yok.”
“Cebi kapalıymış kimse ulaşamamış.”
“Müzik duymuş denizdeki balıkçılar sabaha karşı.”
“Cinli o yalı diyorum sana ben.”
“Müzisyen bir kadına aitmiş.”
“Bu genç adam da müzisyen değil mi?”
“Caz mı çalıyormuş ne?”
“Beyoğlu’nda meşhurmuş…”
Işın Güner Tuzcular
Not: Feyha Talay’ın anısına saygıyla

Klavye beceriksizliğime bağlı yanlış / doğru cetvelimi sunuyorum.
Bağışlayın lütfen.
Üstten 3. satır. (sözlük) —– (sözcük) şeklinde olmalıydı.
“” 9 ” (Yazarının)—– (yazarın) şeklinde olmalıydı.
Alttan 10.satır. (hayatının)——(hayatlarının) şeklinde olmalıydı.
Saygı ve iyilik dileklerimle.
Uğur G.
BeğenLiked by 1 kişi
Özeniniz için tekrar teşekkürler Uğur bey
BeğenBeğen
Uğur Gergin beyin yazıma yorumu, çok teşekkür ediyorum böyle detaylı, özenli bir yorum için.
“La Major Kontrbas Konçertosu” başlıklı kısa öykünüzü okudum.
Metin içinde seçkin nitelikte diye tanımlayabileceğim bir hayli cümle yada cümleler arasına serpiştirdiğiniz birkaç sözlük, şiir tadında algılanıyor. Yani Güzel.
Şimdi benden örnek istiyeceksiniz. Hangi birini,ne kadarını yazayım. Alın bir örnek;
“Bir hiçlik bulutunda kaybolmak”
Kaybolmasın diye datalarımızı buluta göndermemiz ile ne kadar güzel bir çelişki. Yazarının Bilinç altı dürtüsü ile yazıya aksetmiş adeta.
Bir Enstruman hayranı iseniz muhakkak onun hakkını verdiğine inandığının bir virtüöz vardır. Hele hele, ilgi duyduğunuz, Keman yada Kontrbas ise, bir de parmak uçlarınızın pesleşip, nasırımsı bir doku oluşmaya başlayacak kadar onunla hemhal olmuşsanız,
artık o sizin hayal ve ilham ortağınız olmuştur.
Bu seferki öykünüzün içinde gizlemeye çalışıp sonra dayanamayıp ip uçlarını verdiğiniz Atatürk’ün kadim dostu Dr. Rasim Ferit’in kızı, Fehya Talay.
Fehya hanımın yaşam öyküsünü ben de biraz inceledim. Bu yazımı yazmaktaki gecikmemin bir nedeni de o.
Enstrumanları ile hayatının kazananların düştükleri dar nedeniyle ödeyemedikleri borçlarına karşılık, ellerinden hoyratça alınan ekmek teknesinin, acımasızca beyaz minibüse atılışını,umutsuzlukla seyredenlerin, “Bana ne zaman” kokusu sinmiş acınası insanlar.
Yaşama tutunabildiği kendince belli, ama giden Ambulansa arkadan bakanların, vah ,vaaah’ları, ama daha çok merak makamındaki, gerçek ve tevatür kalıplarının öykünün son satırları olarak bir,bir akışı, tam da yerini bulmuş.
Toplumsal iletişimimize ayna tutar gibi olmuş.
Tebrikler Işın Hanım.
Uğur G.
BeğenBeğen