Dünya telaşında köprüden hızla yürüyen insanlar, parmaklıkları sıkıca kavradığı ellerini görmüyorlar, adama çarpıp geçiyorlar ama görmüyorlar. Sisli beyninde, sinsi bir ses “atla” diyor. Yaşlı, huysuz ve de sinsi… Epeydir dikiliyor köprüde, atlasa mı?   Soğuktan hafif büzülmüş biçare sokak köpeği azıcık sıcaklık, bir lokma için sokuluyor yanına.

Eskimiş bir yalnızlıkla, en kalabalık saatinde günün, sokağa çıkmıştı, kaplumbağa adımlarıyla yürümüştü kalabalığın içinde ama tek başınaydı.  Meydana yaklaştığında aydınlık bir kız yolunu kesmişti. 

“Bir imza…”

Asırlık çınar ağaçlarını kesip AVM yapacaklarmış. Yaparlar dedi içinden ama kıyamadı da o aydınlık yüzlü gencin suratına söylemeyi bu gerçeği. 

Umutsuz olsa da özenle imzasını attı, stanttaki genç aşina buldu adını ama nereden hatırladığını çıkaramadı. 

Gençlerle kısacık iletişim, bir iyilik umudu, huşu ile doldurdu içini.

Yakındaki bir banka oturup sigara içti.  Ağaçlara, hayvanlara, güne gazeller okudu.  Güneş güzel dedi kendi kendine, belki ağaçları da kesmezler, imzalar işe yarar.

İnadına aşk, inadına özgürlük, inadına yaprak….

Yıllar öncesi geldi aklına, deniz daha doldurulmamıştı, sahil yolu yapılmamıştı.  Halasının yalısının önünden denize girerdi, bu sokakta ahşap evlerin bahçelerinde manolyalar, cevizler, mor sarkımlar vardı.

O güzel günleri düşünürken birden etrafına baktı şaşkın şaşkın. Bu beton sokaklar, şekilsiz apartmanlar o Amerika’dayken yapılmıştı. Sinema okumaya gitmiş, yıllarca yaşamıştı orada.  Dönmeseydi keşke.

Beynini esir alan o sinsi ses geri geldi…

“Hayat mı bu? Bitir şu işi…”

Geçenlerde meyhanede eski arkadaşlarıyla içerken susmuştu, iki üç gündür de yoktu ortalıkta.  Bu sabah faturayı ödeyemediği için elektrikler kesilince daha üst perdeden konuşmaya başladı, sinsi…

“Hayat seni ezemedi, kimse ezemedi, başı dik sonlandır her şeyi.”

Kirayı da ödememişti, kapı önüne konulması an meselesiydi. Sesi dinlememek için kitaplarına yöneldi, Bergson, severdi. Tarkovsky’de etkisinde kalmıştı bu düşünürün. Tarkovsky gibi filmler yapmayı düşlerdi. Bir iki filmi eleştirmenlerce beğenilmiş, iki ufak ödül almıştı, reklam filmi çeker, para biriktirip, filmlerine harcardı. Bir sponsoru olsa belki daha çok tanınırdı. O yaşlı aktris jigolosu olmasını istemişti. Filmlerini de destekleyecekti, “ben satılık değilim” demişti.

Tekrar yürümeye başladı, kaplumbağa hızıyla, halasının yalısının yerine büyük bir otel yapmışlardı, denizi de doldurduklarından artık yol kenarındaydı otel, uzakta çok uzakta deniz vardı da kimse girmiyordu. Halamın dediği kızla evlenseydim, benim de otelim olurdu diye düşündü ama iç güveysi olup gururunu ayaklar altına alamamıştı. 

Yürümeye devam etti, kafasının içindeki ses heyecanlandı, hedefe doğru yürüyordu, kaplumbağa hızında. Köprünün ortasında denize bakıyor, martıya bakıyordu. Pırıl pırıl güne bakıyordu …

“Hiç bunlar, anlamsız artık,” dedi o ses,” geç bunları “dedi hırçın, sinsi.

Örseliyor ruhunu, kan revan içinde bırakıyordu adamı. 

Sağır kalabalığı şaşırtıcı bir atiklikle parmaklıkların üstüne zıpladığını hayal etti, sonra da kendini boşluğa…

Sokak köpeği daha da yaklaşıyor, kocaman üşümüş, aç gözlerle adama bakıyor.

Tüm kayıp hatıralar dolduruyor zihnini, çekemediği filmler, bitiremediği öyküler geliyor aklına. Çocukken de bir köpeği olduğunu anımsıyor, kocaman gözlü bir köpek. Sokak köpeği daha da sokuluyor, köpeğin başını seviyor, ses cılızlaşıyor.

Kaplumbağa adımları ile yürümeye devam ediyor adam, köprüyü geçiyor, köpek de peşinden ilerliyor.

Işın Güner Tuzcular