Öğlen sıcağında, yer yer yıpranmış dik merdivenlerden iyi giyimli yaşlıca bir kadın ağır aksak adımlarla çıkıyordu. Lacivert zarif ayakkabısının topuğu merdivenin yarığına takıldı, tökezledi. Merdivenin gediklisi kediler oralı bile olmadı. Bu sıcakta da kedilerden başka in cin yoktu etrafta.
Duvara dayanıp maskesini araladı, bir nefes aldı. Sıcak zaten başlı başına bir dertti ama sıcakta maske takmak bir süre sonra dayanılmaz bir işkence haline geliyordu. Ne tuhaf günler yaşıyoruz diye düşündü, aslında aşısını da olmuştu, “şeytan diyordu ki çıkart at şu maskeyi, rahat rahat yürü.” Rahat nasıl yürüyecekse. Şişmiş ayaklarına baktı mutsuz, yaşıtları gibi spor ayakkabı giymek istemiyordu ama topuklu ayakkabılarla yürümek de git gide zorlaşıyordu,
“Yaşlanıyorsun Mürüvvet” diye mırıldandı, lacivert ayakkabısı gibi Matraş’tan aldığı şık deri çantasından lavanta kolonyasını çıkarıp ellerine yüzüne çarptı. Biraz canlandı, maskesini daha bir özenle taktı.
Merdiveni her çıkışında kendi kendine söylenirdi,
“Mürüvvet bin fünikülere çık Taksim’e oradan yürü eve… Tamam biraz daha uzun yol ama keyifli, mağazalara baka baka yürürsün, yine merdiven var ama inmek çıkmaktan kolaydır.”
Derdi de alışkanlık işte hep tırmanırken bulurdu kendini bu merdiveni.
Artık dizleri de ağrıyordu, her geçen gün daha zordu merdivenden çıkması. Kilo verse biraz daha mı rahat ederdi? Aman canım kilosu hiç sorun olmamıştı ki. Mümtaz ona gençliklerinden beri hep Hacı Bekir lokumu gibi kadınsın derdi, onca sene adam bakışlarındaki o hayranlığı hiç değiştirmemişti.
“Uğraşamam diyetisyenle, avuç içi kadar peynir, yok yağsız tuzsuz sebzelerle.” Çıkmaya devam etti merdiveni.
Fındıklı’da merdiveni ne güzel tamir edip, Osman Hamdi’nin tablosunu boyamışlardı. Bunu da tamir etselerdi ya. Bir ara gökkuşağı renklere boyamışlardı ama renkler solmuştu zamanla. Yurt dışında, böyle merdivenlerin yanına, bir de teleferik koyuyorlar demişti Odessa’dan dönen bir arkadaşı, Potemkin merdivenlerinin resmini göstermişti. O merdivenler de bir şeye benzemiyordu, bir de filmlere konu olmuştu. Şu merdivenleri oysa dili olsa da anlatsa, ne ahşap evler, ne aşklar, ne sevinçler ne acılar görmüştür. Tamir edilseydi çok turistik olabilirdi.
Kocası Mümtaz’ın, İstiklal Caddesinde turistlere hediyelik satan bir dükkânı olduğundan, her şeyi turistik değeri ile ölçerdi Mürüvvet. Kaç yıldır rahat rahat yaşayıp gitmişlerdi de, bu son yıllarda biraz zorlanıyorlardı dükkânı çevirmekte. Şükür yine de buna diye mırıldadı.
Pandemi başlayalı beri fazla turist gelmiyordu, hoş virüs öncesi de o eski, tarih seven batılı turist çoktan elini ayağını çekmişti İstanbul’dan ya, Beyoğlu Araplar tarafından istila edilmişti, şimdi sayıları azalsa da gelmeye devam ediyorlardı gelmesine de onlar gökdelen, yürüyen merdiven, kule tutkunuydular. Nasıl ince işlemeli zarif turistik eşyalara bakmıyorlarsa, bu güzelim merdivene de bakmıyorlardı.
Eh… Şükür bugün de çıkmıştı basamakları. Kumrulu sokağa gelmişti, okulun önünde bir soluklandı. O anda bipledi telefonu arsız arsız. Eli ayağı dolandı, çantasından zor zar yakın gözlüğünü çıkardı. Şu meret maske yüzünden yakın gözlüğünü de rahat takamıyordu, evde baksaydı ya mesaja. Kim mesaj yollardı ona Ethem’den başka? Yine de baktı, yürek çarpıntısıyla baktı. Yanılmamıştı, Ethem yine para istiyordu.
Haylaz, aklı bir karış havada, bilgisayarda tavuk beslerken bir sürü para kaybetmişti şimdi de kripto para işinden batmıştı… Ah!… Ah!…
Mümtaz’a ne diyecekti? Nasıl anlatacaktı? Ethem hiç Mümtaz’a çekmemişti. İte kaka turizm meslek lisesinde okutmuşlardı onu. İngilizce hocalarına ne paralar vermişlerdi. Ne İngilizce öğrenmiş ne de dükkânda çalışmaya ilgi duymuştu. Baş göz etsem akıllanır demişti Mürüvvet, ama evlilik macerası da kötü bitmişti. Tembeldi, hayalperesti, çalışmadan zengin olma uğruna bir sürü maceraya atılıyordu. Mümtaz çiftlik olayından sonra bir daha borçlarını kapatmam dememiş miydi Ethem’e.
Nasıl ikna edecekti bu sefer kocasını?… Ah!… Ah!… Sokak boyunca kara kara düşünerek yürüdü. Evine girdi, Topkapı sarayını gören balkonunda gül lokumu eşliğinde bir yorgunluk kahvesi içti. Maskesiz soluk almak ne güzeldi. İyi ki balkonu vardı. Ailesinden kalma bu evde sorunları birden önemsiz göründü, bir hal çaresi bulurdu, hep bulmuştu. Kendi kendine gülümsedi.
Önce sarma, ardından revani, bir de okkalı kahve, lokum kıvamına getiririm ben Mümtaz’ı diye mırıldandı.
Işın Güner Tuzcular
Lokum Gibi

Desen : Alev Ramiz
Valla Münevver’in bulduğu formülle ben bile yola gelirim…Işın ellerine sağlık…
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler Füsun’cuğum
BeğenBeğen