Rüzgâr beyaz incecik geceliğinin eteklerini uçuruyordu. Sessiz tekinsiz bir karanlık hakimdi. Korkuyordu, üşüyordu, yine de yürüdü mendireğin ucuna doğru. Aniden devasa bir kanlı dolunay yıldızsız geceyi aydınlattı. Denizin dalgaları ayın ışığında kan kırmızısı patlıyordu. Kalbine saplanan korku kıvılcımları yükseldi, nefes alamaz oldu.
Yeter artık yeter diye bağırarak uyandı, mutfağın granit zemininde yatıyordu. Titreyerek kalktı, ışığı yaktı,
“Nedir bu? Hep kirli mi kalacak bu eller?
Aşırı yıkamaktan derileri pul pul dökülen ellerine dehşetle baktı… Daha otuzlarındaydı ama elleri yaşlı kadın elleriydi.
Banyoya gitti, yok rahat etmeyecekti, geceliğini kirliye attı, duş aldı, daha sonra bembeyaz Bursa havlularına sarınıp musluğu açtı.
“Bir leke var şurada hâlâ. Çık elimden,korkunç leke çık diyorum sana! Bu bir…Bu iki…Tamam: Haydi şimdi.”
Ellerini yıkadı yıkadı…
Ferah bir banyo düşlemişti hep, çocukluğundaki küçük, rutubetli ve karanlık banyonun tam tersi bir banyo. Her şeyin en kaliteli, en pahalı ve en beyazını almıştı. Banyo dolapları, jakuzi, fayanslar, döşemeler, lavabolar, havlular, yerdeki kilim bembeyazdı. Duvarlarda boydan boya aynalar, bolca da aydınlatma istemişti.
Şimdi boğuluyordu bu banyoda. Fayansta kan lekesi mi vardı, o aynalardaki kadının gözlerindeki korku… Çığlık atmak, aynaları tasarım sabunlukla paramparça etmek istiyordu.
“Yine mi yıkanıyorsun, yat artık, uyandırdın beni de!”
Agâh’ın tok ve sinirli sesi başka türlü bir dehşet düşürdü içine. ‘Herif boşayacak beni, her gece her gece bu durum.’
Agâh uykusuna düşkündü. En az sekiz saat uyumazsa kafasının çalışmadığını söylerdi. Mahinur son bir yıldır onun yastığa başını koyup mışıl mışıl uyumasını kıskanır olmuştu. Beyefendinin en güvendiği danışmanıydı, gurur duyardı kocasıyla. Daha da yükseleceğinden emindi ve bu yolda onun yanında olmak istiyordu ama ellerine baktı istemsiz.
Giysi odasında yeni beyaz, önü işlemeli Şile bezi bir gecelik çıkardı. Sadece bu gecelikleri giyerdi, düzinelerce vardı giysi dolabında.
Devasa yatağında serili beyaz ham ipek çarşafa koydu başını…
“Psikiyatristinin verdiği sakinleştiriciyi içtin mi yatarken?”
“İçtim…”
“Bir doz daha iç, uyu, yarına beyefendi ile toplantım var, rahatsız etme beni.”
Karanlık bir yolda koşuyordu… Aniden yıldızsız geceyi aydınlatan kocaman bir kanlı dolunay çıktı, kalbi dehşetle doldu. Ellerine baktı, kanla kaplıydı, sildi ellerini ama kan geçmedi… Kan kan…
Dolunaydan kaçıp gölgelere sığınmaya çalıştı. Ayak sesleri duyuyordu, ritmik ve ağır ağır yürüyen birinin ayak sesleri…
Çantasını sıkı sıkı tutarak koştu, koştu…
Ayağı takılıp düşünce tüm altınlar yere saçıldı.
Paylaşmayacağım, hepsi benim diye bağırırken uyandı o tuhaf uykudan.
Bahçedeydi, bembeyaz geceliği çamur olmuş, ayakları çıplak, havuzun önünde yatıyordu… Çantasının içindekiler yere saçılmıştı, Trabzon bilezikleri, altın zincirleri… Ne zaman kasadan almıştı onları? Agâh görürse çok kızardı…
Bu uyurgezer yürümeleri artmıştı, ya havuza düşseydi! Sonra ayak sesleri duydu, o ritmik ayak seslerini… Agâh mıydı gelen? Başını kaldırdığında komşusu Aytun beyi gördü. Adam önce incecik geceliğinden görünen meme uçlarına ve sonra da çantasından dökülen altınlara baktı…
“Düşmenizi engellemek için peşinizden geldim ama geç kaldım”
Gecenin bir yarısı niye ayaktaydı bu adam? Elleriyle memelerini kapatmayı düşündü Mahinur, ama çantayı nasıl alacaktı?
“Neyse bir sorun yok, ben eve gireyim…”
“Endişelendim sizin için, geçen gece de bahçede dolandınız, kendi kendinize mırıldanıyordunuz,”
“Endişelenecek bir şey yok, sizi de uyku tutmuyor galiba”
“Havuza düşüyordunuz neredeyse.”
“Beni mi gözetliyorsunuz, ne bu gecenin yarısı?”
“Çalışıyorum, proje teslim edeceğim, çalışma ofisim sizin bahçeye bakıyor.”
Hışımla toparlayıp çantasını eve girdi, adamın arkasından ilgiyle baktığını hissetmişti.
Agâh’ın kahvaltısını hazırlayıp, koyu bir kahve hazırladı kendine de.
“Diyet yapmayı bırak, biraz bir şeyler ye, açlık da uykunu etkiliyor olabilir dedi Agâh, iştahla reçelli ekmeğini yerken. Yemeğe düşkündü, iyi sofralar, güzel yemekler isterdi hep.
Geçmiyor boğazımdan diyemedi, bir parça ekmeği kemirmeye başladı sinirli sinirli…Şu komşuyu da soracaktı ama Agâh kahvaltısını bitirmiş, zoomda diğer danışmanlarla sabah istişare toplantısına başlamıştı.
Dezenfektanlardan mı söz ediyorlardı? Fahiş fiyata amcasının şirketinden müesseseye dezenfektan satan Halkla İlişkiler Müdürü Sabahnur Hanımın aslında dezenfektanları da bozukmuş öyle mi?
Bozuk dezenfektan düşüncesi kanını dondurdu. Tuzun kokması gibi bir şeydi bu. Vakfı o dezenfektanlarla her gün baştan aşağıya temizletiyordu. Temizlenmiyordu işte, ondan elleri kanlıydı, ondan kâbus görüyordu.
Çok öfkelendi, Sabahnur’a, her şeye çok öfkeliydi, tir tir titremeye başladı. Sakinleştirici hapları neredeydi?
İlk iş gerçek dezenfektan alıp, vakfı baştan aşağıya temizletmekti. Daha da iyisi Arap sabunu alıp, yerleri, duvarları her yeri ovmaktı.
Kahvaltıyı kaldırıp, duş aldı, ellerini uzun uzun yıkadı. Agâh beyefendi ile toplantısına gitmek için hazırlanırken, pembe keten tayyörünü giyip, saçını topuz yaptı.
“Gamze hala bulunmadı mı?”
“Her sabah aynı soru, bulamadılar, erkek arkadaşı ile kaçmış kız.”
“Erkek arkadaşı yoktu onun, komisere de söyledim. Aslı gibi cesedi kıyıya vuracak diye korkuyorum.”
Gamze’nin gözlerinde yıllar önceki Mahinur’u görmüştü. Hırslı, başaracağına inançlı, yoksulluğu geride bırakıp en tepeye çıkacak, bunun için her şeye göze alacak bir kız. Dünyayı aldatmak isteyen, dünyanın rengine bürünecek bir kızdı Gamze, tıpkı kendisi gibi. Bir iki yıl sonra onu da vakfa almayı ve beraber çalışmayı hedeflemişti.
“Düşünme bunları, bizi de ilgilendirmiyor ayrıca”
“Kızlar bizim vakfın bursiyerleri Agâh.”
“Bu sene sadece kaç kıza iş buldun Mahinur, ikisinin başına bir iş gelmesi senin suçun değil.”
Hayrullah Bey Gamze’yi yanına aldığında aslında biraz korkmuştu. Yakışıklı, kibar görünümünün altında yatan canavarı hissediyordu ama Gamze akıllı kızdır, başını belaya sokmadan idare eder adamı diye düşünmüştü. Çok da önemli adamdı Hayrullah Bey, beyefendiye çok yakın bir iş adamı, onunla iyi geçinmekte fayda vardı. Gamze hoş tutarsa adamı işine yarayabilirdi Mahinur’un. Santral memurluğundan vakıf başkanlığına uzanan o yolda kimleri kimleri idare etmişti Mahinur. Sadece kendi kariyerini değil, Agâh’ın kariyerini de hep düşünmüş, ona göre atmıştı adımlarını. Zirveye çıkan yolda her şey aslında mübahtı, sevdiği, kolladığı kızlara da derdi, Gamze’ye de demişti, ‘Görünüşünüz günahsız bir çiçek olsun, siz onda gizlenen bir yılan.’
“Gamze’de öldü ve biliyorsun söylemiyorsun değil mi?”
“Saçmalama Mahinur, niye ölsün, sıkma canını, makam arabam da geldi, bırakayım istersen seni de.”
“Ben önce dezenfektan alacağım, marketten geçerim vakfa”
Dezenfektan lafını duyan Agâh sinirli bir Suphanallah çekip, evden çıktı. Bu aralar adamda bir değişiklik seziyordu. Eskisi gibi beyefendi ile olan toplantılarını en ince ayrıntılarına kadar anlatmıyordu. Mahinur’un fikrini de az sorar olmuştu, oysa eskiden sezgilerine çok güvenirdi.
Çıkmadan banyoda uzun uzun yıkadı ellerini… Agâh yokken daha da rahat yıkıyordu, dakikalarca…
Evden çıkarken komşusu Aytun Beyle çarpışıyordu neredeyse, nasıl da uzun ve iri yapılı bir adamdı. Sert bir yüzü vardı ama yakışıklıydı da. Tepeden tırnağa siyahlar giymişti, kara gözlüklerin ardında ilgi ile bakan gözlerini hissediyordu adamın. Ne iş yapıyordu acaba? Proje demişti ama masa başında çalışan bir adama da benzemiyordu.
“Nasılsınız?”
“Çok iyiyim teşekkürler”
“Gideceğiniz yere bırakayım mı?”
“Taksi geliyor çağırmıştım, teşekkürler.” Niye bu adam onunla ilgileniyordu? Niye kapıdaydı?
Taksi de bir türlü gelmiyordu, Aytun Bey Range Rover’ı ile belirip, kapıyı da nezaketle açınca çaresiz bindi.
“Akşam davete gelecek misiniz?”
“Evet, herkes orada olacak.”
Boğazda, yedi yıldızlı tarihi otelde Müessesenin ilkyaz daveti vardı, yılın en önemli toplantılarından biriydi.
“Beyefendinin açılış konuşması sonrası bahçeye çıkın, size çok önemli bir şey göstereceğim.”
“Ne işim var sizinle bahçede? Ne o önemli şey, şimdi gösterebilirsiniz.”
Aytun bey çok ciddileşmişti, marketin önüne park edip, Mahinur’a döndü
“Akşamları rahat uyumak isterseniz gelirsiniz.”

Vakıfta her yeri temizletmiş sade kahvesini içerken Agâh aradı.
“O Bilgisayar Mühendisliğinde okuyan bir kız var ya, yeni bursiyer, Aleyna galiba, hani esmer, çıtı pıtı kız…”
Etraf dönmeye başlamıştı, kalbi hızlı hızlı atıyordu, korkarak bekledi Agâh’ın diyeceklerini,
“Hayrullah Bey’in orada staj ayarlarız ona diye düşündüm, Gamze kaçınca ortada kaldı adam, detayları hallet, yarın gönderelim kızı…”
Telefonu kapattıktan sonra buz kesti Mahinur, olduğu yerde kalakaldı, neden sonra soğuk kahvesini bir dikişte içip ellerini yıkamaya gitti.
O günkü çilesi bitmemişti daha, akşama doğru vakıf sekreteri telaşla odaya girdi.
“Gamze’nin cesedini bulmuşlar, Anadolu Kavağında denizden, çırılçıplak, sadece boynunda mavi ipek bir fular… Müessese ilgileniyor konu ile Mahinur hanım.”
Sekreterin gözlerinde, sesinde korku ile karışık bir iğrenme hissetti Mahinur. Koşar adımlarla banyoya gitti.
Hep kirli mi kalacak bu eller? Kan kokuyor hala şurası: Arabistan’ın bütün kokuları temizleyemeyecek şu ufacık eli! Of, yeter artık! Yeter!
Sabunladı ellerini, sabunladı sabunladı….
Davette boy gösterip, beyefendinin konuşmasından sonra otelin denize sıfır bahçesinde loş bir köşede oturdu, bir sigara yaktı.
“Merhaba, nasılsınız, ne hoş bir akşam?”
Aytun bey yanına oturmuştu bile. Kalkmayı geçirdi zihninden ama adam elini kavramıştı, elinden bedenine bir sıcaklık yayıldı, uzun zamandır hissetmediği bir sıcaklık. Müessesenin kıdemli sekreteri Cevriye hanım da ilgiyle onlara bakıyordu.
“Size bir şey göstermem gerek,”
Aytun Bey cep telefonundan bir video açtı. Agâh psikoloğu ile zoom’da konuşuyordu, Mahinur’u kliniğe kapatmaktan söz ediyorlardı. Dehşetle videoya baktı, başı ağrımaya başlamıştı.
“Bak seni koruyabilirim, Agâh’ın Venezualla’dan gelen beyaz peynirlerle ilgili Müesseseye kazık attığını biliyorum, Sabahnur Hanımın amcasının dezenfektan şirketini de paravan olarak kullanıyor bu üçkağıdında, ama bunu kanıtlamak için bana Agâh’ın müessese şifre anahtarı gerek.”
“Hep boynunda taşır onu Agâh”
Sahte dezenfektan yapan kadınla hem de… Mahinur’un şaşkınlığı yıkıcı bir öfkeye dönüşmüştü. Agâh onu haberdar etmeden büyük işler çevirmeye başlamıştı. Hani birlikte yükseleceklerdi? İlerde beyefendinin koltuğunu bile kaparız belki, sen de hanımefendi olursun diyen adama ne olmuştu böyle?
Aytun bey Agâh’ın şifre anahtarına benzer bir anahtar verdi Mahinur’a “Akşam değiştir anahtarları, sabaha karşı bahçede buluşalım. Söz koruyacağım seni. Hem Agâh’ın pis işleri ile senin ilgin olmadığını da Beyfendiye bizzat ben söylerim.”
Mahinur tekrar salona döndü, donuk bir gülümseme ile selamladı tanıdıkları, Agâh ile Sabahnur bir köşede konuşuyorlardı. İçini yine öfke doldurdu. Agâh onu görünce yanına geldi. Çok ilgili kocayı oynuyordu.
Aytun beyin beyefendi ile salonun ucunda konuştuğunu gördü Mahinur, Beyefendi herkesle konuşmazdı.
“Beyefendinin yanındaki bey kim?”
“Aytun Çeliker, Baş Denetmen olarak atanmış, sürpriz oldu, yıllardır Amerika’daydı.” Dedi Agâh huzursuz huzursuz.
Agâh’ın denetmenin yan köşkte kaldığını bilmediğini anladı Mahinur. Henüz danışman asistanıydı tanıştıklarında, Mahinur da vakfın çağrı merkezinde elemandı, on küsur senedir evliydiler, müessesede beraber yükselmişlerdi, onun için ne riskler almıştı, Agâh’ın onu akıl hastanesine kapatmayı düşünmesine inanamıyordu, başağrısı arttı.
“Yarın Aleyna geliyor değil mi?”
“Başka departmanda staj ayarlamışız ona, yerinden de memnun”
Agâh’ın gözü seyirmeye başladı.
“Yarın saat 10:00’da Hayrullah Bey’de olacak o kadar” dedi.
Mahinur onun yanından ayrılıp, hanımefendi ile konuşan kadınların arasına katıldı. Bir süre sonra da bahçeye çıktı. Aytun beyle oturdukları banka oturdu. O sıcaklığı yine hissetti, elleri de ilk kez pis gelmiyordu Mahinur’a. Adamın ellerinin sıcaklığı geçmesin diye yıkamamıştı tüm akşam.
Davete geri dönmek için loş holde yürürken Psikoloğu Şehrazat Hanımın etrafına biraz da korkarak bakındıktan sonra bir odaya girdiğini gördü, içgüdüsünü dinleyip gölgelerde beklediğinde ise Agâh’ın yine etrafını kolaçan ederek aynı odanın kapısını açmasına şahit oldu.
Sabah karşı, takı çantası ve Agâh’ın anahtarı ile bahçedeydi, bu sefer gecenin karanlığı onu korkutmadı.
Aytun’un bakışları Mahinur’un dolunay kızılı elbisesinin dekoltesine kaydı. Mahinur gülümsedi, el ele kapıdan çıkıp, siyah Range Rover’a bindiklerinde Agâh mışıl mışıl uyuyordu.
Işın Güner Tuzcular

Not : Yaz okumamız Daniel Kahneman’ın hızlı ve yavaş düşünce kitabında okuduğum “lady macbeth sendromu” bu öykünün ana ilham kaynağı