Nobel Edebiyat Ödülü’nün ilk töreni, Alfred Bernhard Nobel’in beşinci ölüm yıldönümü olan 10 Aralık 1901’de yapılmıştı, jüri eser seçimlerinde Alfred Nobel’İn bir idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden yazara ödül verilmesi ana kriteri ile hareket etmişti. İsveç dilinde ‘idealist’ kelimesi ‘idealistik’ ve ‘ideal’ olarak çevrilmektedir. Ödülün verildiği ilk yıl en güçlü aday Lev Tolstoy’un eserleri yeterince idealistik bulunmamış, diğer adaylardan Mark Twain, Cehov ve Oscar Wilde’da çeşitli nedenlerle elenmiş ve ödül Fransız şair, deneme yazarı Sully Prudhomme’a verilmişti. Bu karar çok büyük eleştirilere neden olmuş, Leo Tolstoy’a ödülün verilmesi gerektiği konusunda açıklamalar yapılmıştı.
Nobel Edebiyat Ödülü hem önem verilen hem de jürinin farklı tercihleri ile eleştirilen bir ödül olma özelliğini günümüzde de koruyor. Yıllar içinde örneğin ırkçı olarak nitelendirilen Avusturyalı yazar Peter Handke’ye ödül vermek gibi skandallarla da anılsa bile Nobel önemli bir ödül olmayı sürdürüyor.
Bu yıl da Nobel Edebiyat jürisi Zanzibar doğumlu İngiliz vatandaşı, Müslüman Abdülrazzak Gurnah’ı seçerek edebiyat dünyasını şaşırttı. Bir Afrikalı yazarın seçilebileceği düşünülüyordu ancak Gurnah’ın adı pek geçmiyordu.
İsveç Akademisinden yapılan açıklamada, Gurnah’ın, “kültürler ve kıtalar arasındaki uçurumda sömürgeciliğin etkilerine ve mültecilerin kaderine kesin ve merhametli şekilde nüfuz etmesi” nedeniyle ödüle layık görüldüğü belirtildi.
İsveç Akademisi bu defa Alfred Nobel’in idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden yazarı bulmuş görünüyor. Yazar seçimi sürprizle karşılandı ama eleştiriden çok memnuniyet var.
Abdülrezzak Gurnah Tanzanyalı doğumlu İngiliz yazar olarak anılıyor, tıplı iki sene önce Nobel’i alan Japonya doğumlu İngiltere vatandaşı Kazuro İsiguro gibi romanlarını da İngilizce yazıyor. Doğduğu ve 20 yaşına kadar yaşadığı anavatanı Zanzibar’da ve Tanzanya genelinde nobeli alması sevinçle karşılandı karşılanmasına da ülkede Gurnah’ın kitapları bulunmuyor ve adını da Tanzanya’da ödülden önce çoğu kişi bilmiyordu. Afrika’yı anlatmasına rağmen okuyucu kitlesi genelde Avrupa’da yazarın.
Terry Eagleton, İngiliz Romanı (English Novel: An Introduction) üstüne incelemesinin sonlarında İngiltere’de romanın birinci sınıf örneklerinin, 1950’lerden sonra, Britanya doğumlu olmamakla birlikte dekolonizasyon devrinde Britanya’ya yerleşmiş eski sömürge uyrukları tarafından yazıldığını ve bunun İngiliz edebiyatında bir çeşit melezleşme ve dışa açılma anlamına geldiğini söyler. Bunun en iyi örnekleri Salman Rushdie, Kazuo Ishiguro, V. S. Naipaul’un eserleridir
Afrika kökenli post kolonyel yazarlardan bazıları ise Chinua Achebe, Wole Soyinka, Nadime Gordimer, Nureddin Farah, J. M. Coetzee, Ngugi wa Thiong’dır. Bu yazarların hepsi post-kolonyal devirde, yani kolonyalizmin Afrika’dan geri çekiliş evresinde eserlerini İngilizce ya da Fransızca yazdılar. Hepsi çok-dilli bir kıtaya doğmakla birlikte dünyaya en kolay açılabilecekleri dillerde ve ülkelerde yazmayı tercih ettiler

1948’de Tanzanya’ya bağlı Zanzibar’da doğan Gurnah, 1968’e kadar memleketinde yaşamış, 20 yaşında İngiltere’ye göç etmiştir. Tanzanya’dan İngilizlerin 1961 yılında çekilmiş olduğu düşünülürse Gurnah sömürgeci ve postkolonyal dönemin bir kısmını ülkesinde yaşamış ve 1964’teki ayaklanmaya şahit olmuştur. Bu durum da onun romanlarını etkiler. Gurnah, anadili Svahili dışında Arapça ve İngilizce öğrenmiş; kolonyal dönemin hâlâ canlı kalıntıları olan gezginlerle, tüccarlarla, denizcilerle, göçmenlerle tanışmıştır. Gurnah romanlarına oradan oraya göç eden karakterler ve beraberlerinde götürdükleri hikâyeler bir devingenlik katar.
Gurnah, genellikle, sakin bir dille, sosyal eleştirileri dengeli bir üslupla yazar. “kolonyalizme karşı mücadele” onun eserlerinde sert bir şekilde yer almaz.
Gurnah’ın kendisi “Learning to Read”te (Okumayı Öğrenmek) İngiltere’ye yerleştikten sonra İngilizceyle kurduğu ilişkiyi şöyle anlatır:
İngiltere’ye ilk geldiğim yıllarda yazmaya başlamıştım. Ayrıca elime geçen her şeyi okuyordum. İngilizce zamanla bana geniş, ferah ve misafirperver bir dil gibi gelmeye başladı.
Yazarı Nobel edebiyat ödülü alması sayesinde tanıdım, kitap kulübümüzde bir kitabını okumaya karar verdiğimizde, acaba çevirisini bulabilir miyiz diye kaygılarım vardı. Geçen sene Nobel kazanan şair Luisa Glück’ün eserlerinin çoğu dilimize çevrilmemişti. Gurnah’ın kitaplarının birkaç yıl önce çevrildiğini gördüğümde de şaşırdım açıkçası sonra Murat Belge’nin Gurnah’ın parlak bir yazar olduğunu söylediğini okudum. Murat Belge’nin önerisi ile Gurnah’ın On romanından altısı Türkçe’ye çevrilmiş. Bu romanlar Cennet, Deniz Kenarında, Son Armağan, Sessizliğe Hayranlık, Terkediş, Kumdan Yürek.
Abdulrazzak Gürnah İngiltere’de kolonyal periyot konusunda uzmanlaşan; başta Doğu Afrika olmak üzere, Karayip ve Hindistan edebiyatının sömürgecilikten nasıl etkilendiğini araştıran bir akademisyen, romanlarında bu altyapısının da katkısıyla geçmişine sıkışıp kalan, oradan sıyrılmak isteyen ve kolonyal periyotla hesaplaşan karakterleri aracılığıyla okurla iletişim kuruyor.
Sömürgecilik döneminden kalma kültürel sorunları ve kimlik problemlerini, hatırlama-unutma bağlamında, karakterlerin kültürel ve politik geçmişine dayanarak çözümleyen Gurnah, bunları coğrafyayı terk etme, orada kalma ve oraya geri dönme gerilimleriyle besliyor. Bu anlatılara paranoya, yabancılaşma, yersiz-yurtsuzluk kavramları ve deneyimleri ekleniyor. Gurnah; sömürgeciliğin, despotluğun ve geleneklerin, birey ve toplumdaki izdüşümlerini karakterleriyle ve onların dünyayla ilişkisiyle ete kemiğe büründürürken kişilerin benliğine ve sosyal hayata sinmiş suçluluk duygusunu, örselenmişliği ve aidiyet bunalımını, herhangi bir ajitasyona başvurmadan işliyor. Diğer bir ifadeyle Gurnah, kolonyalizm ve onun kolaylaştırıcısı konumundaki despotların bir noktada birleştiğini mitlere, kutsal kitaplara ve Doğu Afrika geleneklerine dayanarak anlatırken klişe ve genellemelerin körlüğünden uzak duruyor
Kitaplarında, çocukluğunda aldığı İslami eğitim ve öğretimin yansımalarına rastladığımız Gurnah, İngiliz okullarının ve kültürünün Doğu Afrika’da yarattığı ikilemleri de işliyor satır aralarında. Sömürgecilerin Doğu Afrika’ya dayattığı eğitim-öğretim ve kültür anlayışının, bölgenin esas sahiplerinde yarattığı travmaları anlatırken coğrafyanın kaderini belirleyen kölelik, İslamofobi ve tarihyazımı gibi hayati konulara da romanlarında yer verip Doğu Afrikalılık ve modernlik çelişkisini siyaset ve kültür bağlamında ele alıyor.

Okuduğum Sessizliğe Hayranlık’ta ana kahramanımız adını bile bilmediğimiz sanki kimliği de eksik bir sessiz bir anlatıcı. Zanzibar’ın Arap kökenli ailelerinden, yeni rejimin Araplara yaptığı baskılar nedeniyle 20’lerinde İngiltere’ye göç etmek zorunda kalmış kırklı yaşlarının başında bir öğretmendir. Hep “gerçekleştirilememiş insan” olarak tarif ettiği kendisinden de hoşnut değildir; akademik hayatına devam etmemiş, öğretmen olmakla yetinmiştir. Burjuva kökenine isyan edip onunla evlenen İngiliz karısı Emma ve kızı Amelia ile yaşayan bu adam göğsündeki ağrılar üzerine, doktorunun tabiriyle “kalbinin haşat olduğunu” öğrenir. Belki de bu sebeple, yıllar sonra Zanzibar’ı, ailesini ziyaret eder. Bu ziyaret kendi geçmişine yaptığına arkeolojik bir kazıdır aslında. Ülkesine giderken valizine bir sırrı da koyar anlatıcı; ailesine Emma ve Amelia’dan hiç bahsetmemiştir. Üstelik sakladığı tek sır bir aile kurmuş olması değildir; kurduğu ailesinden de içinde doğduğu aileyi saklamıştır. Anlatıcı bu iki sır arasında yeni bir hayat inşa etmiştir kendisine. Emma’dan hangi gerekçe ile ailesine ait gerçekleri sakladığı belirsizdir, muhtemelen yeni bir başlangıç yapma imkânı ve yabancı oluşunun ilgi çekiciliğinin yarattığı etki cazip gelmiştir. Tek bildiği geçmişini yeniden kurguladığı, kendi hikâyesini baştan yazdığıdır; “Neden bazı şeyleri saklamaya başladığımı, bazılarını değiştirdiğimi, bu kadar kapsamlı bir şekilde uydurduğumu tam bilmiyorum. Belki tarihimi kendim için temize çekmek istiyordum, benim hakkımdaki tanımına uymak, gönülsüzce yüklendiğim bir geçmiştense kendi seçimime yakın bir geçmiş kurmak…” Olmayan bir baba, dayı olarak anlatılan bir üvey baba, gerçek olmayan bir hayat anlatır Emma’ya.
Zanzibar’a dönmesi ile yüzleşmesi gereken ne varsa bir bir karşısına çıkmaya başlar. Tuvaleti tıkalı ev, kesik elektrik, yetersiz sabun, diş macunu, pirinç karşısında isyan etmesi kız kardeşinin çikolata ya da parfüm yerine bunları getirmesinin aslında daha doğru olacağını söylemesiyle suçluluğa dönüşür. Annesi onları getirse gümrükte el konacağını söyleyerek onu rahatlatır. Annesinden babasına ait gerçekleri öğrenir, ardından da kendi hikâyesinin içinde nasıl yalnızlaştığını, annesinin ondan nasıl uzaklaşıp yeni düzenine kapıldığını anımsar. Tam da bu sebeplerle çocukluk yıllarında da yaşadığı eve ve aileye ne denli aittir bilinmez.
Misafirliği süresince, Zanzibar’ın politik ve sosyal koşullarının dönüşüp dönüşmediğini, yeni düzeni gözlemleme fırsatı da bulacaktır. İngiltere’de hiç camiye gitmediği halde Zanzibar’da Vahabi üvey babası ile camiye namaza gitmeye başlar, eski tanıdıkları ile tekrardan iletişim kurmaya çalışır ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın aslında bir yabancıdır. Annesi evlenip Zanzibar’da kalmasını ister, hatta ona evlenmek için bir eş adayı bile bulur. Bu sırada devlet yetkilileri de bir projede çalışmasını önerirler. Ancak o uzun süreden beri başka bir hayatın, başka bir yerin insanıdır. Onlardan gizli kurduğu aileyi öğrenen annesi oğlunu unutmaya karar verir, temas ettiği insanlar onu kendi halkına yabancılaşmakla suçlarlar. Gitmemiş, kaybolmuştur onlar için; babası gibi. Kötü olan yaşamını sürdürdüğü yere ne kadar ait olduğunu da bilmemesidir. Hayatını paylaştığı kadın ondan uzaklaşmaya başlamıştır, kızı tarafından beğenilmez, aciz biri olarak kabul edilir. Bundan sonra kimin zihninde var olacaktır?
“Sessizliğe Hayranlık” ülkesini terk etmek zorunda kalan bir adamın hikâyesi olduğu kadar onunla aynı kaderi paylaşan pek çok göçmenin de hikâyesi. Öteki olmak ve bu yüzden kendini kabullendirmek zorunda kalmak… İster Zanzibar’dan ister Hindistan’dan gelmiş olsun; sevgilisinin ailesi ile tanışırken, doktor muayenesinde, iş yerinde, pasaport kontrolünde ve hatta kendi kanından olan insanlar tarafından zımnen ya da alenen, ayrımcılığın her türlüsüne maruz bırakılmak. “Persona non grata” olmanın ete kemiğe bürünmüş hali.
Ele aldığı kavramların hepsine yakından bakarken hem terk edilen hem de sığınılan yere de olabildiğince tarafsız yaklaşıyor Gurnah. Yer yer sınıf tartışmalarını, Zanzibar’ın siyasi tarihini de olay örgüsünün dokusuna işlediğini görüyoruz
Sakin, süslemelerden soyutlanmış, gerçekçi bir dili var. Bin bir gece masallarının, Kuran hikayelerin, İranlı şairlerin etkisi yer yer metinde hissediliyor. Toplumsal olaylar örneğin sömürgecilik, Zanzibar Devrimi gibi tarihi gerçeklerin yol açtığı sorunlarla kahramanımız sessiz anlatıcının hayatı arasındaki bağı çok başarılı kurmuş. Anlatıcının psikolojisini anlamaya çalışırken geniş bir perspektiften dönemi, sosyolojik olguları da kavrıyoruz.
Tüm romanlarında hemen hemen aynı temaları işleyen yazar göçmenlerin trajedisinde, sömürgecilik sonrası Afrika’nın kaderinde, Avrupa’da ötekileşen ve yalnızlaşan post kolonyel kimliklerin sorunlarında öncelikle kabahatliyi bulmaya çalışmıyor, olanı anlamak ve anlatmak derdinde. Sessizliğe Hayranlığı okurken ülkemizde yaşananları da düşündüm, sürekli artan dolar, ekonomik zorluklar, artan siyasi baskılar ve kurtuluşu yurtdışına çıkmak, göçmen olmak isteyen gençleri düşündüm. Türkiye için de bir yüzleşme romanı olabilir mi diye zihnimden geçirdim. Abdulrazak Gurnah edebiyatının evrensel bir söylemi olduğunu düşünüyorum. Edebiyat eleştirmeleri 21. Yüzyılın başının feminist, ekokritik ve post modern edebiyata odaklanmış olsa bile bu trendin değişmekte olduğunu ve yüzyılın ortalarına doğru göç, göçmen olmak ve mülteci sorunun tüm dünya edebiyatının başlıca konularından biri olacağını söylemektedirler. 2021 Nobel Edebiyat Ödülünün Abdülrazak Gurnah’a verilmesi de bunun önemli bir göstergesidir.
Kaynakça :
www.bbc.com/news/world-africa-59178826
www.nytimes.com/2021/10/07/books/nobel-prize-literature-abdulrazak-gurnah.htm
www.kayiprihtim.com/inceleme/abdulrazak-gurnah-hakkinda-azinliklarin-yankisi/
www.yenisafak.com/hayat/abdulrazak-gurnah-kayip-vatan-3711656
sendika.org/2019/08/neresi-sila-bize-neresi-gurbet-557791/
www.birikimdergisi.com/haftalik/10746/abdulrazak-gurnah-post-kolonyal-edebiyatin-kirik-aynasi