Sanatı yaşarken yeterince gün ışığına çıkamamış olsa da 19. yüzyılın en önemli Amerikan şairinden biridir, erkek şiir kanonuna dahil olan ilk kadın şairdir. 19 yüzyıl edebiyatını düşündüğümüzde eşit derecede etkili başka bir çağdaş Amerikan şairi, Walt Whitman olabilir.

“Şiir”, Yunanca “poesis” – “yapmak” kelimesinden türetilmiş bir terimdir. Özellikle Emily Dickinson’ın şiiri, alternatif dünyalar yaratarak değil, bu dünyayı görme biçimlerimizi yeniden şekillendirerek, betimlediği dünyaları “yapar”.

Kitap gibi Firkateyn yok götüren

Uzak İllere bizi

Ne de Küheylan bulunur bir Sayfa

Şahlanan Şiir gibi-

Dickinson’ın metaforları, etrafındaki dünyayı rutinleştirmek yerine, onun çevresini anlamlı ve hatta muhteşem şekillerde yeniden “inşa etmektedir”. Dünyaları, “ormanların düşene kadar dörtnala koştuğu“, “unsurların” birbirinin yerine geçebildiği ve tersine çevrilebildiği, “mor gemilerin nazikçe savurduğu / Nergis denizlerinde” yerlerdir.

“Gökleri açıklayabilir miyim?”

Bir şiirde diğerlerinde cevap verilir;

 “Beyin gökten geniştir/Çünkü yan yana koy, /Birini içine alacak diğeri/Kolaylıkla sen de yanında“.

Alışılmadık kırık kafiye ölçüsü, kısa çizgiler, cümle içinde rastgele büyük harf kullanımının yanı sıra yaratıcı metaforları ile diğer şairlerden farklıdır. Edebiyat çevreleri o dönemde, bu tür bir yeniliğe (veya kime sorduğunuza bağlı olarak anarşi) hazır olmasa da çizgiler Dickinson şiirinde önemli roller oynar. Ton ve ritim oluştururlar, belirli kelimelere veya cümlelere vurgu yaparlar ve sık sık araştırdığı yaşam, ölüm ve sonsuzluk konularını yansıtmak için tematik işaretçilerdir. Dilbilgisi tutarsızlıkları açısından güzel bir şekilde tutarlıdır ve şiirini bu kadar unutulmaz kılan da budur Dickinson şiirleri sadece kapalı ve derin anlamlar içermekle kalmaz, zaman zaman İncil pasajlarına, dönemin önemli olaylarına yahut Shakespeare oyunlarına gönderme yapar.

Bir şair olarak Dickinson’ın özel yeteneklerinden biri, soyut kavramları somut imgelerle anlatabilme yeteneğidir. Pek çok Dickinson şiirinde, soyut fikirler ve maddi şeyler birbirini açıklamak için kullanılır, ancak aralarındaki ilişki karmaşık ve öngörülemez kalır.  Sinekler üzerinden ölümü anlattığı bu şiirinde olduğu gibi:

Yaşam öyküsü de şiirleri kadar katmanlı ve ilginçtir. Varlıklı Prüten bir ailede doğmuştur. Prütenler siyasal bir yanı da olan, hoşgörüsüz bir dinsel topluluktur. Ailesi Emily’nin doğduğu kentin (Amherst Massachuset) ve eğitim gördüğü okulun (Amherst Koleji) kurucularındandır. Göç ettikleri İngiltere’yi, dünyayı ve dünya işlerini reddederler. Emily’nin yaşadığı dönemde kasabada eğlence merkezi, tiyatro yoktu.  Dinsel müzik dışında müzik yasaktı. Ev ziyaretlerinde dinsel konuşmalar en büyük sosyallikleriydi.  Emily’in babası Edward Dickinson, önemli bir avukattı, iyi bir babaydı, ancak ciddi mizacının yanı sıra kuralcı yapısı, onda ulaşılmaz bir görüntü yaratıyordu. Emily’nin şair olmasına her zaman karşı çıkmıştı. Kızına aldığı kitapların haddi hesabı yoktu, ancak bunlar, Emily’nin okumak istediği türden kitaplar değildi. “Bana bir sürü kitap alır – ancak aynı zamanda kitap okumamam için bana yalvarır,” diyordu Emily, babası için. Babasının ona aldığı kitaplar, genç kızın düşünce yapısını geleneksel köşelere çekme odaklıydı ve bunları okumasını istiyordu. Edward Dickinson’ın korkusu, çok zeki ve asi kızı Emily’nin, aklını çelecek ve düşünce yapısını değiştirecek kitaplar okumasıydı.

Emily, Amherst Academy’de yedi yıl eğitim gördü (1940-1847). Asi bir öğrenciydi, dini düşünce sistemini sorgulardı. İngilizce ve klasik edebiyat, Latince, botanik, jeoloji, tarih, “zihinsel felsefe” ve aritmetik dersleri aldı. Okulda Abiah Root, Abby Wood, Jane Humphrey ve Susan Huntington Gilbert (daha sonra Emily’nin kardeşi Austin ile evlenen) gibi ömür boyu arkadaş kalacağı insanlarla tanıştı. Dönemine göre de iyi bir eğitim aldığını söyleyebiliriz.

Sosyal hayata çok şey öğrendiği arkadaşları da vardı. Babasının bürosunda çalışan genç Avukat Benjamin Franklin Newton, ona edebiyatta yol göstermiş, babasından gizli Wordsworth, Coleridge, Emerson kitapları getirmiş, ayrıca Emily’nin dinsel inançlarını da etkilemiş olabilir. Emerson okuyan Emily Transandantalizm’den etkilenir. Emily Dickinson’ın bazı şiirleri transandantalist (aşkıncı) gibi görünse de pagan olduğu da söylenir. Emily aslında evrensel gerçekleri aramaktadır: Yaşam duygusu, ölümsüzlük, Tanrı, inanç, insanın evrendeki yeri Emily Dickinson şiirinde sorgulanır. Emily Dickinson mutlakları sorgular ve argümanları çok yönlüdür.  Var olan kilise yerine doğayı yeğlemekte, Tanrı ile aracısız konuştuğunu dile getirmekte, güzel sesli göçmen kuşun ilahi okuduğu, meyve ağaçlarının oluşturduğu çatısının altında Tanrı’nın kendisinin vaaz verdiği bir tapınağın ilahilerini yazmaktadır.  Cennetin yolunu çoktan tuttuğunu, kilise “müdavimlerine” müjdeleyerek.

Şiirlerinin çoğunu ithaf ettiği Charles Wadsworth, evil bir din adamıdır. Emily, entelektüelliğine çok katkısı olmuş bu genç adama karşı, büyük ihtimalle karşılık göremediği duygular beslemiştir, bu da genç kızı daha da içe dönük bir hale getirmiştir. 1858’den 1861’e kadar “Usta Mektupları” olarak adlandırılan üç mektup yazmıştır.  Sadece “Usta” olarak anılan, bilinmeyen bir adama kaleme alınan bu üç mektup, hala tartışılsa da Wadsworth’a, yazıldığı düşünülmektedir.

Nisan 1862’de, edebiyat eleştirmeni, radikal kölelik karşıtı ve eski bir bakan olan Thomas Wentworth Higginson, The Atlantic Monthly için yazdığı makalesinde hevesli genç yazarlara yönelik, yayınlanmak isteyenler için pratik tavsiyeler vermeye başlar. Emily’nin de ilgisini çekmişti.

  • Bay Higginson, Dizeleriminhayatta olup olmadığını söyleyemeyecek kadar derinden meşgul müsünüz?
    Zihin kendisine çok yakın – açıkça göremiyor – ve soracak hiçbir şeyim yok –
    Nefes aldığını düşündün mü – ve bana söyleme boşluğuna sahip olsaydın, hemen minnettar olmalıyım –
    Hata yaparsam – cüret ettin söylemek için – bana daha içten bir şeref veririm – size karşı –
    İsmimi eklerim – sizden rica ederim – Efendim – bana neyin doğru olduğunu söylemenizi ister misiniz?
    Bana ihanet etmeyeceğinizi – sormaya gerek yok – çünkü Şeref kendi piyonudur

ve dört şiiriyle birlikte bir zarfa eklemişti.  Bu teatral mektup imzasızdı, ancak adını bir karta koymuştu. Higginson şiirleri övse de basılmaları için değişiklik gerektiğini belirtti. Emily bu değişiklikleri yapmadı. Şiir yayınlatmanın kendisi için gök kubbeden Fin’e kadar uzak olduğunu söyledi ama aynı zamanda “Şöhret bana ait olsaydı, ondan kaçamazdım” dedi.  İkili arasından çok uzun sürecek bir mektup arkadaşlığı başlamıştı.

Her şeyi alıp götürsen

Geride çalmaya değen

Tek bir şey kalır – Ölümsüzlük.

Emily, genç yaştan itibaren ölüm korkusuyla baş etmeye çalışır, özellikle de ona yakın olanların ölümlerinden rahatsızdır. Kuzeni ve yakın arkadaşı Sophia Holland Nisan 1844’te öldüğünde Emily travma geçirmiş, ailesi onu iyileşmesi için Boston’a göndermiştir.

Bu travmadan neredeyse 20 yıl sonra 1862’de en meşhur ölüm şiirini yazacaktır.

1862’de tümüyle eve kapanmıştır. Eve kapanması odasından çıkmamak değildir. Emily Dickinson ile sık sık gündeme getirilen şeylerden biri, onun sözde “inzivaya çekilmiş” yaşam tarzıdır. Ancak, “çok içe dönük” halinin, dönemin siyasi ve sosyal geleneklerine bağlı kalmanın bir meydan okuması olduğu da görülebilir. Headstuff.org tarafından yayınlanan “Emily Dickinson, Münzevi Şair” makalesinde, Dickinson’ın münzeviliğinin bir şair olarak onun üzerindeki etkisini anlatmak için bu tema uzun uzadıya tartışılıyor. “Evden nadiren çıkıyordu ve birkaç kez görüldüğünde de genellikle beyaz bir elbise giyiyordu”. İlginçtir ki, genellikle giydiği beyaz elbise, saf yaşamına ve içinde olan ya da olmayan şeylere özel bir önem katıyor. Dickinson, zamanın “tipik” kadını değildi ve toplum tarafından konulan sınırlar şöyle dursun, herhangi bir sınıra nadiren uyuyordu. Evde kalarak toplumsal sınırlara uymayarak, uygulayacağı kendi anaerkil güç duygusu vardır. Kendi evinde olup biteni ve olmayanı kontrol edebiliyordu.

Ciddi bir şey –

öyleydi –  dedim –

 Bir Beyazlı – Kadın – olmak –

eğer Tanrı beni uygun sayarsa –

 Ve giymek -Onun kusursuz gizemini

Eve kapandıktan sonra da bahçede çalışır, iyi bir botanikçidir.  Dickinson ailesi, döneminin en büyük yerel gül bahçelerine ve incir ağaçlarına sahipti. Emily, dokuz yaşından itibaren botanik dersleri almaya başlamıştı ve büyük bahçelerinde devamlı ekip biçip meyve yetiştirmek onun en büyük tutkusuydu. Elma, armut, erik, kiraz ve incir ağaçlarının yanında renk renk çiçekler yetiştirdiği bu bahçe üzerine yazan Judith Farr, Dickinson için şunları söyler: “Yaşamı boyunca şairliğinden ziyade bahçıvanlığı ile tanınıyordu”.

Dickinson’ın bahçesinin ve bahçesindeki düzenin gerçekte onun dünya görüşünü ve günlük yaşam pratiklerini yansıttığını söylemek mümkündür. Farklılıkların çokluğuyla ve çoklukların farklılıklarıyla yaşamayı, döneminin ötesine geçerek doğayı sadece bir metafor olarak görmenin dışına çıkar ve insan olmayan diğer her şeyle “birlikte olagelme” sürecine dahil olmayı kuvvetle sezer Dickinson.

Bir damla yağmur düştü elma ağacına,
Bir başka damlayla buluştu çatı;
Derken yarım düzinesi öpüştü saçaklarla,
Güldürdü yan duvarları.
Denize yardım olsun diye giden
Çayın yardımına koştu birkaç damla.
Bunlar, gerdanlıklara dizilen
İnci taneleri miydi yoksa?
Tozlar yer değiştirdi yolun üst tarafında
Kuşlar şen şakrak bir şarkıya durdu;
Güneş şapkasını fırlattı uzaklara,
Meyve bahçeleri ışıltılarla doldu.
Kederli lavtaların sesini getirdi rüzgâr,
Ve neşeyle yıkadı onları;
Bir tek bayrak açtı Doğu ve uzaktan
Bu şenliğe attı imzasını
.

Dickinson’ın şiirinde botanik terimlere oldukça sık rastlarız. “Çiçek tacı” (corolla), “kaliks çiçek” (calyx), “erkek organ-bitki” (stamen), veya “tohum zarfi” (capsule) bunlardan sadece birkaçı. Çiçeklenen her sözcükte bitkilerin, insanların ve mekanların mevsimlere göre yaşadığı dönüşümlerde birbirlerini dönüştürdüklerinin sırrı saklıdır. İlkin toplayıp sonra kuruttuğu ve özenle sakladığı çiçekleri onun hep çok merak ettiği ölüm sonrasına ve var olma biçimlerine bir göndermedir aslında. Ancak aynı zamanda yaşamın kutsanışıdır. Güller, leylaklar, elmalar, mantarlar, şakayıklar ve gelinciklere kadar çiçeğinde gizler Dickinson kendini ve şunları söyler:

Çiçeğime gizledim kendimi,
Hani şu göğsümdeki. Göğsünde taşıdığın, habersizce,
Ve sen, kuşkulanmadan, beni de taktın yakana-
Yalnız melekler bilir ötesini.
Çiçeğimde gizledim kendimi,
Hani şu solup giden vazondaki
Ve sen kuşkulanmadan, benim yerime de hissettin
Adeta bir kimsesizliği

Emily 55 yaşında Bright Hastalığından aramızdan ayrıldı. Tabutu nergislerle kaplıydı, ve Higginson, Emily’nin en sevdiği şair’den  Emily Bronte’den “Korkak Ruh Benim Değil” şiirini okudu. Amherst’teki Triangle Caddesi’ndeki Batı Mezarlığı’na gömüldü

Kızkardeşi Lavinia, onun odasındaki yüzlerce şiiri buldu, bu şiirler, kâğıtların iki yanına da yazılmış, birçok sözcüklerin önüne x işareti konularak, sayfa sonuna konulan x’lerle yeni sözcükler önerilmiş, bilmece metinlerdi. Sayfalardaki ve sayfa sonlarındaki x’lerin aynı karakterde oluşu ve çokluğu, hangi sözcüğün, metindekine yeğlendiğini ve hangi sözcüğün hangi sözcüğe karşı önerildiğini anlamayı zorlaştırıyordu. Bu şiirlerin düzenlenip yayımlanması dört yıl sürüyor.  116 şiir, 12 Kasım 1890’da yayımlandı ve çok ilgi gördü, görmeye de devam ediyor.

Harold Bloom Emily hakkında şu yorumu yapmıştır“Shakespeare’i saymazsak – Dante’den bu yana en çok bilişsel özgünlük gösteren Batılı şairdir. Bu konuda en yakın rakibi onun gibi her şeyi kendisi için yeniden kavramlaştıran Blake olabilir. Fakat Blake sistematik bir mit yaratıcısıydı, Dickinson ise her şeyi yeniden düşündü ama sahne oyunları ya da mitik şiirsel epikler yerine lirik düşünceler yazdı.”

Kaynak:

https://www.torch.ox.ac.uk/article/other-worlds-in-emily-dickinsons-poetry

vassarcriticaljournal.vassarspaces.net/issues/spring-2021/emily-dickinson-reframing-patriarchal-objectification

https://aklinizikesfedin.com/emily-dickinson-ve-icindeki-seytanlar/

https://www.poetryfoundation.org/poets/emily-dickinson

worldhistoryedu.com/emily-dickinson-history-major-works-and-achievements/

http://www.felsefetasi.org/emily-dickinson/