Telefonu çaldı. Sekreteri arayanın kardeşi Hamit Bey olduğunu söyledi.
“Bağla bağalım.” dedi kesin bir ifadeyle. Şehre geleli yirmi seneden fazlaydı ama aksanını değiştirememişti bir türlü, olsun varsın, çalışmış, didinmiş ve zengin bir işadamı olmuştu.
Az mı korkmuştu ilk geldiğinde. Ortaokulu bitirir bitirmez şehre göndermişti anası. En büyük erkek çocuk olunca ailenin yükü omzundaydı, bilirdi. Köyden çıkıp elinde bir çantayla dolaştığı ‘perşembe pazarında’ öğrenmişti ticareti. Ticaret güzel işti. Kazancı yüksekti.
“Merhaba abi.” dedi karşıdaki ses. “Seni bir ziyaret etmek isterim uygunsa.”
“Buyurunuz efendim.” dedi. “Müsaidiz tabii ki”.
Biraz sonra sekreteri kardeşinin geldiğini haber verdi. Kapıya baktı, “Gel hoca.” dedi.
Kardeşi ceketinin önünü ilikleyerek içeri girdi. Adımları ürkek, kendine gösterilen koltukta yerini aldı.
“Nasılsın abi? İşlerin yolundadır umarım.”
“Yolunda çok şükür, çalışıyoz, sizin gibi böyle boş vakdimiz yok. Buyur hoca seni dinliyom.” dedi
“Abi, biliyorsun bir tayin durumum vardı. Sana haber vermek, senin de onayını almak için geldim. Milas’a tayinim çıkmış sonunda. Ben şahsım adına çok sevindim. Biliyorsun büyükşehirde yaşamak maddi açıdan beni yoruyordu.”
“Hayırlısı olsun.” dediyse de dudakları gerilmişti. “Böyükşehirde yaşamayı bilmez isen, yormakla galmaz yutar senin gibi zavallıları.”
“Şartlar elvermedi diyelim.”
“Şartlar bağa elverişli miydi sanki? Anamdan aldığım bir altın lirayla geldim bu şehre. Çok çalıştım, okumadım, okuttum, bir gartal gibi kol ganat gerdim, istedim ki ailem en yökseklerde olsun.”
“Benim okutmak, iyi bir eğitim almam için verdiğin uğraşlara çok teşekkür ediyorum. Okudum, sayende öğretmen oldum, bak karşındayım işte!”
“Öğretmen oldun, eyi gözel ama senin için neler hayal ettiydim neler, müfettiş olacağıdın hani?”
“Evet hatırlıyorum. Daha mezun olmadan kartvizitler bastırdın adıma”
“E tabii, kendimi okutsaydım şimdiye pröfesördüm.”
“Müfettiş olsaydım bundan kazancın ne olacaktı merak ediyorum.”
“Benim senden ne gazancım olacak? Asıl senin en büyük şansın benim gibi abiye sahib olmak.”
“Ailede okumuş yüksek makamda biri senin için bir itibar kazancı diyelim. Kendin müfettiş olmuşçasına bir paye çıkaracaktın.”
“Ben köyün en akıllı talebesiydim bir kere. Bir gün elimde garnemle anama goştum. Bak ana, hepsi pekiyi dedim. Ama anam…”
Duygulanır oldu. Cebinden mendilini çıkardı. Eliyle gözlerini sildi.
“Anam beni goyunları otlatmaya gönderdi. Köyde iş çoğudu. Ama beni düşündü yine de. Üzerime şalını verdi üşümeyim diye. Ah anam, canım anam…”
“Şehre okuman için gönderdi annemiz seni. Sen okumadın ticaret yaptın.”
Kardeşinin yüzüne dik dik baktı. Fazla cesaretlenmiş konuşuyordu. Öne doğru eğildi.
“Ailemi adam etmek için uğraşdım didindim, gençliğimi feda etdim ama yazık ki sizin gibi beceriksizlerden iş çıkmazmış.”
“Biz ‘iş’ miyiz?”
“İş değilsiniz dabii. İşe yaramazsınız diyom zaten.”
“Sana göre hep böyleyiz. Kız kardeşim de işe yaramaz.”
“Yarasaydı, hâlâ köyde anamın dizinin dibinde oturmazdı.”
Ağzının kenarında biriken tükürükleri mendiliyle sildi.
“Kardeşimiz köyde çiftçilik yapıyor ve çok mutlu, çünkü üretiyor, ticaret tabii ki önemli ama üretmeden neyin ticaretini yapabilirsin? Ya ben… Ben de yetiştirdiğim çocukları gördükçe mutlu oluyorum. Toplum bilgili ve doğru insanlar olmadan nasıl kalkınabilir? Her şeyi parayla ölçemezsin.”
İşine gelmediği yerde konuyu hızlıca kendi tarafına çevirmeyi bilirdi.
“Evet” dedi “Geçiniz, gonumuza gelsek.”
“Abi kiradayım biliyorsun.”
“Bilmez miyim? Sana o kadar söyledim. Gandilli’deki araziyi al, üstüne apartıman dikersin diye. Şimdi ne kira derdin vardı, ne de para. Sen almayınca başkası gaptı ve yedi gatlı apartımanı dikti bi çırpıda. Keşke ben alaydım. Senin yüzünden zarar ettim.”
“Abi biliyorsun orası yeşil alandı. Belediyenin planlarına göre orada ne imar ne de iskân izni vardı.”
“Yapan nasıl yaptı o zaman? Üstelik arkasında bir abisi yoğiken.”
“Belediye sonradan izinleri verdi. Nerden bilebilirdim?”
“İşte siz bu gafayla fare deliğine giremezsiniz. Yazık ki öğretemedim size bir şey. Nefesimi tüketemem, üzgünüm. Kim bilir bu gafayla nerelere gidersin daha?”
“Nereye gidersem gideyim hakkımla gideyim. Bunlar benim doğrularım.”
“Gazanmak haktır. Ben iş adamıyım. Nereye yatırım yapılır bilirim çünkü ileriyi görürüm. Sen azla yetinirim diyorsun ama yetmeyecek, ağlaya ağlaya gelecen buraya. Para güçtür. Güçlü olan haklıdır, unutma!”
“Senin de paradan başka bir şey bildiğin yok be abi. Düşüncenin gücü vardır, paranın değil. Ben kendi gücüme inanıyorum, sense paranın. Ünlü filozof Descartes “Düşünüyorum öyleyse varım.” demiş. Gün gelecek zamanın gerisinde kalacaksın. O zaman benim bilgime ihtiyaç duyarsın, belki sen beni bulursun bu sefer.”
Dudaklarından hafif bir gülümseme geçti. Meydan okumaları severdi.
“Görüşürüz o zaman.” dedi
Konuşmanın bittiğini ifade edercesine elini kaldırdı, sekreterini çağırdı.
“Gızım misafirimiz gurbete gidiyormuş. Ona bir gaave ikramımız olsun, hatırımızı unutmaz inşallah.” derken pişkince gülüyordu.
Alev Ramiz
O kadar alışık karaterler ki her biri gözümün önünde beliriverdi. Yüreğinize sağlık.
BeğenLiked by 2 people
Alev Ramiz Çok Güzel Bir Hikaye Olmuş… Emeğine Sağlık..
BeğenLiked by 3 people
Degerli blogger imizin begendigine cok sevindim.
BeğenLiked by 2 people
Son cümleye kadar kim “haklı”, kim değil emin olamadım (hala değilim) 🙂 Güzel bir diyalog olmuş, ellerinize sağlık.
BeğenLiked by 3 people
Tesekkurler yorumu size bırakıyorum😀
BeğenLiked by 1 kişi