“Cortázar okumamış insan bir kader kurbanıdır. Eserlerini okumamak korkunç sonuçları olan, sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş bir insanın durumu gibi. Kişi yavaş yavaş mutsuzlaşır…ve belki de azar azar saçları dökülür.”
Pablo Neruda
Sıradan gibi görünen şeyler, meselâ bir köşesinde bitki duran bir ev, bu evin içinde dolaşan bir adam ya da rüyalar Cortázar’a yazmak için ilham vermiştir. Ele Geçirilen Ev‘i de gördüğü bir kâbustan esinlenerek yazar. “Tüm kalıcı öyküler, içinde uyuyan devasa bir ağacı saklayan birer tohum gibidirler. O ağaç bizde büyür ve gölgesi belleğimize düşer.” demiştir Cortázar. Ele Geçirilen Ev1, yaşadığımız dünyada pek çok insanın korkusunu, kâbusunu dile getiren kalıcı ve evrensel bir öyküdür. Kâbusların öyküye, öykülerin gerçeğe dönüştüğü bir dünyada yaşıyoruz. Her şeyin ele geçirildiği, “insanın düşünmeden yaşayabildiği” nin milyonlarca canlı kanıtı olan ülkemizde de bu öykü gerçek olabilir.”
Cortázar bu öyküyü yazdıktan beş yıl sonra, yani 1951’de, Peronist diktatörlüğün hüküm sürdüğü Arjantin’i terk edecektir. Sosyalist, aydın bir yazardır; Küba devrimini, Şili’de Allende’yi, Nikaragua’da Sandinista gerillalarını desteklemiştir. Yaşamının son yıllarını neredeyse tümüyle insan haklarına ve Latin Amerika’nın sorunlarına adar. 1984 yılında yapılan bir söyleşisinde bu uğraşlarından bahsederek, yazma konusunda kendisini eskisi kadar özgür hissetmediğini söyler ve şöyle der: “Demem o ki otuz yıl önce aklıma ne gelirse yazar, yazdıklarımı sadece estetik ölçütlere göre değerlendirirdim. Şimdi her şeyden önce bir yazar olduğum için yine estetik ölçülere göre değerlendirmeye devam ediyorum, ama ben artık acı çeken, kafası Latin Amerika’daki durumla son derece meşgul olan bir yazarım. Dolayısıyla bu endişe bilerek ya da bilmeyerek yazılarıma da sızıyor. Aslında bunlar hâlâ fantastik hikayeler. Taraflı, bugünkü deyimle angaje bir yazar için sorun yazarlığa devam edebilmektir. Eğer yazdıkları politik içerik taşıyan basit bir edebiyata dönüşürse bu alelâde bir durum olur. Birçok yazarın başına gelen de budur bugüne kadar. Yani asıl mesele dengeyi kurabilmektir.”2
Cortázar romanlarından çok öyküleriyle tanınmış bir yazar. Şimdi, içinde yaşadığımız günlerle çok örtüştüğünü düşündüğüm Ele Geçirilen Ev öyküsünden kısaca söz edelim. 1946 yılında yazılmış bu çok tanınmış öykünün orijinal adı Casa Tomada. Cortázar’ın yayımlanmış ilk öyküsü; yayımlanmasını sağlayan kişi ise daha sonra politik olarak ters düşecekleri Arjantinli yazar Jorge Luis Borges.
***
Öykü, yirminci yüzyılın ortalarında atalardan kalma eski, çok geniş, anılarla yüklü bir evde geçer. Kırkına merdiven dayadıkları halde evlenmemiş iki kardeşin neredeyse evliliğe benzeyen, evleriyle bütünleşmiş, sıradan bir hayatları vardır. Zamanlarının çoğunu bu geniş evi temizlemekle geçirirler. Kalan zamanlarında Irene sürekli örgü örer, erkek kardeş ise Fransız edebiyatıyla ilgilenir. Maddi sıkıntıları yoktur, çiftliklerinden gelen paralarla çalışmalarına gerek kalmadan hayatlarını sürdürürler.
Yaşadıkları ev iki bölümden oluşur, esas yaşam alanları olan birinci kısım ve uzun bir koridor ve meşe bir kapıyla ayrılan diğer odaların bulunduğu ikinci kısım. İkinci bölüme sadece temizlik yapmak için girerler. Eşyaların üzerinde inanılmaz toz birikir. Anlatıcı olan erkek kardeş, Buenos Aires’in temiz bir şehir olmasını içinde yaşayanlara borçlu olduğunu düşünür.
Yazar bütün bunları sakin sakin anlatır, fakat içinde insanı huzursuz eden bir atmosferi de sürekli hissettirir. Sonra birden olanlar olur, erkek kardeş mutfağa mate yapmaya gittiğinde halıya devrilen bir sandalye ya da bir konuşmanın boğuk mırıltısına benzeyen bir ses duyar. Hemen atılıp sürgüyü kapatır. Sonra sanki bir şey olmamış gibi matesini yapar, elinde tepsiyle Irene’in yanına gider ve “Meşe kapıyı kapamak zorunda kaldım, arka bölüme el koydular,” der. Irene’in tepkisi de tuhaftır: “Öyleyse bundan böyle bu bölümde oturacağız demektir.”3
Hiç tepki göstermeden durumu kabullenirler. Ele geçirilen ikinci bölümde çok şeyleri kalmıştır, fakat yaşamsal değildir. Fransız edebiyatı koleksiyonu da bunların arasındadır. Bu durumun bazı yararları da olmuştur, temizlik artık daha kısa sürmektedir. Erkek kardeş, kitaplar ikinci bölümde kaldığı için babasının pul koleksiyonunu düzenlemeye başlar. Örgü örnekleri ve pullar dışında işleri ve sohbetleri kalmamıştır. Anlatıcı şöyle der: “Keyfimiz yerindeydi. Yavaş yavaş düşünmeyi de kestik. İnsan düşünmeden yaşayabiliyor.”4
Kaçınılmaz son, nihayet gelir. Erkek kardeş bir gece yatmadan önce mutfağa gideceği sırada mutfaktan ya da banyodan gelen sesler duyar. Yaşadıkları bölümü de ele geçirmişlerdir. Irene’in kolundan tuttuğu gibi demir kapıya sürükler. Antrededirler. Yumak kapının öteki tarafında kalmıştır, İrene örgüyü elinden bırakır. Gecenin saat on birinde hiçbir şeylerini alamadan üstleri başlarıyla sokaktadırlar. Yazar şöyle söyler sokak kapısını kilitleyip anahtarı mazgallı deliğe atarken: “Neme gerek, zavallı bir serserinin içeri girip evi soymaya filan kalkmasını istemezdim. O saatte hem de ev ele geçirilmiş durumdayken.”5
***
Bu metaforlarla dolu öykü farklı yorumlamaları da beraberinde getirir. Edgar Allan Poe‘nun Usher Evinin Çöküşü öyküsüyle bazı benzerlikleri vardır. O kitapta da soylu bir ailenin son temsilcileri olan orta yaşlarda, evlenmemiş biri kız diğeri erkek ikiz kardeşlerin atalarından kalma, artık çürümekte olan malikaneleriyle bütünleşmiş öyküsü anlatılır. Kızda kalıtımsal bedensel, erkekte ise ruhsal rahatsızlıklar vardır. O, eski, çürümüş evin çektiği bütün acıları kendi bedeninde hisseden erkek kardeş, kız kardeşini öldü zannederek tabuta koyup geçici bir yere kapatır. Gerçekte ölmeyen kız kardeşi bir şekilde çıkıp onu bıçaklar, aynı anda kendisi de ölür ve evleri de üzerlerine çöker. Edgar Allan Poe, Cortázar’ın dokuz yaşındayken okumaya başladığı, yetişkinliğinde bütün öykülerini çevirerek İspanyolcaya kazandırdığı, çok sevdiği ve etkilendiği bir yazardır.
Cortázar’ın yalın bir anlatımı vardır, gereksiz ayrıntılara hiç girmez, sözcükler konusundaki bu tutumluluğu Borges’den öğrendiğini söyler bir söyleşisinde. Örneğin ne Irene’in ne de erkek kardeşinin fiziksel özellikleri ile ilgili bir bilgi yoktur. Erkek kardeşin adını bile bilmediğimiz gibi onun cinsiyetine dair ipucunu da bir ara nişanlı olduğu Maria Ester’in isminden çıkarırız. Fakat evin bölümleri bütün ayrıntısıyla verilmiştir. Plânı çizildiğinde; başı, gövdesi, kolları ve bacaklarıyla adeta bir karaktere dönüşen ev çıkar karşımıza, içinde yaşayan insanları yavaş yavaş içinden atan bir ev.
Ele Geçirilen Ev, psikolojik ya da başka birtakım yorumlara açık olsa da ben politik bir yoruma daha yakın olduğumu düşünüyorum. Öykü metaforlarla doludur; ev, ipler, tozlar, anahtar… Ev, yazar için Arjantin’dir muhtemelen, yıllarca hem atalarını hem de onları içinde barındırıp, sonra bilmediğimiz birtakım güçler tarafından ele geçirilerek onları içinden atar. Evin ele geçirilişinin bu kadar kolay olmasında, kuşkusuz ev sahiplerinin okuyucuyu şaşkınlığa düşüren kayıtsızlığının yattığını düşünmeden edemeyiz. İrene sürekli örgü örmektedir; o ipler, onların geçmişini geleceğe bağlayan, ninelerinden, dedelerinden kalma geleneksel yaşamın sembolü gibidir. Her gün temizlik yaparlar, sürekli toz yağmaktadır, bu tozlar gelmekte olan tehlikenin habercisi olabilir. Birinci bölüm ele geçirildiğinde kitaplar orada kalmıştır, bu bir tesadüf değildir. Her baskıcı düzenin önce; insanları düşündüren, dış dünyayla iletişimini sağlayan kitaplara, yayınlara yönelmesi bilinen bir gerçektir. Kahramanlarımız artık düşünmeden yaşamaya alışırlar. Tepkisiz boyun eğiş, kaçınılmaz sonu getirmiştir. Irene evi terk ederken yumağın öbür tarafa yuvarlandığını görerek, elindeki örgüyü orada bırakır. Geçmişle olan bağları ve kendi yazgıları üzerindeki hakimiyetleri de kaybolmuştur artık, ipler başkalarının elindedir. Sonunda erkek kardeş anahtarı mazgala atar, bu, yenilginin kabulünü ve geriye dönüşün de artık olmayacağını simgeler.
Latin Amerika edebiyatında öykü denince akla gelen ilk birkaç isimden biri, hatta kimilerince birincisidir Julio Cortázar. Yirminci yüzyılda Latin Amerika edebiyatına damgasını vuran büyülü gerçekçilik akımının temsilcilerinden sayılmakla birlikte onun edebiyatı; anlatıda kural tanımaz, yeniliklere açık, özgürlükçü tutumuyla modernizme daha yakın durur. Belçika’da doğup ömrünün ilk yarısını Arjantin, kalan yarısını Paris’de geçiren hem ülkesinin kültürünü yaşayıp hem de ona uzaktan bakabilmiş, büyülü gerçekçilikle modernizmi aynı potada eritmiş bir yazar olarak görebiliriz onu.
1914 Brüksel doğumludur. Evde Fransızca konuşulduğundan İspanyolca’yı 1919’da Arjantin’e göçtüklerinde öğrenir. Küçük yaşlardan beri fantastik edebiyatla ilgilidir. 1938’de ilk şiir kitabı Varlık yayımlanır. Eğitimini tamamladıktan sonra Fransızca edebiyat öğretmenliği, yayınevi yöneticiliği yapar, dergilerde eleştirel sanat yazıları yazar. 1951’de Bestario (Hayvan Öyküleri) adlı ilk öykü kitabı yayımlanır. Aslında dokuz yaşından beri öykü yazmaktadır, fakat ilk öykü kitabı yayımlandığında otuz üç yaşındadır. Üniversitede öğretim görevlisiyken Peron yönetimine karşı yapılan bir eyleme katılınca hapse girer. 1951 yılında araştırma bursuyla gittiği Paris’den dönmez, 1984 yılında ölene kadar Paris’de hayatını sürdürür, fakat bütün kitaplarını İspanyolca yazar. Unicef’de çevirmenlik yapar, öykü ve romanları yayımlanır.
Başta Seksek olmak üzere, Oyunun Sonu, Gizli Silahlar, Kazananlar, 62 Maket Seti, Manuel’in El Kitabı, Mırıldandığım Öyküler gibi pek çok eser verir. Biçim ve anlatıda sürekli arayış içinde olan Cortázar’ın 1963 yılında yazdığı Seksek romanı onun başyapıtı sayılır. Kendi hayatından esintilerin de olduğu bu kitap geleneksel roman
biçimine meydan okuyan; sırayla ya da kitabın adı gibi yönlendirilen bölümlere sekerek farklı okumaların yapılabildiği deneysel bir roman olarak görülür. M.V.Llosa buna karşı çıkarak: “… deneysel bir roman demek haksızlık olur. … Oysa Seksek, yaşamı tüm zerreleriyle yeniden yaratır; bir canlılık ve hareket patlaması, çocukça bir heyecan ve saygısızlık, Cortázar’ın dediği gibi yazı yazmak için kravat takan yazarlar karşısında çınlayan bir kahkahadır.”6 der. C.Fuentes de şöyle söyler Seksek için: “… Amacı, imkânsız bir kitabın mümkün olan her formülasyonunu sonuna kadar tüketmektir; tamamen yaşamın yerine geçecek, hatta yaşamımızı metnin bütün kombinasyonlarını içeren engin bir okumaya dönüştürecek bir kitaptır bu. … Ulysses İngilizce nesir için neyse Seksek de İspanyolca nesir için odur.”7 Cortázar’ın öykü ve romanları; okuyucuyu yoran, zorlayan, bazen onunla oynayan fakat asla ahkâm kesmeyen, sadece ondan okurken etkin bir yol arkadaşlığı talep eden anlatılardır.
Kedisever, cazsever; mitoloji, antropoloji, psikoloji, boks, fotoğrafçılık ve sinema tutkunudur. Onun pek çok alanı kapsayan entelektüel birikimi, eserlerinde kendini hissettirir. Örneğin; yetenekli bir saksafoncunun dramını anlattığı Arayış adlı öyküsünde onun caz hakkındaki düşüncelerini öğreniriz. Seksek, Andre Fava’nın Güncesi gibi pek çok eserinde onun sanat, edebiyat, felsefe ve benzeri konulardaki görüşleri yer alır. Cortazar’ın en meşhur öykülerinden biri olan Büyüme de 1966 yılında İtalyan yönetmen Antonioni tarafından Blow-Up adıyla sinemaya uyarlanmış, bizde de Cinayeti Gördüm adıyla gösterilmiştir.
2014 yılı, yazarın 100. doğum yıldönümü dolayısıyla Arjantin’de Cortázar yılı ilan edilmiş ve pek çok ülkede çeşitli etkinliklerle anılmıştır. Bir yıl gecikmeli de olsa büyük yazarı bu vesileyle selâmlamış olalım.
Berrin Vargel
1 Cortazar, Julio 2009, Cinayeti Gördüm, çev. Nihal Yeğinobalı, İstanbul, Can Yayınları
(Ele Geçirilen Ev türkçeye Cinayeti Gördüm adıyla çevrilmiştir.)
2 Weiss, Jason, röportaj, Sol Gazetesi, 1984.
3Cortazar, Julio,Cinayeti Gördüm, çev. Nihal Yeğinobalı, İstanbul: Can Yayınları, 2009,s. 79
4 A.g.e, s. 81
5 A.g.e, s. 82
6Llosa, Maria Vargas,Notos Öykü47/Ağ-Eyl 2014,çev. Zeynep Çelikel, 1992.
7Fuentes, Carlos, Notos Öykü47/Ağ-Eyl 2014, çev. Emrah İmre