Birkaç ay içinde İngiltere’ye gidecektik. Rüyamda görsem inanmazdım. Sevinç, hayret, telaş kol kola girmiş, yüreğimde halay çekiyordu. İngilizce bilmeden işyeri tarafından görevlendirilmek inanılmaz bir şeydi çünkü.
Koşullar değişeceği için yıllardır düşündüğüm bir çocuğumun daha olması isteğime rahat rahat kavuşacaktım. İlk denemede başarılı oldum. Hamileydim. Bu arada bilmediğim bir ülkeye gitmek beni tedirgin etmiyor değildi. Üstelik kocam gibi ben de İngilizce bilmiyordum. Doğum için alışveriş de yapmak lazımdı. Oralarda nereden alırdım, nasıl bulurdum istediklerimi diye düşününce aklıma Eminönü’ne gitmek geldi. Ve önce gecelik almak. İlk lohusalığımda acemice seçtiğim gecelikler yüzünden emzirirken yaşadığım sıkıntılar aklıma gelince bele kadar düğmeli, kış geliyor diye uzun kollu olsun istedim. Ayrıca gösterişli, dantelli mantelli olması da şarttı. Düğmeleri bile uydurma olmasın diye düşünerek annemi de yanıma alıp yola çıktım.
O dükkâna gir, bu dükkâna gir bir tane bile istediğim gibi bulamadım gitti. Saatler geçti, karnımız acıktı. Bir kafeye oturduk. Elim boş dönmek istemiyordum. Hoş ufak tefek işe yarar şeyler, hatta annem, “İyi değil derler, şimdiden alınmaz,” dese de bebek giysileri bile almıştım. Ama aklım gecelikteydi. Annem dönerine yumulmuşken internette aramaya başladım. Ve tam istediğimi buldum. Görmeden aldığım ürünlerdeki kazıklanmalarımı düşünüp sadece fotoğrafını çektim. İşte, satıcılara bir türlü anlatamadığım ya da elindekileri satmak için anlamaktan kaçındıkları geceliği artık gözlerine sokabilecektim.
Yemeğimiz bitti. Annem “Hamilesin sen, olmaz!” diye elimdeki poşetleri aldı. Tekrar dolaşmaya başladık. Telefonumu, çantamı durmadan açmamak için suyumun, terlerim diye yanıma aldığım minik havlunun, midem bulanınca yarım bıraktığım dönerli sandviçin olduğu bez torbaya koydum. Böylece hazırdaki gecelik fotoğrafını hemen çıkarıp gösteriyordum satıcılara. O dükkân, olmadı o han derken ayaklarımıza kara sular inmeye başladı. En çok da dükkânların önünden geçerken kolumuzdan tutup içeri çekecek kadar davetkâr satıcılar insanı yoruyordu. Bazen beni turist zannedip İngilizce, Arapça konuşmaları hoşuma gitmedi desem yalan olur. Kime göstersem yok dedi. Renkten vazgeçtim model olsun, boyu kısa, uzun fark etmez, yahu hiç kimse böyle gecelik giymiyor mu diye her dükkândan terler döküp söylenerek ben önde, annem arkada çıkıyorduk.
Ta ki o dükkânın önüne gelene dek. Büyükçe bir yerdi. İçeride kalabalık yapacak derecede müşteri vardı. Vitrini insanı çekecek şekilde tasarlanmıştı. O sırada sutyen takımı da almam gerekti diye düşündüm. Kapının önünde uzun boylu, otuzlu yaşlarda, iyi giyimli sessiz sedasız bir adam vardı. Hah dedim işte satıcı dediğin böyle olur. Ne o öyle sulu sulu hareketler, konuşmalar hepsinde. Adam gözlerini bana dikmişti ama olacak o kadar, müşteriyim ne de olsa, ötekiler gibi değil ya diye düşünerek ona doğru yürüdük. Tam önüne geldiğimizde elimi torbaya attım. Havlu, su, yarım sandviç, biraz önce aldığım Berliner yoklama alanıma girdi ama telefon neredeydi? Torbanın içinde yok olmuştu sanki. Elim ileri geri giderken sinirden “Alt tarafı bir gecelik istiyorum,” diye tekrar edip duruyordum. Ararken hafifçe eğildiğimden torbam adamın göbeğinin altına denk geliyordu. Bir de baktım adamın göğsünde bağlı ellerinden biri oraya kaydı. Göz göze geldik. Annem, “Göstersene, göstersene” dedi. Tabii ki bana, telefondaki gecelik fotoğrafı için diyordu ama adam ne anladıysa eli fermuarına doğru hareketlendi. O sırada içerinden hışımla bir kadın çıktı. “Gene mi oğlum, iki dakika boş bırakmaya gelmiyor seni, kusura bakmayın n’olur, rahatsız da oğlum. Yürü yürü! Doktora söyleyeyim ilaçlarını yeniden ayarlasın senin. Dükkâna beraber girmedim o kadar kadını, giyecekleri görüp başımı belaya sokarsın diye ama yaptığına bak. Daha geçen gün dayak yemekten zor kurtardım seni. Hadi, yine karakolluk olmadan gidelim buradan. Hayır, ben seni evde yalnız bırakamıyorum, bakıcı tutsam yapmadığın kalmıyor. Komşular da istemiyor seni. Ne yapayım ben ha ne yapayım? Ağabeyinin nişan bohçasını nasıl hazırlayacağım bilmem vallahi. Görmeden de alamam ki. Doğduğundan beri çekmediğim kalmadı, baban öldü de kurtuldu. Ah ah!”
Sanki tüm yaşamı boyunca o anı beklemiş gibiydi kadın. Sözlerini el, kol hareketleriyle bazen de ayaklarını yere pat pat vurarak destekliyor, bu sırada sesini en tiz perdesinde kullanıyordu. Belki de şikâyetçi oluruz diyeydi bu feryat figan halleri.
Adam, eli hâlâ fermuarında “Ama kadın bir gecelik istiyorum diye işaret etti. Teyze de ‘göstersene, göstersene,’ dedi. Onlar yaptı, ben yapmadım, polise vermeyin beni, bir daha yapmam,“ diye ağlayarak annesinin elinden tutmaya çalışıyordu.
Şaşkınlık içinde öylece kalakaldık. Birinin, “Buyurun hanımefendi, ne arzu etmiştiniz ?” demesiyle kendime geldim.
– Bir gec…
Tümcemi tamamlamaktan vazgeçip “Şöyle bir bakacağım,” diyerek dükkâna girdik. Geldiğine geleceğine pişman annem, canından bezmiş sesiyle “Göstersene, göstersene,” deyip duruyordu.

Ceyda Sevgi Ünal