Sazlığa kök salmış hayıtlar gibiyiz. 

Köpüren dalga yakınımızda. 

Siyaha bürünüyor

sıvanın çatlağı

gecenin katran salgısı

elmas sıkıntı. 

Daralan odalarda 

küçük zaman yığınını sayıyoruz 

akmayan kum saatlerinin. 

Bizi asıl bunaltan taşın cesareti

kayıp rüyanın heybeti. 

Ağzımızda çok uzun süre çiğnenmiş kelimelerin tadı

-dayan- 

az bir nefes kaldı. 

Ulaşmayan ve sarmayan çağrı 

kendi uğultusunda esrik. 

Kırık bir dağ kalbi kadar toz yutuyoruz;

yüzyıllık resimlerde

Yokșehir’in soluğunu… 

Yitik insan

Yalan dünya 

Yuvadan kaçak karınca

uyuyor bir buzulun üzerinde.  

Artık ışığı göremiyoruz 

is toplayan kirli çağın altından ve 

Asi

geniş omuzlu bir nehirdir 

derin sürüklenişe dökülen.

Su uyurken ve ses uyurken 

yine de ayaktayız

kıyımın göbeğinde öylece sıkışık.

Bir incir ağacı gibi

uzatıp kollarımızı

hâlâ 

dayanmaktayız…

(Sevgili șehrim Antakya’ya…) 

Josef Kılçıksız