Sabri………..,

İsminin devamındaki noktaların yerine hangi sıfatı koymam gerektiğini bilmiyorum. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla geldiğim o gün bahçede beni gördüğün zaman ruhlarımızın çok uzun zaman önce tanıştığını düşünmüş, yıkanmış, tertemiz olmuş hâlimle, karşılaşmamızın sevincini yaşamıştım. Oysa sen bu hâlime acıyarak bakıyordun.

Islak elbiselerimi çıkarıp karının çay elbisesini giyerek onun yerini almam mümkün değildi. Onun da o elbiseyi giymekle senin ruhuna uygun olduğunu düşünmüyordum. Olsaydı, bana bu kadar yakın olur muydun?

Pencereni gri bir tül gibi kapatan yağmurdan dolayı deniz görünmüyordu. O odada sınır tanımayan hülyalarla bakmıştım çerçevesi sonsuz aynaya… Aynaların, insanların görmek istediklerini gösterdiğini biliyordum. Çerçeve içindeki bir fotoğraftan bakan ailen, yaklaşan fırtınayı hisseder gibi tedirgin duruyordu.

Zeus bize sonu olmayan bir öyküyü yazdırmak için mi o kadar uzun sürdürdü yaz yağmurunu?

Kıyılara, denize, her yere savurduğu, eğip bükerek sapladığı kılıçların içinde bekletti bizi.

O dünyada çalınan müziğin sesi yoktu kulaklarımda; bana ruhumdaki orkestra eşlik ediyordu. Müzik öyle bir sarmıştı ki benliğimi, ben artık yoktum. Sadece hür, mutlu bir ruh vardı. Ortada dolaşan, seninle konuşan, dakikaları paylaşan… O yağmur suyunun gönlümüzü yıkayıp tertemiz ettiğini biliyordum. Sen ise hâlâ ne olup bittiğini kendi kendine tartışır gibiydin.

Yağmur dinmişti. Tabiat temizlenmiş, paklanmış bin bir kokusuyla karşımıza çıkmıştı. Seninle kalmam için bir sebep kalmamıştı. Kalbin ve beynin ayrı nedenler öne sürüyordu, gitmem ve kalmam için…

Ayrıldığımız günden sonra tekrar görüşmemizin uygun olup olmadığını gönlümle günlerce tartışırken, bir gün nasıl olduğunu anlamaksızın evinin kapısında buldum kendimi. Beni gördüğüne memnun olduğunu söylemedin fakat bakışların benden ayrıyken nasıl hasretle yandığını anlattı ruhuma. Sonra neden denizdeki dalgaları kucaklar gibi hızla uzaklaşıp o akıntıya girdiğini anladım. Kaçamadın. Bana dönmüştün, başka bir şeyin ne önemi vardı? Ben evinizden uzaklaşırken artık ne senin karın, ne de benim varla yok arasında dolaştırdığım kocam vardı aramızda. Birbirimize ait olduğumuzu hissettim. O günün özgür ruhu, senin de mecburen kabul etmek zorunda kaldığın bir hediyeydi ikimize… Marmara’yı birbirimizin gözlerinde seyretmiştik ama aramızda bir istek doğmamıştı. Seninle iskeleden plajlara, plajlardan lokantalara, kıyıları tepeleri gezerken vedalaşmayı ertelemek için yeni yerler keşfediyordum. Ama seni ailenden büsbütün uzaklaştırmaya gönlüm razı olmadığı için karın ve çocuklarınla yaşadığın hayatla ilgili sorular sorup, aldığım cevaplara yorumlar yaparak onlardan da bahsetmeyi ihmal etmiyordum.

Bilmiyorum; evinin yerindeki eski hayatım mı yoksa saraydan çıkarılan büyük annem ve dedem mi beni buraya çağırdı? Ruhum yıllar sonra niçin buradan ayrılamıyor? Büyük annemin anlattığı korku dolu hikâyeler mi beni buraya bağlıyordu? Dinleyerek büyüdüğüm yaşamları sana anlattıkça bana nasıl da endişeli gözlerle bakmıştın. Benim ruh sağlığımdan şüphe ettiğini açıkça görüyordum. Bakışlarındaki (kendi kendime cevap veremediğim) soruların cevabını sana nasıl verebilirdim?

Henüz Kalfa’nın beni ölen teyzemin yerine koymak için geceleri onun elbiselerini giydirerek gezdirmesini, onun kimliğiyle sahiplenmesini; benim ikili hayatımı bilmiyordun. Evinizde karının elbisesini giydiğim zaman da tıpkı çocukluğumdaki gibi, dedemin o tanımadığım çehresiyle bana baktığını ama görmediğini fark ettim.

Dedemin hastalığını, ölümü kabul etmeyen çırpınışlarını anlattıkça benim de o âlemde kaybolacağımı düşündüğünü seziyordum.

Yalımızda gece yarısı birden bire başlayan yangınla her şey kül olmuştu. Teyzemin hatırası, kuşların bir kısmı ve kedim… Kedim evin her yerini bilirdi; oralara gizlenir, kaybolur, uyurdu. Babam onu kurtarmak için çok uğraştı ama başaramadı. Sonraki zamanlarda onun ruhuyla yaşadım. Kurtulan kuşlar da ölenlerin acısına dayanamayarak fazla yaşamadı. Geriye anılardan başka bir şey kalmamıştı. Yalımızın üzerindeki evinizde önceki hayatımızın devam ettiğini düşünüyordum.

Sana anlattığım yaşam öyküm sona ermişti.

O gece beni iskeleye götürürken bütün anlattıklarımın yalan veya uydurma şeyler olduğunu düşünmüş olabilirsin.

Ayrılırken tekrar ne zaman görüşeceğimizi sorduğun sırada, uzaklara dalan bakışlarından ailene kavuşacağın günü düşündüğünü sanıyorum.

Ben de hatıralarımdan kurtulup hafifleyen ruhumla mutluluğu bulmaya gidiyorum.

Mektubuma son verirken satırlarımın derinlerinde gizlenmiş olan bize ait bu anıları bir yerlerden okuyacağını düşünüyorum.

Umarım sevgiye hasret ruhlar bir gün buluşur.

Sonsuz sevgi ve selamlar.

“O Kadın”

Nebahat Alptekin