Şaheser Yılmaz

Shakespeare Nasıl Shakespeare Olmuştur? Onun eserlerini önce merak ederek başlayıp daha sonra vahada su bulmuşçasına içen- ve asla kanamayan- bundan sonra da ruhunu asla bir başka suyla kandırılamayacak benim gibilerin aklına gelecek en basit sorudan bahsediyoruz. Hayatın onun ruhunda bıraktığı izleri takip etmek, bir taşın bir mağarada, hayatın ve doğanın koşullarıyla yüzyıllar süren şekillenmesini izlemeye benziyor. Bu mağarayı aydınlık hale getirdiği için Muhteşem Will’in yazarı Stephen Greenblatt’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bu değerli taşın oluşumunu koyduğunuz izlerle ve hayranlıkla takip ederken hazırladığım soruların haddim olmayarak kendi açtığım küçük patikalar olarak kabul edilmesini isterim.

1) Kitabınızda Shakespeare’in neden Shakespeare olduğuna ilişkin olarak pek çok faktör sayıyorsunuz. Hayal gücü, evrensel kültüre ilgisi, tüm değerleri ve kuralları sorgulaması gibi Shakespeare’in kişisel özelliklerinin yanı sıra bir de Elizabeth dönemi Londrası, yaşadığı çağ var. Bütün bunlara eklemek istediğiniz yeni unsurlar olabilir mi?

O, yeniliklere ardına kadar açık bir çevrede zafer kazanmıştır (ilk halk tiyatrosu onun döneminde Londra’da inşa edilmişti). Zenginleşen, canlı ve kayda değer bir büyüme hali içinde olan bir dilde ustalaşmış ve gelişmesine yardım etmiştir. İşin garip yanı, dönemindeki sansür sisteminden, en önemli ve tartışmalı soruları dolaylı ve mecazi yollarla ifade etmek konusunda faydalanmıştır. Dahası, sansür prensipte sert fakat uygulamada nispeten yetersizdi. Bu yüzden, doğrudan yönetici seçkinlerin ismini anmamak ve dinin tartışmalı noktalarının üzerine gitmemek kaydıyla tehlikeli alanları keşfetmeye izinli kılınmıştı.

2)Elizabeth dönemi gibi sosyal hiyerarşinin olduğu ve bu hiyerarşinin özendirildiği bir ortamda Shakespeare kendinden aşağı konumda olanlar için empati kurma yetisini nasıl geliştirmiş olabilir.

Bu kapasite ile birlikte doğduğunu sanıyorum; daha sonraları ise, zulme uğramış Katolik aile bağı sayesinde onu geliştirmiş olabilir.

3) II. Richard’da Mowbray’in anadile ilişkin olarak Kral ile bir konuşması vardır. “Anadilimi konuşma hakkım elimden alınmışsa/Kararınız ne olabilir suskun bir ölümden başka” . Shakespeare’in kendini ana dilinden uzak hissettiği anlar olmuş mudur?

Ben onun anadiline aşık olduğunu düşünüyorum. Buna karşılık, şüphesiz ki oldukça yoğun bir şekilde Latince eğitimi almış ve Fransızca öğrenmişti. Hayatının bir bölümünde, İngiltere’ye sığınan Hugeunotlar (Fransız Protestanlar) ile birlikte yaşadığını da belirtmekte fayda var.

4)Sahneye doğrudan kişileştirilmiş soyutlamalar getirmesi ve dünyevi bir drama sanatçısı olarak kutsalın rüyasını ustaca popüler eğlenceye dönüştürmesinin altını çiziyorsunuz. Bu soyutlama ve dönüştürme gücünün kaynağı sizce neydi?

Dini piyesler (Mystery Plays) başta olmak üzere Ortaçağ drama sanatının bıraktığı mirasın, sorunuzda belirtilen kaynağın bir kısmını karşıladığını düşünmekteyim.

5) On İkinci Gece’de, “hazırcevap olanlar için sözcükler sadece oğlak derisinden yapılmış bir eldivendir”, diye nükte yapan Soytarı Feste, dilin ne kadar kolayca ters anlama gelebileceğini belirtmek için, “İstendiği anda tersyüz edilebilir.” diye sürdürür sözünü.(3.1.10-12) Shakespeare’in İngiliz diline katkısı, dilinin çağdaşlarıyla farkı üzerine neler söylenebilir?

Onun engin kelime dağarcığını ve kelime oyununa ait çok kuvvetli duyarlılığını bir kenara koyarsak; Shakespeare, İngilizcenin kurallarının, 18.yüzyıl ve sonrasından daha esnek olduğu bir dönemde eserlerini yazmıştır. Sözdizimi kuralları daha esnektiler ve o da bundan çok çeşitli etkiler yaratmak açısından faydalanma imkânını buldu.

6)Londra’ya gittiği dönemde Londra görsel, kültürel ve duygusal anlamda deyim yerindeyse çöplük görünümünde idiyse Shakespeare eserlerini yazarken estetik olarak neyle beslenmiş olabilir?

Bir “çöplük” oraya bakan kimsenin gözlerindedir. Londra’nın Shakespeare’e böyle göründüğü konusunda emin değilim. Eğer Victoria ve Albert Müzelerinin, Elizabeth ve Jakoben dönemi salonlarını ziyaret ederseniz, oralarda çok çeşitli harika ve unutulmaz objelere rastlarsınız; aynı şekilde o dönemlerin İngiliz köy evlerinde de… Bunun yanında o dönemde korkunç şeyler de vardı –pislik, tehlike, şiddet- fakat tüm bunlar Shakespeare’e, küçük bir kasabada değil de, evreninin merkezinde yaşamasının bedeli olarak görünmüş olabilir.

7)Kitabınızın Shake-sahnesi bölümünde, Shakespeare’in Marlowe ile birlikte Londra sahneleri için yazan birçok oyun yazarıyla bir arada olmasını tılsımlı anlar olarak niteliyor ve bu anlarda ortaya çıkan genetik kazadan söz ediyorsunuz. Genetik kazadan kastettiğiniz şu olabilir mi?
Aşırı gittim, kabul, ama iyi ki gitmişim.
Şunu bil ki en derin hesaplar boşa gider de
Akılsız davranışlar işe yarar bazen
Demek ki tanrısal bir güç karışıp işe ,
Biz ne taslaklar çizersek çizelim,
Son biçimi o veriyor kaderimize.
Hamlet (V.2 sayfa 150)

O hususu, birisinin 15.yüzyıl İtalyan resim sanatını veya M.S. 5.yüzyıl’daki Atina tiyatro dünyasını düşündüğü şekilde düşünüyorum. Doğuştan kabiliyetli insanların nadir birlikteliği-, harika bir eğitim ve rekabetle işbirliğini aynı anda yüreklendiren bir sanat formu olarak…

8)İngiltere’de o dönemde yapılan gösterilerdeki vahşet beni çok etkiledi. Kör edilmiş ayıların kırbaçlandığı, midillilerin aç köpeklere parçalatıldığı ve halkın bunu seyretmekten büyük zevk aldığı gösteriler. Ve tam bunun karşısında bir yaban tavşanının avlanmanın ıstırabını anlatan bir şair var. Şartlar ne olursa olsun empati kurmanın inceliğini aktaran bu ses gerçekte neyin sesidir?
Çiyle ıslanmış biçareyi göreceksin o anda,
Dört dönecek ileri, geri sağa sola kaçacak
Ayaklarını tırmalayacak her dikenli funda,
Her gölge ve mırıltıdan ürkerek donup kalacak.
(Venüs ve Adonis, 703-6 dizeler)

Bir şekilde benzer çelişkilere katlandığımız kendi dünyamızda yaşayabilmeyi nasıl başarıyoruz? Şüphesiz ki, zengin ülkelerde, güvenli, ayrıcalıklı hayatlar yaşayan bizler; korkuların direkt etkilerinden korunmuş olsak da, medyamız bu dehşetleri yüksek grafiksel imgelerle birlikte, her gün önümüze getiriyor.
Ben insan haklarına bağlılığı ile gurur duyan ve yine de art arda masum insanları öldürmede kullanılan silahların satın alınmasına izin veren bir ülkede yaşıyorum.

9) “Belirli anlarda –en naçizane örneği Hamlet’tir- aynı zamanda hem Katolik hem Protestan, hem de ikisine karşı sonuna kadar şüpheci gibidir, ancak yine de neye inandığı tamamen belirsizdir.”
“Statükonun rahatlığı ve derin bir rahatsızlık olarak sanat: Shakespeare’in tüm kariyerinin ana paradoksudur bu. Bir oyun yazarı ve şair olarak hem uygarlığın hem de yıkıcılığın temsilcisidir o.”
“Shakespeare’in hayatı boyunca tutkuyla inandığı yegane azizlik şudur, erotik azizlik.”
“Shakespeare çifte bilincin ustasıydı. Bir arma için para döken ama öylesi bir iddiadaki yapmacılıkla alay eden biriydi o, mülke yatırım yapan ama Hamlet’te tam da kendi gibi bir girişimciyle dalga geçen biriydi.”
Kitabınızdan yaptığım bazı alıntılara dayanarak sormak istiyorum. George Orwell’in 1984’ünü okurken neredeyse iğrendiğim “Çiftdüşün” yöntemi, Shakespeare ile bizim için örnek bir model olabilecek nitelikte sınırsız bir hayal gücü ve yaşamsal kaynak olarak ortaya çıkıyor, ne dersiniz?

Shakespeare’in eserlerinde tanımlamaya çalıştığım olgunun, Orwell’in -bilinçli veya bilinçsiz şekilde- totaliterlikle ilişkilendirdiği, yalancılığa ait bir derin yapı ilişkisine dayandığını düşünmüyorum. Tam tersine, Shakespeare’in derdinin bizi zalim bir baskı sisteminden kurtarmak olduğunu düşünüyorum.