Evin balkonundan liman betonunun üzerindeki yazıyı çözmeye uğraşıyorum: “Agios Kirikos”. Kuşadası’ndan Samos’a gelene kadar elimden düşürmediğim kitaptan Yunan alfabesini belleme çabam sürüyor. Birazdan aşağıya inip sokaktaki dükkan tabelalarını okumaya çalışacağım. Evin mutfak ve banyosu boydan boya denize bakıyor. Limanın arkasında plaj olduğunu söyledi Mihael. Bu akşam turnuva öncesi yeniden teşekkür edeceğim ona, böyle güzel daireyi bizim için kiraladığı için. Hiç kimsenin gelmediği ve bilmediği bu Yunan adası başka türlü bir esenliği ve huzuru saklıyor, sonra bedenlerimize sunuyor. İyonya’nın ortasında oturmanın mavi beyaz keyfini yaşıyorum. Denizci kültürlerin ortaklıkları burayı atalarımın yaşadığı Kolhis ülkesine kadar bağlar mı diye kafa yoruyorum. Yunan alfabesinde Lazca metinlere rastlanır mı?
Yıllık iznimi fabrikanın bakıma girdiği Temmuz ayının ikinci ve üçüncü haftasında kullanabilecektim. İstanbul’da beraber yaşadığım oğlum satranç turnuvalarına katılmak isteyince hemen internetin başına geçtim. Yunanistan’da yaz boyu oyunların olduğunu duymuştuk. Gerçekten her on günde bir, Ege’nin bir adasında turnuva yapılıyordu. Yıllık iznime denk gelen bir ada bulabildim: Birazdan sokaklarında dolaşacağım İkarya.
İngilizce öğretmeni Yorgo, kahvede frappe içerken anlatıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan iç savaş sırasında bütün sosyalistleri buraya sürmüşler. “Dedalus’un kaderi oğlunun denize düştüğü yerde devam ediyor. Adanın dar yolları solcuların labirenti,” imiş. Adada okumak için yanıma aldığım Ulysses üzerine konuşuyoruz. Joyce’un karakterlerinden biri Stephen Dedalus’tur ve roman Homeros’un Odysseia adlı epik anlatısına dayanır. Latince adı Ulysess olan Odysseus ile onu arayan oğlu Telemakhos’un hikayesidir. Henüz arasına kutsal ruhun girmediği baba-oğul hikayeleriyle dolu adadan kitaba, kitaptan adaya geçerken labirentin içerisine girmiştik. Yorgo’ya bir önceki gün ön sırada papazların olduğu yürüyüş kortejini sorduğumda bıyık altından gülerek cevaplandırıyor: “Sizden kurtuluşu kutluyordu adalılar”. 400 yıla yakın Osmanlı idaresinde kalan adada tek bir Osmanlı izine rastlanmıyor. Samos, yani Osmanlının söylediği biçimiyle Sisam adasına bağlı olan bu adadan sadece vergi toplamış atanan valiler. Hatta Kılıç Ali Paşa’nın kendi adını taşıyan külliyesi buradan gelen vergilerle yaptırılmış. Yorgo ve Manoli’yle tarihin fetih-vergi-para labirentinde iyiden iyiye ilerliyoruz. Yapılan kazılardan Neolitik döneme ait izler bulunmuş. Adalarda hiçbir şey Küçük Asya’dan farklı değil lafını sürekli tekrarlıyorlar. Küçük Asya sözü nedense beni rahatsız etmesine rağmen kimseye bir şey söylemiyorum. Öyle şeker insanlar ki.
Küçük teknelerle termal bölgeye taşınan insanları geride bırakıp İkarus’un suya düştüğü yerin yakınlarına doğru yürüyorum. Ayaklarımı suya sokuyorum. Havaya ve karaya egemen, büyük yaratıcı baba Dedalus’un gözleri önünde düşüyor ve boğuluyor İkarus. İmkânsızı başaran adamın oğlunu kurtarma imkanı yok. Üstün zekalı ve yetenekli babanın elleriyle yaptığı labirent mimariden onları kurtaran kanatlar, baba sözü dinlemeyen oğulun sonunu getiriyor. Dedalus’un bir kez daha seslendiğini duyuyorum: “Fazla yükselirsen kanatları bedenine yapıştıran balmumu erir.” Babanın ustalığı işe yaramaktan ziyade yok oluşu getiriyor. Zavallı İkarus, yaratıcıyı anlamadığı gibi dinlemiyor da. Zekanın söylediğini özgürlüğün heyecanı unutuyor ve gençliğin gözü kara cesareti derin suya tepetaklak iniyor. Geriye İkarus’un adını alan bir deniz ve ada kalıyor: İkarya. Ya da Osmanlının seslendiği adıyla Ahikerya ya da Nikerya.
Yetenekli, becerikli Dedalus’un başına gelenler onun büyük kibrinin cezalandırılması demişti Yorgo, Ovidius’un onu ele alışını aktarırken. Rönesansın ünlü ismi baba Bruegel’in “İkarus’un Düşüşü” adlı tablosundaysa kimsenin umurunda değildi yaşamın verdiği bu büyük ceza ve sona ermekte olan bir yaşam. Gündelik yaşamın akışında denize düşen çocuk, önemsiz ve değersiz kılınmıştı. Ne olağanüstü yetenek ne de kendini beğenmişlik, gündelik olana galip gelemezdi. Mavi denizin üstünde mavi havanın içinde Girit adasından buraya fersah fersah uçtuktan sonra yükseldikçe yükselen kendini beğenmiş çocuk, doğayı bilmiyordu, güneşi bilmiyordu.
Hava kararmadan eve dönmek istiyorum. Bu geceki satranç oyununda oğlumun kazanıp kazanmamasını artık pek umursamıyorum. Sabah aldığım yeni tutulmuş uskumruların lezzetini merak ediyorum. Güneşin ışıldattığı dükkânın önündeki tatlılara bakıyorum. Küçük alüminyum tepsi içindeki hamur tatlısının altındaki yazıyı söküyorum. İçeri girip adını söyleyerek “baklavaki” alıp çıkıyorum.
Nükhet Eren
Hem adada hem zamanda kucuk, mistik ve huzurlu bir gezinti yaptım. Kanada’dan teşekkürler..
BeğenBeğen