Birdenbire ne kadar yalnız olduğunu farketti, bir o kadar da değil… İçinden tüm duyguları sökülmüş gibiydi, bomboştu… Ne bir acı hissediyordu, ne de başka bir şey…Çok garip bir kavrayış, bu boşluğun olması gerektiğini, ama aslında boş olmadığını fısıldayıp duruyordu. Kendine üzülmek istiyordu ama bir türlü üzülemiyordu… Neden böyle olduğunu düşündü, aslında düşünmeye ihtiyacı olmadığını da biliyordu. Bu kendini bildi bileli böyleydi. Ancak son yıllarda bu gerçek öyle kendisiyle bir aradaydı ki, keşke daha önceden farketseydim bu halimi diye eseflendi. O zaman, o çocukça yıkılmaları yaşamaz, bugünkü hataları yapmazdım diye iç geçirdi. Ama sonra farketti ki, o yıkılmalar olmasaydı belki de bugünkü kendisi olamazdı. Allaha şükretti birden. Herşey onun isteği ile olmuyor muydu?
İş yerindeydi, ama kendisini sanki bir akvaryumun içerisinden dışarıyı izlermiş gibi hissediyordu. Geniş camlarla çevrili odasındaki serin yalnızlıkta dışarıdaki sıcak havayı algılayamıyor, sadece güneşin rengini gözlemliyordu. Geniş bir bahçe içerisinde güneş usul usul dansediyordu. O çok sevdiği çam ağaçları mat renkleri ile bambaşka bir hüzün katıyordu sevincin içine. Bir köşede canlı renkleri ile güneşin oyun oynadığı, gölgeler yaratıp düşlere sürüklediği ağaçlar, yeşil bir denizin üzerinde sayılamayacak çoklukta küçücük sarı papatyalar ve çeşitli renkleriyle yaşam işte cam bir fanusun dışında ona seslenmekteydi. Oysa o iç çekerek dışarıyı özleyip duruyordu.
“Birazcık cesaret küçük kız, birazcık cesaret…”
İçindeki o gerçek ben, işte böyle fısıldıyordu ona durmadan. Yıllardan beri hiç aksatmadan fısıldamıştı bu sözleri, ama öyle korkaktı ki… Hep özleyerek, ama hiç denemeden yaşanıp yitmiş yıllar… Denemeyi çok istemişti ama ilk adımı atmak için hiçbir zaman vakti olmamıştı… Hani o şiiirde olduğu gibi: “Vermeyi az buldunuz yahut vaktiniz olmadı!”İçini acıtan bir yalnızlıktı yaşadığı. Derin bir iç çekişle acıyı ta içine, her zerresine işletti. Niye acı veriyordu ki bu yalnızlığı… Yalnızlık… Geniş, uçsuz bucaksız bozkırlarda başıboş, dolu dizgin koşturan yağız atlar gibiydi yalnızlık… Hem alabildiğine özgür, hem alabildiğine kimsesiz. Koşuyordu ama nereye? Bir sonu gelmez koşuydu yaşamı, nereye, niçin gittiğini bilmeden.
Yol aldığı bu koşuda, arada durup dinlendiğinde yalnızlığını bir nebze olsun gideriyordu elbet. İnsanı oyalayacak çok şey vardı doğada ya da dünyada. Yolundan alıkoyacak çok şey…İnsanlar, dostlar, sevgiler, acılar, mutluluklar… Ama sonunda gene koşu başlıyor ve yalnızlık gelip seni gene buluyordu. O güzel panoramaya bakarken bilmeden ökseye tutulmuş ve herkesin düştüğü hataya o da düşmüştü. “Ne kadar da birbirimizin aynıyız!” diye gülümsedi birden. Herkes kendisinin özel olduğunu zannediyor yaşarken, daha doğrusu özel olduğuna inanıyor, düşünmeden. Bu içten gelen bir hissediş, farkediş aslında. Ve sonunda öğretilen herkesin özel ve aynı olduğu oluyor. Ama bunu bilmek içindeki acıyı hafifletmiyordu işte. Acı orda, öylesine duruyordu sessizce. En ufak bir kıpırdanışta sızısı beyninde, şah damarında atıyormuşçasına zonkluyordu. “Hiçbirşey yapmadan bekleyenler, demek, bunun için…”diye düşünmesine devam etti. Zaman içinde bir çok acı yaşıyor insan ama bazısı, belki de hiç ummadığın, seni gelip en kalkansız, en maskesiz anında vuruveriyor işte. Acı veriyor çünkü zırhsızsın, kendini açmışsın tüm çıplaklığınla ama senin zamanın karşındaki için yanlış zamansa yapacak bir şey yok demektir.
“Yapacak bir şey yok çünkü hayatta tesadüf diye bir şey yok…” diye yüksek sesle tekrarladı düşüncelerini hayatın içine.
“Ne kadar zavallıyız Allahım!” diye geçirdi içinden, “Ne kadar acınacak, ne kadar zavallı!”Herşeyin ondan geldiğini, hiç bir şeyin tesadüfi olmadığını bilecek kadar aklı olsa da acısını engelleyemiyordu. “Peki o halde bu acı niye? Öğrenci hazır olduğunda öğretmen ayağına gelirmiş. Bu acılar bizim ilerlememiz için mi? Bir an düşündü, insana acı da gerekti. Acı sanki bir çeşit panzehirdi, yol üzerinde ilerlemenizi engelliyen zehirli bir çiçeğe, ölümcül bir yılana karşı ilaçtı. Nasıl gülün dikeni varsa, her mutluluğun da acısı olacaktı ve gülü koparmak onu öldürmek demekti, kanatırken sizi… “Aslında yoldayken sadece o güzel panaromaya bakmak kafiydi, niye koparmak için bu kadar ısrarlıyız ki?” diye eseflendi. “İnsan bencilliği işte!” O gülden daha nice goncalar elbet yetişecek, ama kopardığın gül bir daha asla… Solup gidecek, sana verdiği bir anlık mutluluktan başka bir şey kalmayacak elinde, bir de kopartırken aldığın çizikler…
Bir an düşündü, aslında yolunda artık kanıksamış olduğu yalnızlığı ile yürüyordu öylece, tek başına. Derken o güzel gülün kalbinin sesini duymuştu. “Lütfen bana bak, beni gör, beni hisset.” O derin, boğuk sesli yalvarıştaki yalnızlığın sesi onu yolundan alıkoymuştu işte… Durup bakmış ve o derin yalnızlığın içindeki sevgi dolu özü görmüştü böylece. İnsanı cezbeden görüntüsü ile alabildiğine çekici, saklı dikenleriyle de olabildiğince zehirliydi gülümüz. Çünkü yasak bir çiçekti aslında ona sunulan. Bir tuzak…
Herkesin bir dersi vardı ve gül de yolcumuzun dersiydi. O gülde kendini bulmuştu bilmeden. Aslında o gül bir yanılsamaydı ve onda gördüğü de kendi yansıması ama bunu henüz bilmiyordu. Gül’de gördüğünü zannettiği o sevgi dolu öze tutsak olmuştu. Aradığı o ummanın bir zerresiydi oysa o gül. Ama nereden bilsin bu fakir esmada kalmayıp müsemmayı bulması gerektiğini. Asl’a varmadıkça, aradığını bulamayacağını, şifalanamayacağını.
Gül de hakkını veriyordu doğrusu. Olabildiğine kadifemsi bordo rengi ve cennet bahçesi çiçeklerinin baygın kokusu ile güneşin altında pırıl pırıl parlıyor, her göreni kendine hayran bırakıyordu. Ama onu kendi için isteyenler ellerini uzattıklarında o acımasız, o zehirli dikenleri ellerini parçalıyor, o zehir kalplerine doğru yürüyordu. Anlayamadığı yol üzerindeki binlerce güle rağmen niye bu güle tutulduğuydu. Aslında onun gibi nicelerini görmüştü, ama bir kez olsun bakmamıştı bile. Onca yıldır yalnız başına yürüyordu.”Demek ki herkesin bir gülü var yol üstünde ve her şeyin bir zamanı var demek ki!”diye hayıflandı ve aniden bir sevinç bastı içini. Yola kabul edildikçe engeller artar diye bilirdi, çünkü bu yol kolay bir yol değildi. Engeller onun içindi, tökezlemek de vardı bu yolda, koşmak da…Yolundan geri kalmıştı ama bu da kaderi değil miydi? Her şey Allah’tandı, o onun orada tökezleyecek kadar pişmemiş olduğunu bilmiyor muydu sanki! Mühim olan oradaki bekleyiş, pişiş, oluş süresini hakkı ile tamamlayabilmekti.
Derin bir soluk çekti içine. Evet, acı hala göğsünün üzerinde oturuyordu. Hala gözleri doluyordu hatırladıkça o baygın, güzel kokusunu gülünün… Ama onu orada bırakmalı, yoluna devam etmeliydi, nereye gittiğini bilmeden. “Nereye gittiğini bilmemek olur mu?” Denizin ortasında yıkanan bir kayanın üzerinde sakince yatıyormuşcasına teslim etti kendini akışa ve sonsuz bir huzur dalgası gelip yıkadı içini, acısını serinletti. “İşte seni gene sarıp sarmalıyor o tek sevdiğin” diye düşündü ve hiç düşünmeden kendini o sonsuz derin maviliğin içine bırakıverdi.
“-Sonuna vardığım çölden daha geniş, ayaklarıma açılan umman”demişti Hayyam…O da bu ummanda bir damla olmaktan dem vururdu eskiden. Sonra bir gün aniden içinde uyanıverdi…“Ummanda bir damla olmak, o ummandan kendini ayrı tutmak demekti, benlikti; oysa o, ummanın ta kendisiydi.” Şükretti bu bilinci verdiği için önce yola, yalnızlığına, güle ve güle olan aşkına, acısına, aldığı derse ve aradığı, yolun sonundaki tek sevdiğine…
Herkes bir yolda gider, ama yalnız, ama beraber. Aslında sonuçta herkes yalnızdır yolunda. Ve yalnızlık korkutur insanı, yanına yoldaş, yoluna arkadaş ister. Sevip sevilmek ister. Yol üzerindeki o gül kimimiz için sevdiklerimizdir, kimimiz için işimiz. Tuzaklar, duraklar böylece çoğalır gider, bizi yolumuzdan eder. Gerçekte aradığımızsa, özünden içimize üflenen ruhumuzun bildiği, ama kendimizin bilmediği o eşsiz sevgi kaynağı, o tek sevdiğimizdir. Farkedişler gelip çaldıysa kapımızı, attıysak adımımızı bu defa korkmadan ve de hiç bir yere sapmadan, oyalanmadan anlarız ki sonunda hepimizin yolu O’na çıkar. Bunu bir gün gerçekten öğrendiğimizde, yolumuzda çok oyalanmamış olduğumuz ümidiyle…
Ayşen Cumhur Özkaya
Ah bu içimizde yaşadıklarımız. Hayat yolunda yürürken takılmalarımız. Ne güzel anlatmışsın. Tebrikler.
BeğenBeğen
Tebrik ederim. Çok güzel anlatılmış yolculuk. Gönlünüze,kaleminize sağlık
BeğenBeğen
Ben de bizi, bizde beni yani özü, o bir teki bulabilmek için çıktığımız yolda kaybolmamak… Ne güzel anlatmışsın çelişkilerimizi, yoldaki engelleri… Gönlüne, kalemine sağlık.
BeğenBeğen