Özen Abla bizim yan komşumuz; akşam olduğunda çay içmeğe çağırıp, sohbet etmek alışkanlık haline geldi. Her çağırdığımızda, “Ben gelmesem, bugün yine başım çok ağrıyor” veya “televizyonda dizim var,” gibi nedenler uydurarak naz yapar ama dayanamaz, gelir. Gelir gelmez de hararetli hararetli ve neşe içinde başlar konuşmaya. Telefonu hiç susmaz. Kardeşleri, yeğenleri, arkadaşları aradığında, “Çocuklar çay içmeğe çağırdılar, sağolsunlar, beni hiç yalnız bırakmıyorlar,” der ve bize methiyeler düzer. Sonra hüzünlenir, “Kaldık yalnız, bize kim bakar bu yaşta!”
Özen Ablamın sesi evinde yalnızken de ulaşır bize; kapı, pencere yahut duvardan bir şekilde geçer. Ya telefonla ya kedisiyle konuşuyordur, kahkahası gelir yankı yaparak. Eşya susar, çiçek susar, dil de suskun olur bazen, evlerde televizyon sesi dışında hiç ses olmaz ama Özen Abla hep konuşur, hep hatırlatır bize kendini. Özen komşuma ben, ‘ablam’ diyorum; benim için ‘annem’ dememle bir farkı yok. Gösterdiği özenle, incelikle, emekle bütün bir mahallenin hayatına dokunur. Komşusu olarak bizlerin, köşe başında mendil satan ihtiyarın, okula ayakkabısız giden çocuğun Özen Ablasıdır o. Dahası, sokağın kedileri, köpekleri, ağacı da nasiplenir şefkatinden. Yani biz, Özen Ablamızı çok seviyoruz!
Kedisi hep yanındadır, beraber yatarlar her gece. Dışarı çıkmak istediğinde üşenmeden açar kapıyı pencereyi, sonra bize dert yanar; “Akşam yine hiç durmadı, uyutmadı beni; bu hayvan niye böyle evladım?” Çatıdaki kuşları yakalamak için hedefe odaklanmış bir şekilde saatlerce bekler kedisi. Özen Abla kıyamaz kuşlara, kovalar onları ama nafile, bir şekilde yem olur kuşlar kediye. Kucağındaki kediyi severken dalgınlaşır bazen, uzaklara dalar gözleri; “Mestan Ağabeyini kaybettikten sonra dostum, yarenim oldu bu kedi,” der ve başlar Mestan Ağabeyi anlatmaya. Yakışıklılığından, aynanın karşısında saçının bir teliyle yılmadan uğraşmasından bahseder. Sonra evlenmeden önceki çapkınlıklarını anlatır Mestan Ağabeyin. Ses tonu değişir, mimikleri gerilir, vücudu yay gibi olur, öfkesi içinden taşar böyle zamanlarda. “Bırakmadım peşini, yatlar katlar bitip paralar suyunu çektiğinde evlendi benimle.” Biraz düşünür, sonra “Kimse bir söz edemez, helalinden yakışıklı, kibar, adam gibi adamdı,” der.
Zor bir hastalık dönemi geçirdi Özen Ablamın eşi, Mestan Ağabeyimiz. Bir gün bizim evin balkonunda Özen Ablam ve Mestan Ağabey ile oturuyorduk. Kedi, terastaki kenar setlerden yürüyerek yanımıza geldi. Önümde sırt üstü yattı, oynadık beraber, dünyalar onun oldu. Sonra yanımızdan ayrılıp çatıda gezintiye başladı, tam tepemize gelmişti, incecik bir setin üzerinde duruyordu, düştü düşecek gibiydi. Mestan Ağabey korktu; kediye “Vicdan, Vicdan, gel, yanıma gel, düşeceksin,” diye seslenmeye başladı. Kedinin bir adı yoktu o ana kadar, şaşırdık Özen Ablayla, birbirimize baktık. Tekrar tekrar bağırıyordu kediye Mestan Ağabey; “Vicdan, Vicdan.” Sesi giderek yükseliyordu, sakinleştirmeye çalıştık, “Kedi bu, düşer mi hiç,” dedik ama dinlemiyordu. Sandalyeye çıktı, kediye elini uzatıyor, onu çatıdan indirmeye çalışıyor, bir taraftan da sesleniyordu; “Vicdan, Vicdan.” Bu sefer Özen Ablamla biz telaşlandık, Mestan Ağabey düşecek diye korktuk. İkna etmeye çalıştık, en sonunda sandalyeyi alıp sakladım. Kedinin çatıdan ayrılmasıyla nihayet sakinleşti Mestan Ağabey; “Vicdan kim?” diye sorduğumda “Bilmezsin sen” diyerek eliyle ‘sus’ işareti yaptı. Özen Ablam gördüğünde, “Bilmez miyim ben onun çapkınlığını, kim bilir hangi Vicdan düştü aklına,” demişti, gülmüştük.
Sonra epey zaman geçti. Kedinin yine çatıda gezindiği bir gün Özen Ablam; “Vicdan, Vicdan düşeceksin, gel, gel,” diye seslendi kediye. Güldük hep birlikte, sonra Mestan Ağabeyi andık, hüzün çöktü. Özen Ablamın gözlerinde yaş vardı ama yine de gülüyordu, gülüyorduk, gözyaşları gülümsemesini besliyordu sanki. O günden sonra kedinin ismi Vicdan oldu. Şimdi Vicdan da yaşlandı, eskisi gibi çatılarda dolanamıyor. Özen Ablamın en iyi dostu Vicdan, onsuz hayat düşünemiyor, “Ölürse ben ne yaparım,” diyor. Zaman zaman seslenir, “Vicdan, Vicdan neredesin?”
Zamanla Mestan Ağabeyin durumuna alışmış, hastalığını kabullenmiştik. Hastalığın ilk zamanlarındaki telaşımız, korkumuz azalmıştı. Hastalık gün geçtikçe ilerlemesine rağmen yine yakışıklıydı Mestan Ağabey. Takım elbise, kravatlı olduğu bir gün eşim; “Mestan Ağabey çok şıksınız” dediğinde, “bana varmak istiyor musun?” demişti. Günler geçtikçe Özen Ablam eşine bakmakta güçlük çekiyor; kardeşleri, yeğenleri ve biz de gerektiği gibi yardımcı olamıyorduk. Arada alıp başını gidiyordu Mestan Ağabey, karakollara haber salıp, öyle buluyorduk. Bakımı giderek zorlaşınca emekli maaşı karşılığında huzur evine yatırmaya karar verdi ailesi. “Her şey pahalı, Mestan Ağabeyinin de ihtiyaçları olur, ben kendi emekli maaşımla nasıl geçinirim evladım?” dese de, Özen Ablam için iyi olmuştu bu. Biraz rahat edecekti, yalnız da değildi; kedi en iyi dostu, arkadaşıydı. Mestan Ağabey giderek kimseyi tanımaz oldu, çaresizdi, umutsuzdu artık Özen Ablam.
Mestan Ağabey fazla yaşamadı. Karacaahmet Mezarlığı’na defnettik. Özen Ablam ilk zamanlar mezarlıkta hiç yalnız bırakmadı onu, çiçeklerle süsledi mezarı, suladı, otlarını temizledi günlerce. Mestan Ağabey artık rüyalarındaydı, ne zaman onu görse gelir, anlatırdı.
Karacaahmet yakın bize, Mestan Ağabey ile yine sürdürüyoruz komşuluğu. Sık sık anıyoruz onu; Özen Ablam, Vicdan ve biz!.
Muhsin Başaldı