Amerika’nın en ünlü dergisinin büyük ilgi gösterdiği fotoğrafları çoğaltmak için köye yeniden gittiğimde, ilk seferki heyecanım olmasa da, köy kahvesinde Roma sütun başlıklarını sandalye, masa olarak kullanıp pişpirik oynayan erkekleri, Roma lahitlerinde çamaşır yıkayan,şıra, pekmez yapan kadınları, evlerin tavanlarına destek yapılan Roma kolonlarını görünce aynı şaşkınlığı bir kez daha yaşadım.
Muhtarla köylüler beni yine ilgiyle karşıladılar. Bu kez de muhtarın evinde kalacaktım. Birkaç günümü ayırıp köydeki tüm tarihi eserleri, o eserlerin köylülerin yaşamıyla nasıl hemhal olduklarını renkli fotoğraflayacaktım. Köyü gezdikçe gözden kaçırdığım, görmediğim o kadar tarihi eser, köşe bucak farkettim ki… Köylülerin eserlerle iç içe geçen yaşamlarını deklanşöre basarak makineme hapsettikçe mutluluğum kat kat artıyordu. Tapınaklar, tiyatro, agora,hamamlar, havuzlar… Üç gün bana yetmeyecekti.
İkinci günün akşamı muhtarla köy kahvesinden ayrılırken poz vermeye iyice alışmış köylüler,ertesi gün nerede, nasıl poz vereceklerinin muhabbetini yapıyorlardı. Muhtarın“Allah rahatlık versin beyim” sözleriyle gaz lambasını söndürdüm. Kafamda gündüzün muhasebesini yaparken “Neden gece fotoğraf çekmiyorum?” fikriyle sedirden doğrulmaya çalıştım. Ama yorgunluk tüm bedenimi ele geçirmişti.Bacaklarım ayaklanmak isterken, ellerim beyaz çarşafın cazibesinden kendini kurtaramıyordu. Yazının bölüm başlığı bile belirmişti kafamda: Anadolu Mehtabında Roma Tarihi. Makinemi elime aldım. İş ayağa kalkmama kalmıştı.
– Hatçe Gelin’in sütü geri geldi mi?
– Geldi Tanrıça Afrodit.
– Üzüm bağlarını vuran hastalık geriledi mi?
– Kontrol altına alındı şimdilik Tanrıça Afrodit.
– Peki, Salih? Salih karısını hâlâ dövmeye devam ediyor mu?
– Hayır, artık el kaldırmıyor Tanrıça Afrodit.
– Şahin, gölgemde ilanı aşk ettiği Sultan’ı ne zaman babasından istetecek?
– Sonbaharda nişan, düğün art arda olacakmış Tanrıça Afrodit.
– Gelelim bugünkü sorunumuza. Bu adam, bu adam niye bu kadar uzun kalıyor burada, neden en ufak ayrıntımıza kadar bizle ilgileniyor? Geçen sefer verdiği rahatsızlık yetmemiş gibi bir de gece gece huzurumuzu kaçırıyor.
O adam bendim. Kendimi amfinin ortasında bir nokta gibi hisseden ben…
Mehtabı kaçırmayayım diye deklanşöre basıp dururken, o güzelim eserleri flaş altında görmenin büyüsündeyken birden kendimi bu kalabalık ortasında nasıl buldum bilmiyordum.Gündüz fotoğraflarını çektiğim o kabartma figürlerin hepsi canlanmışlardı.Karşımda duran, ayaklarında mermerdeki tüm oyma sanatının sergilendiği masanın üstü tabak tabak elmalar, üzümler, muşmulalar, zeytinler, narlarla doluydu.Masada oturanların yüzü çok asıktı. Parmaklarının sabırsız vuruşları, başlarını iki yana sallayışları ne kadar sinirli olduklarını gösteriyordu.
– Ayağa kalk adam, duymadın mı Aşk Tanrıçamız Afrodit’i?
Şaşkınlıktan kendimi toparlayamadığımdan diğer insanlardan biraz daha giyimli, ellerinde mızraklarıyla yanımda duran iki adam beni zorla ayağa kaldırdılar.
– Şey, ben mi? Ben… Ben… Ben sizi kurtarmaya geldim. Siz değerlisiniz. Amerika’dan sizin fotoğraflarınızı istiyorlar. Onun için şey ettim…
Tanrıça Afrodit ayağa kalkıp madeni bileziklerle dolu kolunu kaldırarak işaret parmağını bana yöneltti. Dalgalı saçlarının tacın altında zor zapt edildiği belliydi.
– Bizi kurtarmak mı? Sen bize iyilik değil kötülük yaptığını nasıl fark edemiyorsun? Biz burada sessiz sedasız yaşıyorduk. Şimdi herkes bizi öğrenecek. Rahatımız kaçacak. Bizi doğadan alıp binaların, camların ardına koyacaklar. Babadağ’ın havasını soluyamayacağız. En acısı da köylülerden ayrılmak… Ah o köylülerimiz. Onlar bizi benimsediler, bizden daha çok Romalı oldular. Nasıl ayrılırız biz onlardan,onlar bizden? Hep senin yüzünden olacak tüm bunlar. Binlerce yıldır kurduğumuz,gemilerle Roma’ya gidebilme hayalimizi bize bu köylüler unutturdu. Her biri bizden biri artık… Ama sen bu düzeni yok etmek için uğraşıyorsun. Onun için halkın önünde adalet kurulumuzun değerlendirmesiyle yargılanacaksın. Hemen şimdi!
Tanrıça Afrodit’in canlı hâlinde, heykelindeki yardım ister gibi tavrından eser yoktu. Haykırarak beni suçluyordu. Neden gece “ara”yışına çıkmıştım ki… Nereden bilebilirdim bunların başıma geleceğini? Aslında tüm kabahat şofördeydi. O akşam yolu kaybetmeseydi bu köyden hiç haberimiz olmayacaktı. Yargılanınca ne olacak?Aslanlar geliyor aklıma. Ortada yoklar. Oysa kaç gündür aslanlar dâhil ne çok hayvan kabartması gördüm. Tekrar gelmemeliydim bu köye. Hata ettim hata…
– Bakın benim niyetim kötü değil. Sizi değerinizi bilecek, sizi hak ettiğiniz şekilde koruyacak insanlarla buluşturmak sadece.
– Konuşma! Hem suçlusun hem güçlü…
– Yalvarırım beni yargılamayın. Ben masumum!
– Yargılanacaksın. Yetkilerini bana veren tüm Tanrılar adına karar verdim. Çünkü suçun büyük…
– Hayır! Hayır! Yapmayın n’olur! Filmleri yakar hemen giderim buradan.
– Beyim beyim! Ne oldu? Rüya mı görüyorsun? “Beni erken kaldırın” demiştin ya. Gün çoktan ağardı. Hanım tarhana çorbamızı pişirdi bile.
Sevgi Ünal
Süper bir yazı olmuş yine Sevgi Ünal cim.Ellerin yuregin dert görmesin.
BeğenLiked by 1 kişi
Gecikmiş teşekkürlerimle sevgiler Necla’cığım.
BeğenBeğen