Tarihi Afrodisias şehrinin kalıntıları arasındaki tek katlı evlerden biriydi. Evin önündeki sütunun yanından görülen daracık pencereden ondört-onbeş yaşlarında gösteren Ali’nin sadece alnı ve gözleri seçilebiliyordu. Çıplak ayaklarıyla abisini bekleyen Ali’nin müşterek ayakkabılarını beklediğini köyde herkes biliyordu ama o yine kendisini göstermek istemiyor, camın arkasına gizleniyordu.
Birden kalktı etrafına baktı. Önündeki sütunun yanından genişleyen yola girdi, baktı. Yürüdü… Yürüdü…
Yerler kentin mermer ocaklarından çıkan muhteşem beyaz mermerlerle döşenmişti. Arka arkaya ve karşılıklı dikilmiş sütunlar arasında geniş, duvarsız ferah alanda güneş ışıkları her yeri kuşatıyor, ortadaki büyük havuzun sularında çok renkli giysilerle düğün yapıyor, oynuyorlardı. Meydanın etrafındaki yemyeşil ağaçlar, kenarlarda büyük saksılar içinde dikili nadide ve renkli çiçekler vardı.
Fısıltı gibi duyulan sesler yaklaştıkça anlaşılır hale geldi.
Sütunun önündeki beyaz elbiseli genç kızın incecik belini saran kemerden inen etekleri yere kadar uzanıyor, başındaki renkli çiçeklerden yapılmış tacına kelebekler uçup konuyor, uzun saçları rüzgârla dalgalanırken etrafa bahar çiçeklerinin kokusu yayılıyordu.
Bir dizini yere dayamış olan genç, bir elini genç kıza doğru uzatmış, yalvaran bir ses tonuyla;
Sevgili Flora bu konuşma seninle son konuşmam olacak. Bak mevsimin geçiyor, çiçeklerin kurumaya, yaprakların sararmaya başladılar. Çok yakında yok olup gideceksin bu inadın niye?
Flora iri yeşil gözlerini ufuktan ayırmayarak:
Ali! Yeter artık! Biliyorsun ben Romulus’u bekliyorum. Jüpiter aşkına, kendini de, beni de üzme.
Gittiği savaştan yıllar oldu dönmedi. O, Mars değilki çok zorlu ve uzak diyarlardaki savaştan dönmesi imkânsız. Beklemen faydasız.
Sonsuza kadar beklemeye ant içtim. Daha fazla ısrar… Edersen… İmkânsızı isteme benden.
Bu esnada uzaktan, çok uzaktan zafer çığlıkları duyulmaya başladı. Flora o yöne doğru koşarak gitti.
Zavallı Ali Flora’nın arkasından yaşlı gözlerle baktı… Sonra belinden çektiği kılıcını körpecik bedenine sapladı, kendisini evin kapısının arkasındaki taşlıkta buldu.
Bakışları diz altına kadar çapraz bağlı ayakkabılarla gördüğünü sandığı, çıplak ayaklarındaydı.
Gökyüzünde bembeyaz, yumuşacık bulutların üstünde uzanmış heyecanla yere bakan aşk tanrısı Cupid boş kalan yayı elinde, yanlış isabet ettirdiği ok yüzünden Ali’den özür diliyordu.
Nebahat Alptekin
Uzak bir donemin gunumuz dunyasina yansitilmasi elbette cok onemli. Hikayede güneşin ışıltısı evet anlaşılabilir ama beni etkileyen beyaz mermerin soguk temasını o sicak gunese ragmen ciplak ayaklarda icimize isleyen serin temasin yansitilmasiydi … teşekürler sayin yazar. Oralarda hissetirmek kisa oykude cok da kolay degildir
BeğenBeğen
Merhaba,
sanatın herdalı eleştri ve acıyla beslenir kanımca.
Karşı tarafı kırmamak adıda çok hoş güzel olmuş ya da iyi yazmışsın demek yerine gerekeni söylemek ne fazla ne eksik hepimize faydalı olacaktır.
öncelikle kısa hikaye zor olan ve faydalı olan benimde favori olanımdır.
Sonunu iyi bağlamışsınız.
*Aniden birden ve benzeri tanımlar hikayeyi anlatıyımını bozan durumlar bence daha sade olmak gerek kanımca mesela;
birden kalktı yerine
“kalktı.” bu eylemin “nedenini biz okurlar düşünelim. acaba aklına aradığı cevap mı gelmişti?” sonra bekleyin… merak artsın. “Etrafına baktı.”
*Bana öğretilen yazınsal metinlerde cümleler tiyatral olmamalı gerçek neyse o olmalı;
“havuzun sularında çok renkli giysilerle düğün yapıyor, oynuyorlardı.” yerine
havuzun suyunda ışık ve renk oyunları sergiliyordu.
* “güneş ışıkları her yeri kuşatıyor.” başarılı tam yerinde bir cümle.
Tüm düşüncelerim dikkatnizi çektiyse “bence” içermektedir. Yani illa böyle yazın anlamdında değil fikirlerim. Herkesin yakalşımı farklıdır.
Bu yüzden sanat var.
Üertiminize kalminize sağlık.
Saygı ve sevgilerimle
BeğenBeğen