Salı sohbetlerinde Nesim Ovadya İzrail’in Osmanlı ve Türk Tiyatrosunda Ermeniler, Şahinyan Ailesi kitap tanıtımını dinliyorum, Nesim Bey eski fotoğraflarla zenginleştirdiği sunumunda Mınıkyan Tiyatrosunu, Birinci Dünya Savaşını, 1915 olaylarını, işgal yıllarında İstanbul’da tiyatro yapan bir Ermeni ailesinin üç kuşağını anlatıyor, hem tiyatro tarihi hem de siyasi tarih açısından çok değerli bir kitap. Toplantı sonrası Taşlık Sahaf’ta oturup sohbet ediyoruz, bir sonraki konuğun Selim İleri olduğunu müjdeliyorlar. Sevdiğim bir yazar. Geçen yıl Bakırköy Görme Engelliler Kitap kulübüne konuk geldiğinde gidememiştim. Bu sefer kaçırmamak gerek.

90’lı yıllarda çok okuduğum bir yazar Selim İleri. İlk İstanbul Yalnızlığıkitabını okumuş ve etkilenmiştim.  Eski semtler, Şair-i Azamlar, küçük detaylar,  bir kitaptan, bir ezgiden, eski bir fotoğraftan yola çıkarak hatırlananlar, artık unutulup gitmiş yaşamlara dair sözcükler, hikâyeler…

Evde hemen İstanbul Yalnızlığını aradım bulamadım, Turing’in bastığı bir kitaptı. Bir daha da bulunmaz. Çok sevdiğim kitapları yazarına imzalatıp, kütüphanemde başköşeye koymak hoşuma gider. Bir nevi koleksiyon. Bulabilsem kitabı keşke. Aramalar sırasında kütüphanemde Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın’ı buluyorum.  Ahmet Haşim, Safiye Sultan, Deniz Köpüğünden Tüller, Deli Muazzez Hanım… yine zamanın uçsuz bucaksızlığında bir yolculuğa çıkıyorum kitabın sayfalarında.

Elimde 1991 baskısı Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın ile Taşlık Sahaf Kafe’ye giriyorum. Söyleşinin başlamasına yarım saatten fazla var ve erken geldiğimi düşünürken, bir de bakıyorum ki Selim İleri gelmiş büyük masada yerini almış, katılımcılara kitap imzalıyor. Kendime arkada, köşede bir yer zor zar buluyorum.

Taşlık Sahaf Ataköy’de samimi, küçük bir mekân. Her salı ve arada pazar günleri edebiyat, müzik, sinema, felsefe üzerine sohbetler düzenlenen, müdavimleri olan bu mekânda; neredeyse tüm katılımcılar birbirini tanıyor. Selim İleri, müdavimlerden uzun yıllar yayın sektöründe çalışmış Uğur Gergin’in 40 küsur yıllık arkadaşı olarak toplantımızın konuğu.

Uğur Bey’in kısa konuşmasının ardından Selim İleri ile sohbete başlıyoruz. Devir çok değişti diye başlıyor sözlerine. Onur konuğu olduğu fuarda izdiham yaratan, önünde kuyruk oluşturan yeni isimlerin çoğunu tanımadığını, özellikle sosyal medyayı faal kullanan genç yazarların sadece popülerlik ve çok satış yapma peşinde olduklarını söylüyor. Eskiden edebi bir eser oluşturmak, iyi yazmak önemliydi, tek bir kelime için günlerce düşündüğümüz olurdu, diyor. 

18 yaşında yazdığı ilk romanının satmadığını, depolarda çürüdüğünü anlatırken, o kitaplar geliyor gözlerimin önüne, rutubetli bir bodrumda çürüyen düşler… Yazarın hüznü bana geçiriyor.

Sonra edebiyat dergileri ve yayınevleri ile ilgili anılarını aktarıyor. Romanlarının adlarını hep başkalarının önerdiğini, örneğin Her Gece Bodrum adını Atilla İlhan’ın düşündüğünü söylüyor. Özellikle kendisi de yazar olan yayınevi sahibi Erdal Öz’le bir dargın, bir barışık ilişkilerini, satış, üslup, kitaplarla ilgili inatlaşmalarını ilgiyle dinliyorum. Dinlerken kitapların okur tarafından beğenilmesinin neye bağlı olduğunu düşünüyorum. Çok sevdiği bazı kitapları hiç satmamış Selim İleri’nin. Çok okunur olmak ve edebi olmak kavramlarını tartışıyoruz.

Çok satmak, popülerlik derken birden nasılsa kendimizi televizyon dizileri konuşurken buluyoruz. İstanbullu Gelin dizisini hiç kaçırmadan izlediğini söylüyor Selim Bey. Diyalogları da çok başarılı bulduğunu belirtiyor. Eski Türk filmlerinden söz açılıyor, Kerime Nadir kitapları ve onlardan uyarlanan filmler konuşulurken, Kerime Nadir hakkında yazdığı kötü bir eleştiri için pişman olduğunu, gençken insanın acımasız olabileceğini, sonra yazardan nasıl özür dilediğini anlatıyor.

Sinema macerasına geçiyoruz buradan, Atıf Yılmaz, Memduh Ün, Müjde Ar derken Ömer Kavur ve Metin Erksan ile ilgili anılarını anlatıyor. TRT’de yıllar önce Metin Erksan’ın Türk Hikayecilerden uyarladığı kısa filmlerinin ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor. Sait Faik Abasıyanık’ın Müthiş Bir Tren, Kenan Hulusi’nin Sazlık, Samet Ağaoğlu’nun Bir İntihar,  Sabahattin Ali’nin Hanende Melek… bir an duralıyor, atılıp, ekliyorum Ahmet Hamdi Tanpınar Eski Zaman Elbiseleri

O zamana kadar sohbete katılmadığımdan belki de dönüp bana bakıyor. Ne olağan üstü filmlerdi onlar diyorum. Ercan Kesal’ın son kitabını okudunuz mu diyor. Kendi Işığında Yanan Adam‘da Metin Erksan’ı çok başarılı bir şekilde yansıttığını söylüyor. Ercan Kesal’ın Peri Gazozunu kitap kulübümüzde okumuş, çok beğenmiştik. Beynelmilel filminin senaryosunu da çalışmıştı bildiğim kadarıyla.  Hakan Günday da Müslüm’ü yazdı ve güzel senaryo değil mi diye soruyoruz. Genç o daha, ne işler yapacak diyor Selim Bey, ben yine atılıp Şahsiyet dizisini soruyorum, seyretmemiş.

Sinemadan edebiyata tekrar dönüyoruz, katılımcılar kendilerini etkileyen kitaplar, kitap okumak üzerine sohbetler yapıyor, mekânın sahibi Özkan Bey her toplantıda yaptığı gibi sözü yine Dostoyevski’ye, hayran olduğu roman karakteri Raskolnikov‘a getiriveriyor. Gülüşüyoruz. Edebi eser mi, çok satan mı tartışması yeniden başlamak üzereyken Selim İleri, çok değil on yıl önce Metal Fırtına vardı ortalığı kasıp kavurmuştu, şimdi yazarın adını hatırlayan var mı diyor? Orçun bir şeydi… Neydi?

Yavaş yavaş sonu geliyor konuşmanın,  Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın’ı ve yeni romanlarından Kumkuma‘yı imzalatıyorum. Koleksiyonum iki değerli kitap kazandı. Çok derine inmeden, çay eşliğinde bir sohbet, belki katıldığımız ama sevdiğimiz bir yazarı yakından görmek, gözlerine bakarak konuşmak, yazar kimliği dışında insan kimliğini tanımak büyük bir zenginlik bizim için.

Işın Güner Tuzcular