SÜRÜKLENME/ Latife Tekin – Can yayınları, Kasım 2018
Latife Tekin, yepyeni iki roman ile okurlarına tekrar merhaba dedi; SÜRÜKLENME ve MANVES CİTY.
İster Manves City’yi önce Sürüklenme’yi ardından; isterseniz Sürüklenme’yi önce Manves City’yi hemen sonrasında okuyun fark etmez. Ama illâki peş peşe okuyun derim. Birbirinden farklı iki kitap gibi dursa da üst üste konulduğunda tek bir çerçevede anlamını bulan ikiz romanlar.
Sürükleniyoruz diyor yazar. Bir girdabın karşı konulamaz gücüne kapılmışız. Bu girdap 21.yüzyılın çevre talanına dayanan kâr hırsının dünyayı nereye sürüklediğini, sonun ayan beyan belli olduğu bir uçuruma son hızla gidişimizin kodlarını deşiyor. Peki ne yapabiliriz, nasıl durdurabiliriz yok oluşumuzu?
Kitabın arka kapağında şöyle diyor:
“Sürüklenme’nin isimsiz anlatıcısı görünüşte sivil toplum örgütü gibi işleyen bir oluşumun destekçisidir. Bir yolculuk dönüşü önce uçakta karşılaştığı tekinsiz bir kişinin sonra bir kâhini andıran karizmatik taksicinin hatta gökyüzü ve yeryüzündeki tarifsiz güçlerin tesiri altında sürüklenip durur.”
Kitap hakkında birkaç söz etmeden önce Manves City’ye bir selam yollayalım isterseniz. Ana karakter Ersel’in Manves City’nin sayfaları boyunca aradığı kadının düğümü Sürüklenme’de çözülüyor gibi ama tam da değil, olayların yerli yerine oturup oturmamasının yorumunu, büyük yap-bozun tamamlanmasını okuruna bırakıyor Latife Tekin. Arif olan anlar…
Çağımızda şehir nasıl kırdan köyden ayrı yaşayamazsa, kırın köyün olmazsa olmazı da şehirlerdir. Bunlardan birinin yaşam alanını yok etmeye çalışmak diğerinin mahvına davetiye gibidir, bu ayrılmaz ikili çöküşte aynı kaderi bir şekilde paylaşmaz mı?
Sürüklenme, bu ayrılmaz ikilinin kırsaldaki hikâyesi. İçinden geçmekte olduğumuz zamanda uluslararası kartellerin kâr uğruna doğayı insafsızca talanını, insanın insana ve kendini besleyen toprağa ettiği akıl almaz kötülüğü, nefis üslubuyla önümüze seriyor. İyi ile kötünün, insanla hayvanın arasındaki çizginin sandığımızdan daha ince ve geçişken olabildiğini mistik bir dille anlamlandırırken, son sayfaya kadar tempoyu yüksek tutarak okuru kendine bağlıyor. Bir başka deyişle, Türkiye’nin bu ‘hoyrat ve acımasız günlerine’ ışık tutuyor.
Kitap iki ana bölümden oluşuyor; uçakta başlayan anlatı bitişte başa kapanarak yine uçakta, bulutlarda bitiyor. Anlatıcı, şimdilerde çevreci sivil toplum kuruluşu ‘Takviye’ için çalışıyor. Geçmişte politik bir örgütte şu veya bu şekilde bulunmuş bir “eski tüfek”. Takviye, yakın geçmişi yeniden fakat bu kez doğa koruyuculuğu/çevrecilik üzerinden inşa etmeye çalışan bir sivil toplum kuruluşu. Kamuya ait alanları işgal eden şirketlere karşı mücadele veriyor İsimsiz anlatıcı şöyle diyor bu çevreci girişim için:
“Takviye demek Raşit demek benim için, o her şeyin içinde olmaya, ben her şeyin dışında kalmaya karar verdiğimiz günden beri Takviye konusunda da anlaşamıyoruz doğal olarak. Raşit bana Tijen’den hatıra zaten… Dönüşü olmayan bitmiş bir aşkın hikâyesi onca zaman niye canlı tutulur? Raşit’e sorup anlamaya çalışın isterseniz. Söylenecek şeyi defalarca söylediğim için fazla düşünmeye gerek yok, sahibinden kurtarılması gereken bir hikâye var ortada. Çaresini bulamazsam geleceğim tehlikede demektir.”
Tijen, anlatıcının göğüs kanserinden ölen ablası. Raşit, Türkiye’de Cehil adlı beldede on yıl tarım işletmesi çalıştırıp Nevres’e devrederek yurtdışına gitmiş. Okur bu organizasyonun son askeri cuntanın (12 Eylül) darmadağın ettiklerinden biri olduğunu seziyor. Örgütün yüklü miktarda parası kaybolmuş, Tijen ölmeden önce bunun aydınlatılmasını istemiş kardeşinden, bir tür vasiyet. On yıl önce Cehil adlı kasabada kurulan tarım işletmesinin sermayesi bu kayıp para olabilir mi? Ya masum görünen kişiler göründüğü gibi değilse? Yazar, okura sonsuz bir muhakeme ve düşünsel motivasyon alanını bilerek açık bırakıyor. Kararı okura bırakıyor. Yazara saygıyla bu tanıtım yazımda bende bir yorum yapmamaya söz veriyorum. Bakalım dilimi tutabilecek miyim?
Anlatıcının Raşit’e yazdığı mektuplar okuru geçmişe götürürken öykü zamanında şimdiyi canlı tutmayı başarıyor, katmanlı zaman anlatımları akış içinde ustalıkla eritilmiş.
Adı kitaba çok yakışmış, hatta tam oturmuş. Sayfalar boyunca hissedilen tek eylem; Sürüklenme… Anlatıcı, gece yarısı Dörtşehir Havalimanına ayak basar basmaz bir sürüklenmenin içinde buluyor kendini. Uykusuz, yorgun. Gecenin üçü. Bavulunu sürükleyerek terminal çıkışında taksi ararken, uçakta yanında oturan tekinsiz adam Misal’in gölge gibi peşine takılması, Kızılyalı’daki çiftliğe gitmek için bindiği taksi şoförünün kestirme deyip Eskipınar’a sapması, buna karşı çıkacak gücü kendinde bulamayan yol yorgunu kahramanımızın sürüklendiği mistik hatta pagan sezgiler… Bin bir zorlukla vardıkları tepenin yamacında, anlatıcının uyku sersemliği içinde ve dolunayın büyülü ışığında Çaredar adlı taksi şoförünün su takıntısına bir anlam verememesi ama karşı çıkamaması, onun illa çeşmeye varma çabası, bagajdan çıkardığı güğümü doldurduktan sonra göle inmek istemesi ve yol boyunca bir derviş bilgeliğiyle tekrarladığı o cümle:
“Kayıp dakikalarını geri kazanmalısın.”
Sonra gölün ayna gibi pürüzsüz suyuna eğildiğinde Anlatıcı’nın, onun bir kurbağayı çağrıştıran uzun arka ayaklarını ve pütürlü derisini birdenbire fark edişi… Rüya, hayal ve gerçeğin birbirine dolandığı an. Gece. Dolunay. Hayvan-insan-tabiat hatta zamanın birleşip ayrıştığı o mistik dakikalar… Romanın zirvesi.
Sürüklenme Çaredar’ın yakasını da bırakmıyor ne yazık ki… Kahramanlarımızı yerine ulaştırdıktan sonra dönüş yolunda yükleme limanına feldispat taşıyan bir kamyona çarparak sürükleniyor…
Romanda akan olay örgüsü hem bu dünyadadır hem de yazarı yakından tanıyan okurunun diğer kitaplarından aşina olduğu üzere sezgi dünyasındadır. Bu bir başka anlatım becerisidir ki Latife Tekin’e aittir.
Söylemek istediğim şeylerden biri de, Çaredar ve sonrasında hikâyeye katılan Karaca (otobüs muavini), Sezer, Misal’in şahsında insan-hayvan geçişliliğinin, okuru ‘mitos’ düzlemine taşıyan unsurlar olarak karşımıza çıkıyor olması. Pagan sezgiler, mistik rüyalarla örülmüş bir yeniden oluşa sürüklüyor ve şöyle dedirtiyorlar ister istemez:
“Doğadaki her canlı; hayvan, ağaç, ot, börtü böcek, biziz aslında! Onların yok olmasına seyirci kalırsak, bu girdabın bizi yutmasına engel olamayacağız. Aklımızı başımıza toplamanın zamanı geldi de geçiyor.”
Sürüklenme, belki adım adım çevre felaketine doğru giden dünyanın hikâyeleştirilmesi. Belki de insandan umudunu kesmeyenlerin varoluş çabalarının serüveni. Hâlâ geç değil değiştirebiliriz diyenlerin ortak haykırışı olarak da okuyabiliriz kitabı, tükenmiş bir insanlığa ağıt olarak da… Yerelden evrensele açılan kapının, evrenselden yerele akan damarın kesişme noktası ya da… Dakota Kızılderililerinin “Standing Rock” hareketinden ve Seattle çiftçilerinin GDO’lu tohumlara karşı alternatif tarım platformundan başlayan çevreci aktivizmini, HES’lere ve maden şirketlerine karşı Anadolu köylülerinin canı pahasına doğal kaynaklarını savunma çabalarının devam edegeldiğini ve bunun sonucunun ne olacağının insana bağlı olduğunu haykıran çığlığın sembolik, yer yer mistik ama kesinlikle çoksesli müziği gibi geniş bir yelpazedeki macerasıdır Sürüklenme. Yazar, yüzyılımızın temel endişesine bir büyüteç tutarak doğanın yok ediliş sürecine seyirci kalan hepimizin bu hatayı düzeltmek için zamanımız var mı yok mu temel sorusuna cevap arıyor.
Latife Tekin, doğaya hükmederek yüceldiğini sanan insanoğlunun onunla uyum içinde olmaksızın varolamayacağı gerçeğini, yazınımızda kırk yıla yaklaşan edebî olgunluğunun getirdiği üslupla ince örülmüş ayrıntı zenginliği içinde okurlarıyla paylaşıyor.
Tam da bugünlerde okunacak roman. Çok geç olmadan.
Gönül Jilani