‘Karanlık’ diyorlar bana. ‘Karanlık Evliya’…
Daracık, taştan bir binaya koydular beni. Beni dediysem, o sıralarda içinde yolculuk ettiğim ve bu dünyadaki ömrü tükenmiş olan vücudu. Beşgen duvarlar demir parmaklıklı bir kapıyla birleşti. Kapının üzerinde kocaman bir asma kilit. “Türben burası” dediler, “Sen şu sandukanın içinde uyu, biz seni sık sık ziyaret ederiz.” Hikmeti sual etmek hiçbirimize düşmez tabii, ama insan denilen cins her zaman tuhaf gelmiştir bana. Kapıma ‘Evliya’ diye tabela asıyorsun, sonra da asma kilit vuruyorsun. Evliya’ya kilit tutar mı hiç! Ben istediğim zaman rüzgâr olur esiveririm dışarıya, istersem kedi olur yalanırım kendi türbemin taş merdivenlerinde, istediğim zaman karışırım ziyaretçilerimin arasına, okurum kendi ruhuma el Fatiha… Neden sonra anladım, meğer asma kilit ben çıkmayayım diye değil onlar girmesin diyeymiş. Ziyaretime gelenler -herkes bir şey istemeye gelir buraya, beni görmeye falan değil- içeriye girip bana göre pek sıradan bir ağaç olan meşeden yapılmış sandukamı, üzerindeki birkaç yeşil örtüyü çalmasınlar diyeymiş. Kilitli haliyle bile kaç kez çalındı sanduka da, örtüler de. Yenilediler her seferinde.
Diyebilirsiniz ki; “madem istediğin gibi gidip gelebiliyorsun, o taş duvarların içinde niye bekliyorsun?” Sorunuzu kısaca yanıtlayayım; tek türbem burası değil, tek adım da Karanlık değil. Bu konuda daha fazla detay veremem. Belirli görevlerim var tabi ki ama benim için en keyifli olanı ziyaretçilerimin gerçek düşüncelerini anlamak hatta bazen küçük şakalar -onlar mucize diyorlar- yapıp onları hem şaşırtmak hem de mutlu etmek. Bir tanesini anlatayım size. Bundan iki yıl kadar önce, güzel, ılık ve sessiz bir bahar öğleden sonrasında üç tane kadın çıka gelmişti. Sakin bir gündü, geldiklerinde o günün son ziyaretçisi gideli en az iki saat olmuştu. Türbemin kubbeli çatısına çıkmış tüylerimi kabartıyordum, ılık bahar güneşinin altında. Baktım gelenler var, hemen toparlandım. “Ne kadar sessiz burası,” dedi aralarında en temiz kalpli olduğunu anladığım gözlüklü sarışın, “çatıdan uçan kumrunun kanat çırpışları bile duyuluyor.” Böyle şeylerden etkileniyor insanlar, hemen mistik bir havaya bürünüyorlar. Hele bu gelenler gibi biraz da entelektüel iseler, düşünceler, duygular, hayal gücü kumru gibi kanatlanıveriyor. Pek az konuştular türbenin etrafını gezerken, demir parmaklıklı kapıdan içeriye baktılar, adımın anlamını merak edip bilgi veren bir tabela aradılar. Bulamayınca, esmer ve biraz kilolu olan cep telefonunu çıkarttı; “Hz. Google’a soralım bakalım.” Türbemin bahçesindeki tek banka oturup hakkımdaki rivayetleri okudular. Her biri kendine yakın bulduğu rivayete inandı, ama diğerlerine bunu söylemedi. Biraz ötede akan Asa Suyu çeşmesinden doldurdukları pet şişeden su içtiler. İyice sessizleştiler. Ne dile getirdikleri ne de akıllarından geçirdikleri belirgin bir dilekleri, benden bir istekleri olmadı. Bu halleri daha da çok ilgimi çekti. Onlar için yapabileceklerimden çok bugün sabahtan beri tarihi-turistik yerleri dolaşırken yorulan bedenleri ile bu dünyadaki yaşamlarında duygulardan düşüncelere, üzüntülerden heyecanlara, aşklardan yoksunluklara dolaşırken yorulan ruhlarını dinlendirmekle ilgileniyor gibiydiler.
Gitmeden önce bir selfie yapalım dediler. Gözlüklü sarışın en önde durdu, telefonu kolu yettiğince yukarıya kaldırdı, beyaz kısa saçlı olan merdivenlerde idi ve kilolu esmer de türbemin kapısında. “Aa çok güzel çıkmışız,” dediler hemen oracıkta fotoğrafa ilk baktıklarında. Akşam otellerinin bahçesinde günün değerlendirmesini yapıp fotoğraflara tekrar bakarken fark ettiler hediyemi. Esmer olanın kara saçları ile çevrelenmiş yüzüne şeytanın gülümsemesini yerleştirdim. Beyaz saçlının bakışından ruhunu aldım, bir de sağ elinin yüzük parmağını. Sarışına dokunmadım. Güldüler çok. Hâlâ hatırladıkça gülüyorlar. Eh bu da benden olsun…
Ayşegül Ayman
Ama bu şahane…. bildik biryerlerden… şahane yürekler bambaşka geçmişler. Sevgiler.
BeğenLiked by 2 people