Kürküm de vizon ama ne yalan söyleyeyim üşüdüm biraz. Erkek işte o kadar anlıyor. Doğum günü kutlamam için Roma’ya akşam yemeğine giderken alıvermiş. Darılmasın diye değiştirmek istemedim. Bugün öteki kürklerimden birini giysem yeni aldığını beğenmedim diye kesin alınırdı.
Bu kuyruk da canımı sıkmaya başladı. Güvenlik onar onar içeri alıyor. Aslında Paris’e kaçıncı gelişimiz. En son sabah kahvaltısına mı gelmiştik, parfüm stokum azalmaya başladığı için miydi yoksa? Hepsi bahane aslında. Baksanıza şu güzelliğe. Her yer ışıl ışıl. Yılbaşına birkaç gün kala bir başka oluyor burası. Adını da çok seviyorum. Cafcaflı… Şanzelize. İnsanın söyledikçe söyleyeceği geliyor. Şanzelize, Şanzelize… Şarkısını da severim çok. Şu süslemeler içimi kıpır kıpır yapıyor. Sarı ışıkları beyazlardan daha çok seviyorum. Aynı boydaki ağaçların tümü kocaman lâleler gibi ışıklandırılmış, Zafer Takı’na doğru uzanıp gidiyorlar. Kaldırımların mağaza taraflarında da bu kestane ağaçlarına da bayılıyorum. Hiç içim sıkılmaz burada. Çünkü binaların çoğu tarihi görünümde ama öyle üstüne üstüne gelmezler, az katlı ve aynı boydalar. Bazıları masmavi, bazıları sapsarı ışıklandırılmış. Bizim İstiklal Caddesi’ni de severim şimdi Allah’ı var. Hele son halini pek sevdim. Gereksiz ağaçları kesip her yeri beton yapmışlar. Taksim Meydanı’nı da ne güzel olmuş. Çalışıyorlar anacım. Ama buraya her gün gelsem bıkmam. Kocişim de çok sever burayı. Biraz söyleniyor bu beklemelerine ama benim canım yok mu kaç saattir ayaktayım. “O zaman bir daire alalım buradan,” dedim. “Düşünürüz canısı,” dedi. Belki de gelecek doğum günüm sürprizim olur.

Şimdi onlar Zeliş’imle ya Leon De Bruxelles’de midye yiyorlardır ya da Laduree’de makaron. Mac Donalds falan istemez benim sıpa. Bir kere buranın ünlü Quick Burger’ini denettik onu da beğenmedi. İnsan kendi ağız tadını arıyor. O bilmediğimiz şeyleri yemeye sırf fotoğrafımız olsun diye katlanıyorum aslında. Bir sefer yemeklerle fotoğraf çektikten sonra kocişime “Bizim Türk yemekleri yerine gidelim mi?” diye sorar sormaz “He valla canısı,” deyince kendimizi zor attık. Yedik kebapları, tatlıları kendimize geldik. Hem tuvaletinde taharet musluğu da var. Bir de Türkçe konuşuyorsun herkes anlıyor. Ay iyi ki evlenmişim kocişimle. Şarkıcılığa devam etsem ne olacaktı? Bir şarkı patlat sonra balon gibi sön. Şimdi sosyetenin göz bebeğiyim. Şurayı halletsem Cartier’de indirimde 27.800 Euro’ya saat varmış. Kankim Seboş söyledi. Saatlerimle, gözlüklerim renk renk ama olsun alacağım bi tane, dursun bir köşede. Bu caddede ne ararsan var zaten. Vitrinler, vitrinler, pasajlar, otomobil galerileri tam bana göre. Oteller de çok. Cadde demek ayıp olur aslında bu kadar geniş bir yola. Bulvar mı diyorlarmış ne. E, eni yetmiş metreymiş. Kaldırımları derseniz yoldan daha geniş. Geldiğimizde araba kiralıyoruz tabii. Otopark caddenin altında. Bir de lombardiniler var kiralık. Yol boyu ara sokaklarda rengârenk sıralanmışlar. Birkaç kez kiraladık. Yirmi dakikası doksan Euro. Hiçbir şey anlamadım zaten yalnız ara sokaklarda gezmeye izin verdikleri için pek zevkli olmadı. Caddeye onlarla çıkarmıyorlar. Hem ben hız severim. Basacaksın gaza şu bulvarda âlem Safiş görsün. Koçisim bana ilkokul diploması uydurup bir de özel ders aldırınca zehir gibi kullanır oldum arabaları. Zaten lombardinilerde aklım kaldığını anlayınca yine bir sürpriz yaptı kocişim. Onun da rengini pek sevmedim ama olsun, Türkiye’de kaç kişide var değil mi? Laf aramızda şu iki katlı otobüslere binmeyi de isterdim ama kocişim “Ne banal şeylere özeniyorsun,” der şimdi.
Zeliş’imin keyfi yerindedir herhalde. Her yerde Noel Babalar geziyor. Bizdeki gibi sadece erkek değiller. Kadınlar da olmuş. Mini etek, ful makyaj. Noel Anne diyorlar onlara ama hiç yakışmıyor. A, sahi ya ben bakım kremi de almalıyım gelmişken. Yoksa bir dahaki hafta mı geliriz? Ama her hafta sıkıcı olur. Başka bir yere gideriz haftaya. Yok ama sıkılmam. Şu ambiyans nerede var? Sadece mağazaları yeter. Yazın tabii ki çok daha coşkulu oluyor burası. Kafelerin dışarıya taşan kısımlarında oturuyor insanlar daha çok. Zeliş’im rahat dursa sinemaya da giderdik. Gezmediğim, alışveriş yapmadığım mağaza kalmadı Şanzelize’de. Sinemada söylenenleri anlamasam da güzel olurdu herhalde.
Ama artık sıkıldım. Hayır Fransızca bilsem iki lafın belini kırarım önümdeki, arkamdakiyle. Yok canım arkamdaki Arap sahiden. Ne çok yabancı var. Ah telefonum çalıyor.
“Tamam aşkım, ben bekliyorum hâlâ, oynasın Zeliş ne güzel. Sen de kahveni iç işte. “
Tahmin ettim ama makaron yiyeceğinizi. Ben gelince akşam yemeğimizi yeriz artık. Zeliş’in atkısı, şapkası kaymasın sakın. Hani beraber alacaktık oyuncaklarını? Bi çocuğu oyalayamadın mı aşk olsun? Keşke geçen seferki gibi bakıcısını da getirseydik. Ne hayır hayır sakın Noel annelerin yanına yaklaşmayın! Bak darılırım ama. Zeliş mi tutturuyor? Lütfen ama kocişim üzme beni.
Sesi biraz sıkkın gibiydi. Beklemekten yoruldu mu ne. Ben de yoruldum ama o çantayla atacağım havayı düşününce. O salak kadın modacı mıdır nedir benim fotoğrafımı geçenlerde gazetede haftanın kokoşu diye basmasın mı? Görecek şimdi gününü. Ayol o üstümdekileri de bu caddeden almıştım. Neresi kokoşmuş? Kedi uzanamadığı ciğere pis dermiş. Kıskanç kadın! Bu gidişle attırırım ben onu gazeteden. Hava da iyice soğumaya başladı. Yani anlamıyorum bu kuyruğun ilerlememesini. Sanki bizim tanzim satıştaki hıyar kuyruğu. Ama geceyi burada geçirip sabahın köründen sıraya giren var onu da unutmamak lazım. Şanslıyım yani. Her mağazanın yanında ışıklandırılmış yüksek ve dar çamlar olduğu gibi ortalarda duran minik çam ağaçları da var. Zeliş’im onlara bayılıyor. Hemen kendine arkadaş bulmuş. Onlarla çam ağaçlarının çevresinde dönerek oynayıp duruyorlarmış. İnşallah Noel anne diye tutturması bitmiştir. Çocuk güzel şey. Bir tane daha doğurayım diyorum ama ölçülerim bozulur diye korkuyorum işte. Zaten onun için yıllarca doğurmadım. Zor toparladım kendimi doğumdan sonra. Yok yağ aldır, yok selülit tedavisi ol. Memeleri kaldır falan. Bu arada o bana takan kadın her yerimin estetik olduğunu da yaymış. Tamam botoks yaptırıyorum. Azıcık da burnumu kaldırtıp, elmacık kemiklerime destek yaptırdım. Dudaklarımla burnum arasını daralttırıp çenemi geriye çektirdim. Bir de iple astırdım yüzümü o kadar yani. Hepsini Paris’te yaptırdım zaten. E kumaş güzel yoksa bunlar gösterir mi yüzümde değil mi? Kocişim “Sen ona aldırma dünya güzelim,” diyor hep. Hem ‘sosyetik güzel’ derler bana. Geçen gelişimizde bulvardaki binasının girişinin üstünde ışıklı lâleli büyük Turquie yazısı bulunan Türkiye Turizm Ofisi’ne uğrayınca neden herkes ayağa kalktı? Ünlü biriyim çünkü. Resmi davetlerin hepsinde yer alırız. Zaten çoğu ihale bize kalıyor. O gün üst katlarındaki sergiyi gezdik. Giriş kapısının önüne koydukları dev ekranda Türkiye ile ilgili turizm videolarına bakmadık bile, memlekette gezmediğimiz yer kalmadı ki. Ama Zeliş’imin çok hoşuna gidince biz de seyrettik.
Caddede motorlular o kadar fazla ki. Bir de her adımda sokak dansçıları var. Ben de güzel oynarım. Oynamak geliyor içimden onları görünce. Kocişim duysa o ünlü sözünü tekrarlar: “Avam olma!” Bir de fotoğraf çekenler çok. Hiç kimseyi umursamadan öpüşenler, sevişenler gibi. Kocişim “Tövbe estağfurullah, bakma canısı,” diyerek yüzümü çevirir hep onları görünce. Ama seksi kabere showların önünden geçerken “Ah ulan, bekâr gelmek vardı şimdi buraya,” diye tekrarlar durur her seferinde. Ben de hiç usanmaz çimdikleyip “Gözünü oyarım vallahi senin,” derim masucuktan. Masucuktan dediğime bakmayın aslında iki kez yakaladım onun yaramazlıklarını. Erkek milleti işte, benim gibi güzel karısı varken yapmış üstelik. Bir kez daha yakalarsam hem her şey biter dedim hem de Zeliş’in üstüne yemin ettirdim. Artık içim rahat, Zeliş’i canından çok sever biliyorum.
Kocişim ilk kez geldiğimizde gereksiz olsa da Türk rehber tutmuştu. Aman neler anlatmıştı iki kilometrelik bu yolda neler. Meğer bu bulvarın adı Yunan mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion ovalarından alınmış. Bir ucundan Zafer takı diğer ucunda Concorde Meydanı bulunuyormuş. Onları zaten biliyorduk ama yol boyundaki ağaçların nasıl bu kadar aynı boyda ve düzgün olduklarını öğrendim. Ağaçları, üzerinde 7-8 dairesel testereler bulunan 10-15 yüksekliğindeki bir aletle düzeltiyorlarmış. Bir de Zafer Takı’nı çok anlattı rehber. Ben de o üstündeki kabartma heykellere bayıldım. Gece aydınlatılınca da çok güzel görünüyor. Düşünün, derinliği yirmi iki metre, yüksekliği elli, genişliği kırk beş metreymiş.
Bir Fransız yazar varmış Proust’muymuş neymiş adı, bir tane sosyetik yazar bozuntusu kadın her geldiğimde adına yapılan parka gitmedin mi diye başımın etini yer durur. Gidip fotoğraf çektirmeliymişim mutlaka. Bir de o adamın kurabiyeleri mi varmış ne onlardan istiyor benden. Ayol çanta, ayakkabı sırasından oralara vakit mi kalıyor? Böyle entel dantel tipleri de hiç sevmiyorum. Geçenlerde hangi üniversiteyi bitirdiğime dair diploma lafları falan etti. Allahtan kocişim dans edelim diyerek imdadıma yetişti. Ne yapalım yani daha on beş yaşımda düğünlerde şarkı söylemeyi ben mi istedim.
Aslında yılbaşı gecesini burada geçirelim bu yıl dedim ama kocişim bekârken bir yılbaşını burada geçirmek istemiş. Bu bulvar baştan aşağıya trafiğe kapatılıyormuş. Çok yankesici oluyormuş. Kocişimin her şeyini çalmışlar “Tövbe ettim bir daha yılbaşını burada geçirmeye,” der hep ne yapalım. Zaten Parisliler o yüzden o gece buraya uğramazlarmış. Hep turistler olurmuş. On kişiden ikisi Fransız sanki. Bizde polisler simitçi, Noel Baba, piyangocu gibi kılıklara girerler ya burada öyle değilmiş, robocop gibi insanların arasında dolaşıyorlarmış.
Ama 2010 yılında yine bir günlüğüne özel olarak geldiğimizdeki manzarayı hiç unutamıyorum. Bulvar, trafiğe kapanıp parke taşlarının üstünde ağaçlar, çiçekler, sebzelerle yemyeşil bir alan oluşturulmuş. İki kilometre ananas, zeytin ağacı, üzüm bağları, lavantalar, birçok bitkilerle cennet tabloları gibiydi. İnsan kokudan sarhoş oluyordu zaten. Bir yanda koyunlar, inekler anlatılacak gibi değildi.
Oh, nihayet sıra bana geldi. Ne diyor bu kadın ya anlamıyorum ki! Yeni çıkan çantadan kalmamış mı? Başka bir tane alabilirmişim onun yerine diye işaret ediyor. Ayol benim Louis Vuitton’dan almadığım çantamı kaldı onların hepsinden var bende. Keşke Brüksel’deki mağazalarına gitseydim. Koçişime ne derim ben şimdi boşuna beklettim onu.
Sevgi Ünal