Gezmekten keyif alan Ziraat Mühendisi Atıl Bey, ilkokulu bitiren oğlu Şener’i, eşinin karşı çıkmasına rağmen yanında getirmişti. Yöreye özgü bitkilerin fotoğrafını çekmek arzusundaydı. Öğle sıcağında çeşmenin holluğunda koyunları yıkayan çobandan, yaylaya otobüsle gidilebildiğini öğrendi. Çoban, “ Sabah şehre giden otobüs akşam köye dönecek, ileride görünen karaağacın yanına gidin” dedi.

Atıl Bey ve oğlu karaağacın dibinde gölgeye oturdular. Sonra tarlanın birinden karpuzu, ‘gören gözün hakkı var’ deyip aldılar. Çocuğunun neşesini gören Atıl Bey keyiflendi, doğal yaşamı onunla paylaşmaya başlamıştı. Akşama doğru, otobüsün beş yüz metre uzaktaki virajdan dönerken çıkardığı gürültüyü duydular.

– Baba otobüs geliyor, nereye gidiyoruz?

– Yaylaya oğlum.

Şosenin taşlarına lastikler bastıkça çıkan gıcırtılı seslerle otobüsün gürültüsü daha da arttı, şoför fren yaptıkça, balata lastik kokusu geldi burun deliklerini tıkarcasına. Atıl Bey otobüs durduğunda boş koltuk bulup oğlunun rahat etmesini düşünürken iki yolcu ve şoför araçtan indi, yol yorgunluğunun bunalttığı halleriyle oh puf ederek karaağacın dibine kendilerini attılar. İnenlerden biri bastonlu yaşlı nineydi.

Atıl Bey şoförle konuşmağa başladı,

– Yaylaya gidecektim.

– Gideriz, dinlenelim biraz.

– Karanlık çökerse… Biz daha yaylada çadır kuracağız, çocuk var!

– Karpuzu getir keselim.

Yaşlı nine araya girdi,

– Çocuk çadırda kalmaz, gideriz köye, misafirimiz olursun.

– Sağol ninem, yaylada kalmam lazım.

– Eh, peki evladım.

Şoföre de söylendi,

– Gidelim! Evim gözümde tütüyor, hastaneden yeni çıktım, dut ağacımı ölmeden göreyim.

Atıl Bey karpuz yedikten sonra şoförün horladığını duyunca geç kalacakları için tedirgin oldu. Gözleriyle gölgede ağaç dallarından harfler yapıp tümceler oluşturan oğlunu süzdü.

Orta yaşlarda olan diğer yolcu elinde defter, burunlu otobüsün merdivenle çıkılan dolu bagajına bakıyordu. Atıl Bey merakından sordu,

– Bagajda yük çok ama yolcu yok.

– Malları şehirden aldım, köyde bakkal dükkânım var.

Şöföre seslendi bakkal,

– Uyan hemşerim, yola çıkalım artık, bu saatten sonra sana yolcu çıkmaz. Beni köyde müşteri bekler.

Şoförün, uyandığı halde sesini çıkarmayıp uzanmaya devam etmesi üzerine Atıl Bey, bakkalın müşteri ve şoförün yolcu hesabı arasındaki zıtlığı düşündü. Yaşlı ninenin şoföre ‘kalkar mı acaba’ diyen bakışını gördü ve bastonunu, karpuz kabuklarına gelen sinekleri kovarken hızla yere vuruşu ve sonrası karaağacın etrafında sabırsızca dolanışı dikkatini çekti.

Konuşma ve çıkan seslerden rahatsız olan şoför yerinden kalktı ve otobüsün etrafında dolanıp, burun kısmında olan motorun kaportasını açıp suyuna, yağına baktı. Malzeme çantasını çıkarıp tornavidayı eline aldı, bozulan bir şeyleri onarıyormuş gibi görünmeye başladı.

Şöförün yolcu için oyalandığını anlayan Atıl Bey,

– Kaç yolcu bekliyorsun? Bakkal bagajdaki yüklerin parasını vermiyor mu?

– Verse de bu meret su ile çalışmıyor. Üç dört yolcu çıksın gideriz.

Bakkalla yaşlı nine otobüsün başına geldiler Atıl Bey konuşmaya devam etti.

– Tamam, beş yolcunun ücretini ben veriyorum.

Yaşlı nine itiraz etti:

– Neden veriyorsun evladım?

Sonra bakkala dönüp mırıldanmaya başladı,

– Böyle şey mi olur? Şikâyetçi olalım. Ovada bir saat yolcu mu beklenir evladım?

Şoför ücreti duyunca, malzeme çantasını topladı. Ağacın dibinde bıraktığı sigara paketini almağa gitti. Neşesi yerinde, yüksek sesle Şener’in ağaç dallarıyla yazdığı tümceleri okumaya başladı. En son tümce, ‘Öğretmen doğa, öğrenci de insan,’ diye yazılmıştı. Durdu, kafasını kaşıdı, ne olduğunu anlamadı! Bakkal ve yaşlı nineyle göz göze geldi. Sonra hızla direksiyonun başına geçti. “Gidiyoruz, acele edelim” dedi.

Muhsin Başaldı