Tam bir günah gecesiydi. Korkunç tartışmanın üzerine çılgınca sevişip kelebekler gibi yatağa düştük. Şehvetin doruklarında yükseldiğimiz an, bizim için yaşanan bir ilkti. Kocam beni hiç yaşamadığım bir keyfe sürükleyip ardından beni severek, okşayarak uyuttu.
Ne güzel bir kavga sonrası barışma hikayesi değil mi? Ben de böyle olsun isterdim. Olmadı. Bizim öküz döndü kıçını uyudu. Uyumadan o devetabanı ayaklarıyla kıçıma bir tekme yerleştirdi. Kuyruk sokumum hala zonkluyor.
Dün de her gün olduğu gibi sabahın köründe uyandım. Kahvaltıyı hazırlarken banyodan böğürdü. “Ütü yapman lazım!” Bir gece önceden söylemiyor “Toplantım var,” diye, aklına sabah geliyormuş.
Siyah takımı değil, lacivert takımı giyecekmiş, “Ortağı, ben siyah giyeceğim pişti olmayalım, sen lacivert giy.” demiş. Yok pişti sadece biz kadınlarda olmazmış -bazı- erkek milletinin de önemsediği bir durummuş. Sanki siyah ve lacivertten başka takım elbise giyiyor bunun hödük arkadaşları. Ortağınla olmazsa rakibinle pişti olacaksın. Velhasıl, “lacivert pantolonumu ütüle,” emriyle güne başladık. Askıda duran on bir gömleğin hiçbirini uyduramamış, henüz kurumaya bırakılmış ıslak mavi gömlek bu takıma en çok yakışanmış. Maksat eziyet olsun.
Giyinip aynanın karşısına geçti. Baştan aşağı süzüyor kendisini. Vay efendim ne yakışıklıymış, vay efendim spor iyi geliyormuş, kasları iyice çıkmış, ben dikkatlice bakınca “Gömleği pantolonun içine soktum yoksa baklavaları da görürdün,” diyor.
“Toplantıya mı, oynaşınla kahvaltıya mı?” diye sordum. Yüzü kızardı, dişlerini sıktı. O alnını kırıştırınca maymuna dönen hali var ya işte ona büründü. Hırsla kapıdan çıktı, gitti.
Kahvaltı masası öylece açık, çayı bardağında, koyun peyniri masada kalakaldı. Benim nefret ettiğim, onun sofrasından eksik etmediği peynirin o pis kokusu yayıldıkça yayıldı. Tabağıyla attım çöpe.
Sigara altı yaptığım bir iki lokmayı ağzıma attım. Sofrayı toplayıp, kahvemi pişirdim. Geçtim camın kenarına, sehpanın üstünde duran kahvemden bir yudum içtim. Portmantonun üstünde sigarası kalmış hayvanın, çektim bir dal, bir dal daha derken, bunun paketini bitirdim. Gelince bulamasın sinir olsun istedim.
Akşama yemek bekler dişlek sırtlan! Gülüşüne kandım da evlendim ben bununla, şimdi o dişlerini sökesim geliyor. Evliliğin ilk günü kahvaltı sofrasında, o dışa açılmış koca dişlerinden gerilmiş, neredeyse şeffaflaşacak incecik dudaklarını büzerek konuştu. İşte o büzük dudağının içinden döküldü sözler; üç çeşit çıkmazsa boşarmış. Esnaf lokantası! “Annemizden öyle gördük biz.” Her akşam çorbası, sulusu, pilavı, makarnası, salatası, zeytinyağlısı, yoğurtlusu, etlisi sofralarında yedi çeşit yemek olurmuş, biz yeni evliymişiz, üç çeşit şimdilik yetermiş. Açgözlüler! Yarı şaka, yarı ciddi, o zamanlar sevimli geldi bu maymunsu hali.
Evliliğimizin birinci ayında, hala çocukları geldi. Bir arabaya üç aile doluşup gelmişler. Biri erkek, ikisi kız, üç kardeşler; bunların eşleri, iki de küçük velet var. Çorba, iki çeşit salata, bir tencere çeşit çeşit sebzeden ekşili dolma, koca bir tepsi börek yaptım. Kocam “Tatlı yapma, getirirler eşek değiller ya,” dedi. Eşeklermiş! Üç aile bir olup bir kilo tatlı alamamışlar. Sofrayı kurarken gizlice pastaneden tatlı siparişi verdim. Niye almadık demezler, gelir bir tatlı vermedi, derler. Yediler, doydular üstüne hacetlerini de benim tuvalette görüp gittiler.
Kuzeni olacak kızlardan birinin kocasının tayini başka şehre çıktı. Yıllar sonra İstanbul ziyaretinde bize geldiler. Öğrendim ya bu sülalenin ne kadar aç olduğunu, on iki çeşit hazırladım. Tatlı hariç. Et yemeği, pilav, çorba, salata, iki çeşit zeytinyağlı, iki çeşit yoğurtlu salata, iki ayrı şekil börek, iki farklı sebze yemeği yaptım. Bir şerbetli, bir sütlü tatlı yanına da kek yaptım. Doysunlar. Hepsinden yediler. İstisnasız çatal değdirmedikleri yemek kalmadı. Tatlı çok demediler, üstüne üç demlik çay bitirdiler. En sonunda türk kahvesi kesmedi, son vuruşu sodayla yaptılar. Tüm bunların üzerine damat bey, “İlk misafirlikte hiç doymadık hatta bizi geçiştirdiğini düşündük!” dedi. Meğer onca çeşidi yemiş, aç gitmişler. Kocama o gün “Bunlar bir daha evime gelmesinler, son yedikleri olsun,” dedim. O gün bugündür daha evime ayak basmışlıkları yok.
Böyle böyle kuruttum bunların ayağının çamurunu, daha evime gelemez oldular.
Geçen gün annesi geldi. Onun ayağını kurutamıyoruz. Aklına olur olmaz düşen her bahanede soluğu bizim evde alıyor. Anası sülalesinden daha aç. Gelir; onu yap, bunu yap, şu da olsun bu da olsun, der. Sofrayı uçtan uça döşetir, hepsinden azar azar yer ama tencere tencere piştiğini görmezse karnı doymaz. Kalanı iki gün sürünür, üçüncü gün çöpe gider. Cehennemde ateşime odunu atan, bu kadın olacak. Geldiği gün halim yoktu bir gün önceden kalan pilav, çorba, et sote, püre vardı. Yanına salata yaptım. Bizimki et soteyi seviyor, iki gün üst üste yer. Sevmediği yemek olursa ikinci gün söylenir de söylenir. Anası düştü ikinci günün et sotesinin üstüne. Yedi ama doymadı. “Ay zeytinyağlı da olaydi. Canım peenirli böörek çekti, şöyle el açası. Tatlı mı sipariş ediydik,” saydırdı durdu ne eksikse midesinin köşesinde. Yedi içti, oğlu gelmeden gitti.
Eminönü, Beyazıt taraflarına alışverişe geldiğinde gezer, tozar alacağını alır. Karnı acıkınca bizim lokantaya düşer. Hacı Bekir’den çeşit çeşit şeker, lokum alır. Kahve vakti gelince yanına çikolata ikram ettiğimde “Ay gelinim logum yoğ miydi? Bu çikolatalar ağzımın içini çamur ediyi” der. Zahmet edip poşetinden bir lokum çıkarıp yemez. Yerse bana da ikram etmesi gerekir. Bitter çikolata “sevmiyimiş”.
Dün onun gelişinin birkaç gün sonrasıydı. Bizimki sabah evden takım elbise tantanasıyla çıkınca, toplantıya sinirli gitmiş. O gün işi rast gitmemiş. Anacığını arayıp hayır duasını almak istemiş. O bile fayda etmemiş. Daha bizimki eve gelmeden anası aradı, anlattı. Eve geldiğinde suratı yere doğru sarkmış, dişlek dişleri içine kaçmış. Gözlerinde küçük küçük alevler dönüyor. Sinirli mi üzgün mü hali belli değil. Ne desem ağız ucuyla yarım cevap veriyor.
Yatana kadar yeni gelin gibi süzüldü. İş yatıp uyumaya gelince bizimkinin yüzü gözü değişti. Bir allanma pullanma, göz süzüp, el gezdirme… Bizimki uyuyacağına meğer uyanmış. Ayaklanmış üstüme geliyor.
“Höst!” dedim. Önce bir gönlümü al. Eve geldin geleli eşeği kaçmış köylü gibiydin. Ne bir hâl hatır sorma ne bir eline sağlık… Yatağa girince karısı aklına gelen hödük.
Höst, demez olaydım. Yedi sülalenin tenceresi döküldü. Zaten annesini hiç sevmiyormuşum, ona yemek yapmıyormuşum, kuzenlerinin de ayağını kesmişim, benim yüzümden evine giren olmuyormuş, kendi çalışıp kazanıyormuş, ben anca yiyormuşum, anasından başka kimi varmış, bir gün önüne lokum koymamışım, sevmediğini bildiğimden inadına çikolatayı çıkarıyormuşum, kuzeni ta Almanya’dan aramış anasını, yaptığımı kınamış, onları son gelişinde iyi ağırlayamamışım, ondan bir daha gelmemişler.
Dili şişti şişti indi. En son bir tekme bastı kıçıma, döndü uyudu.
Sabah kalktı dün gece hiç yaşanmamış gibi süslendi, giyindi çıktı. Ardından kalkıp evde ne kadar çeşit varsa pişirdim. Kuru fasulye, nohut, mercimek, pilav, makarna, et yemeği, tavuk yemeği, çeşit çeşit salata, buzluktaki tüm sebze çeşitleri. Sofrada yirmi bir çeşit yemek vardı. Tatlılar ayrı tabii. Anası, kardeşi, kuzenleri kim varsa çağırdım. Tüm masaları salonun ortasına koydum.
Eve gelen şaşkın, kocam ayrı şaşkın, kayınvalidem sinsi sinsi gülüyor. On yıldır beklediği haberi alacağından emin. Torun diye ağlıyor kadın, böyle bir sofra başka bir haber için hazırlanmış olamaz. Gizlice mutfakta kulağıma fısıldıyor. “Ah güzel gelinim, sonunda!” diyor. Bozuntuya vermiyorum. İçine düşen kurdu canlandırıyorum. “Annecim gecenin sonunu bekleyin, sürpriz olsun.” Kadın yürümüyor, uçarak salonda inişe geçiyor.
Tabaklar doluyor, taşıyor. Tepsiler, tencereler boşalıyor. Tatlı servisi başlıyor, çaylar tavşan kanı, şapırdata şapırdata içiliyor. Karnını sıvazlayanlar, gerinerek oturanlar, geğirenler, sessizce gaz çıkaranlar. Kahveler ocakta pişerken kayınvalidemin karnına ağrı giriyor. Koşarak tuvalete gidiyor. Kapı kilitli! Kocam anasından önce girmiş. Ana oğul götleri bile aynı gidiyor.
Ardına eltim tutuyor karnını, peşinden kocamın halası… Salonda bir hareketlenme tuvalet kapısına giden dönüyor. Tüm anahtarları toplayıp çantama atıyorum. Evden çıkıp kapıyı dışarıdan kilitliyorum.
Şimdi istedikleri yere sıçabilirler.
Zeynep Pınarbaşı
Okurken sesli güldüm. Harika bir anlatım tarzınız var. İntikam acı olmuş. Sürekli verici olmak insanın taşma noktası. Obbaaa cırcır oldular. 😂
Çok iyi. 🙂
BeğenBeğen
Teşekkür ederim 💜
BeğenBeğen