Aniden belirivermişti mahallenin orta yerinde. Havalı güneş gözlükleri, geniş kenarlı şapkasının ardında görünmez olacağını mı sanmıştı gerçekten? Gizemli olmak için yanlış mahalleyi seçmişti.  Onlarca gözü, onlarca kulağı olan bir organizmaydı bu mahalle.  

En büyük talihsizliğini, gelir gelmez bizim bakkaldan bozma marketin sahibi Safiye’yi azarlamasıyla yaşamıştı. Kadın “Yeni mi taşındınız? Nerede oturuyorsunuz?” diye masumca bir soru sormuştu oysa. Bayan Gizem’in alaycı bir şekilde “Neden soruyorsun, çaya mı geleceksin?” cevabı ile Safiye’nin heybetli vücudunun, zelzeleye tutulmuş gibi sarsıldığını anlatıp,  konu komşu pek eğlendik.

Safiye şaşkınlığından elini kolunu nereye koyacağını bilememiş, tezgahın üzerindeki sakızların çikolataların yerini anlamsızca değiştirip, kem küm ettikten sonra, paranın üstünü vermiş, kadın marketten çıkıp uzaklaşmasının ardından “Kibir bizim mahalleye üç numara büyük gelir küçük hanım,” diye tıslamış. Görgü tanıkları “Hazırlıksız yakalandı garibim,” dediler. Kadın gibi işaret parmağını havaya kaldırıp kıkırdayarak taklidini yapmayı da ihmal etmediler.  Şakalaşmalarımız yeni kızın, Safiye’nin biricik kızının eski kocasının evine taşındığını anlayana kadar sürdü, ondan sonra işin komik bir yanı kalmadı.

Bizim mahallenin girişinde Safiye’nin evi ve marketi karşılar sizi. Evi marketinin hemen üstünde mahalleyi en iyi gören yerde konuşlanmış adeta bir gözetleme kulesi. Meslek icabı belki de, meraklıdır, konuşkandır. Tek kusurunun gevezelik olduğunu düşünen mahalle sakini de pek çoktur.

Selam vermeden geçilmesinden hoşlanmaz. Kime lazım olsa yardımına koşar. Kocasını kaybettiğinden beri,  tek başına çekip çevirir marketi. Cengaver kadındır hani, enine boyuna.  Şehrin orta yerinde Anadolu kadını gibi güçlü kuvvetlidir. Küçük yaşta yetim kalan kızını kıyamadığından, nazlı yetiştirmiştir. Kızcağız ürkek,  anasının zıttı, narin, içine kapanıktır.

Safiye’nin sinirini tepesine kadar çıkaran Bayan Gizem’in gelişi mahallemizde bomba etkisi yarattı. Meğer herkes uyurken, kiracı olarak yerleşmiş eski damadın alt katına.  Sanki ev dubleks değil de ayrı girişi olan iki katlı bir ev. Görülmüş şey değil, ateşle barutun aynı yerde ikametinden yangın çıkacağını bilmeyen mi var. Çapkın genç, varı yoğu babası ölünce; sefaya, serseriliğe verdi kendini, zaten yetim olan kızı, bir de dul bıraktı vicdansız. Sebebinin de yeni gelen gizemli kız olduğu fısıltıları da böcek gibi her evin içinde şimdi.

Kaşı gözü oldum olası yerinde durmaz damat, kızı kiracım diye anlattı da, biz inanmadık. Daha doğrusu çoğunluğumuz inanmadı. Bazılarının bazen iyi niyetli olacağı tutuyor. Kimisi kendine sevgili yaptı mahalleden çekindiğine öyle söylüyor dedi. Kapatmasıydı belki de.  Süzüle süzüle yürüyüşünü görmemiş miydik zaten. Hem tek başına kadın kısmı bekar bir adamın kiracısı neden olsun ki.  O damadın küçük suratındaki, bilye gibi dönüp duran gözlerinin niyetini anlamak için insan sarrafı olmaya hacet yok.

O günden sonra Safiye’nin yüzü kırmızıdan beyaza dönmedi. Kızı deseniz evden çıkmaz, camdan bile bakmaz. Arada hıçkırıkları taşar mahalleye. Safiye’nin ne çeşit bir intikam alacağının merakı içerisindeydik.  Dul kalmış kızı, hali hazırda üzüntüden yataklardan kalkamıyordu, şimdi ölse hiçbirimiz şaşırmazdık.

Safiye bu adamı burada yaşatmaz diyenler çok. Eski damadın ahşap evinden duman çıktığını görür gibiyiz. Ateşe verse şaşırmayız, o derece.

Damadın yüzü güleç, dünya yansa umurunda değil, kasabı da devretti, kendisi gezmek tozmak peşinde. Babası hep “Bundan adam olacak da biz göreceğiz öyle mi?” derdi. İleri görüşlü adammış. Gizemli kadın her gün süslenir püslenir, bütün vücudunu gözler önüne serer. Mahallenin arnavut kaldırımlarını podyum edasında, kıvrıla kıvrıla arşınlarken,  arada ayar verir gibi marketçi kadına bakar. Safiye de kız görünmez olana kadar kızın üstünden çekmez gözlerini. Aklından ne geçtiğini merak etmek de bizim payımıza düşer.

Market, meydan ve damadın evinin oluşturduğu üçgen, mahallenin kalbi haline geldi. Bir tiyatro sahnesini izler gibiyiz. Arada duyulan Safiye’nin zavallı kızının hıçkırıkları da olmasa iyiden iyiye sessiz sinemaya döndü buralar.

Son günlerde Safiye, dükkanı kapatır kapatır gider, nedendir bilinmez, yüzünün kırmızılığı da azaldı sanki.  Kahvedekiler, ağzı beş karış açık izledikleri, her gün mahalleyi cümbüşe çeviren kızın görünmediğini fısıldamaya başladılar bile. Göz gönül hoşlukları eksik kalan tayfa,  utanmasalar kadının eksikliğine hayıflanacaklar. Adam desen,  adam da ortalarda yok.

Felaket tellallığına soyunmuş olanlar, ellerini ağızlarına götürüp, kendi dediğine kendi inanmaz bir halde “Ay sakın Safiye öldürmüş olmasın ikisini de?” diyor, itiraz eden bir diğeri “Ayol kediye bile ‘pist’  demeyen kadın, koskoca iki insanın canına mı kıyacak, saçmalamayın,” diye cevaplıyordu. Şüphe, merakın altından girip üstünden çıkıyor, bazıları çaktırmadan kapının dibinden geçip koku geliyor mu diye kontrol dahi ediyordu.  

Öyle ya da böyle kadının, canından çok sevdiği kızına yapılan bu eziyeti affetmeyeceğini gayet iyi biliyorduk. Sen gencecik kadını evlendiğinin iki ay sonrası boşa, sonra da dalga geçer gibi artistlere taş çıkaracak güzellikteki bir kızı eve kiracı yalanıyla kapat. Gerçekleri er geç hepimiz öğrenecektik. Ama nasıl?

Dedikodular artık diğer mahallelere de sızmıştı. Damadın kaybolmasını polise haber vermeyi düşünenler de çıkıyor, ama altından Safiye çıkarsa diye ödleri kopuyordu. Böyle bir kötülüğü yapmazdı belki ama adamın başına bir şey gelmişti muhakkak. Zavallı çocuğun hatırı yoksa da babasının hatırı vardı. Herkese iyiliği geçen bir adamcağızdı vakti zamanında.  

Gerçi bu zampara kızı alıp tatile gitmiş olabilirdi, taşınmış olabilirdi. Yarın öbür gün güle oynaya gelse belli ki birçoğunun canı sıkılacak. Senaryonun kötüsü mahallemizde daha çok iş yapıyor.

Mahalle iyiden iyiye bir fısıltı mağarasına dönmüş, konuşulanlar her yanda yankılanıyordu. Safiye’nin ağzından laf çıkar mı diye, iki de bir markete müşteri gibi gidenler sayesinde marketin satışları bile artmıştı. Kem küm edip, ima kabilinde birkaç bir şey soranlar ağzının payını alıyor, bir süre markete bile uğramaya cesaret edemiyorlardı.

Bir gün akşama doğru meşhur damat mahalleye giriş yaptı. Kaşı gözü patlamış, iyiden iyiye zayıflamıştı. Kimsenin yüzüne bakmadan, yanında takım elbiseli bir adamla birlikte sakince ahşap eve girdiler. Haber hızla yayılmış, kapıda pencerede olanların nüfusu hızla çoğalmış, bütün gözler kulaklar bir olup pür dikkat evi izlemeye koyulmuşlardı.

Damat kadar Safiye de göz hapsindeydi. O da aksine hiç hem de hiç meraklı görünmüyordu. Ağzının ucuna bir keyif yerleşmiş gibi gelmişti bize.  

Birazdan meydandaki ahşap evin dekorunda bir hareketlenme oldu. Takım elbiseli adam cama “SATILIK” yazan kocaman bir ilan astı. Damadın çarpılmış yüzü de camda göründü. Herkes bir onu bir Safiye’yi inceliyor, hiçbir ifadeyi kaçırmamaya çalışıyordu. Kadın sakince dolaptan bir gazoz aldı, kapağını açıp bir dikişte içti. Mahallelinin üzerinde birer birer meydan okurcasına göz gezdirdi.  Sonra sessizce içeri geçti.

Sessiz sinemanın görüntüsü bir nakliye aracının gelişi ile değişti. İçinden karınca gibi bir sürü adam çıktı. Çarçabuk eşyaları araca yükleyip uzaklaştılar.

Merakımız resmen yarım kalmıştı. Üstüne üstlük başka meraklar da eklenmişti, bütün bu olanlara bir anlam veremiyorduk. Bu adam doğduğu yeri ne diye terk ediyordu ki? Yüzü gözü paçavraya dönmese, taşındı ne var bunda derdik. Kız da ortada yok. Acaba o öldü mü diye merak ediyorduk. Gözümüzün önünde olmayan herkese ölümü ne kolay yakıştırıveriyoruz.

Gerçek er ya da geç ortaya çıkacaktı, çok bekletmedi bizi. Yavaş yavaş mahallenin kulaklarına ulaşmaya başladı. Meğer gizemli kız,  zengin bir adamın dostuymuş. Bizim damadın yakışıklığına sevdalanmış. Cebinin de dolgun olduğuna kanaat getirince takılmış peşine. İstanbul’un bir ucundaki bu mahallede kimse onu bulamaz sanmış. Hoş bulamazmış ya, bizim Safiye işte, ne yapmış ne etmiş, çözmüş bu işi. Zengin adam, damadı bir güzel benzetmiş, kıza da gününü gösterecekmiş ya bizim Safiye kıyamamış. Olanları ortaya dökmeden evvel kızı almış karşısına, konuşmuş, adamın kendi kızına yaptığı şerefsizlikleri birer birer anlatmış. Hatta kızın anasına bile gidip konuştuğunu, kızını affetmesini söylediğini duyanlar var. Kızı sağ salim memleketine gönderip, anasına kavuşturmuş.

Safiye için, acaba ikisini de öldürdü mü diyenler, laflarını inkar ededursunlar, bu yürekli kadına saygımız iyiden iyiye perçinlendi. Kötülük, hepimizin içinde yok mu sanki. Onun kalbindeki kötülük; gözünün önünde eriyip biten kızının penceresinin manzarasını damattan temizlemek kadarmış. Eh pek de iyi yapmış!

Nalan İncekara