Farklı yazarları, akımları ve eserleri yaklaşık dokuz yıldır inceleyen NEYYA edebiyat grubunun yaptığı çalışmalardan bazıları; romanın doğuşuyla Don Quiote, Latin Amerika Edebiyatı’nın büyülü gerçekçiliği, Edebiyatta baba olgusu, Mahmut Yesari Sempozyumu, 60’ların şiiri ve Yelken dergisi, Efendimiz Shakespeare, Çingene Kültürü. Üç yıl önce NEYYA, edebi metinlerdeki iktisadi olayları ve durumları ele aldı. Batı edebiyatı incelemeleri sonucunda ortaya çıkan çalışmalar, Papirüs dergisinde üç dosya olarak yayımlandı. Türkçe edebiyatın aynasındaki iktisat çalışmaları sonucunda hazırlanan ilk dosya Aralık 2018’de ” Erken Cumhuriyet’in Sert Edebiyatı” adıyla Pazartesi14‘te yayımlandı. Yarından itibaren her gün yayımlanacak yazılar “Neoliberalizm” adıyla ikinci dosyayı oluştururken incelenen tüm eserlere kısaca göz atalım.
Ahmet Mithat, Müşahedat adlı romanında, okurla sohbet bölümünde romanda natüralizmden söz edip kendi yazdığı romanın: “Ait olduğu zamana ve âleme göre, tamamı tamamına tabiî olduğunu kat’î olarak, iddia edebilirim” diyerek hayatın romana yansımasının altını çizer, romanı zamana mekâna bağlı olarak yaşam koşullarının inceleme alanı olarak görür. Grup çalışmamızda Türk Edebiyatındaki iktisadi yansımalara, aynanın yansıttıklarına Ahmet Mithat ile başladık ve günümüz yazarlarına kadar geldik. Müşahedat, son yıllarda üst kurmaca denilen şeyin olduğu, karakterlerle birlikte romanın oluşturulduğu bir romandır. Buraya gelirken vapurdan su aldım, Sırmakeş suyuydu. Hemen aklıma Ahmet Mithat geldi çünkü Sırmakeş sularını ilk kez Beykoz’daki arazisinde bulup, şişeleyip satan kendisidir.
Ahmet Mithat Müşahedat romanında, Müslüman ticaret erbabının yokluğundan söz eder. Herkes memur olup devletten para almak için uğraşmaktadır. Neredeyse onları ayıplar. Bonmarşe sahibi Mısırlı Seyyit Mehmet Numan üzerinden ticaretle uğraşmanın gerekliliğini savunmada ısrarlıdır. Seyyit Numan önüne gelen memuriyeti reddetmiş, ticareti seçmiştir ki bu yazar tarafından şiddetle desteklenen bir durumdur. Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları’nda Cevdet Bey’in neredeyse tek Müslüman ticaret adamı olarak sıkıntısından bahseder. Romanın Osmanlı döneminde geçen ilk bölümünde lamba satıcısı Cevdet Bey, paşa kızıyla evlenmek isterken, gözden düşmüş paşa, damadını ticaretle uğraştığı için başka ve aşağı bir dünyaya aitmiş gibi görür. Savaş ve işgal yıllarında şeker ticaretiyle uğraşan ve zenginleşen Cevdet Bey, yaptığı ticaretin kapsamını da genişletmiştir. Ankara’daki siyasiler ise sanayinin devlet eliyle olmasından yanadır.
Osmanlı’nın son dönemini anlatan, Cumhuriyet döneminde yazılmış Çıkrıklar Durunca romanına gelirsek, kadın evliyaların yer aldığı farklı bir roman olduğunu söylemeliyim, iktisadi olayları şöyle görürüz: Osmanlı’nın hediye ettiği Ankara keçisi, İngilizler tarafından Güney Afrika’da yetiştirilir ve yünlü kumaşın daha ucuza Osmanlı toprağına girmesiyle, hem tiftik keçi yetiştirilmesi hem de dokuma tezgahlarının kapanması gerçekleşir. Yazar Sadri Ertem’in aktardığı, 1850’lerde İzmir ve Bursa’daki tezgâhların hemen hemen hepsinin kapanmasının hikâyesi midir? Çıkrık, Osmanlı ekonomisini temsil ediyorsa, çıkrıkların durması ekonomik çöküşün anlatısına karşılık gelebilir.
Dosya kapsamına alınan romanlar silsilesinde, sıra Cumhuriyet dönemine gelince Reşat Enis’in Afrodit Buhurdanında Bir Kadın romanıyla, özel teşebbüsün dokuma fabrikasına gireriz. İşçilerin çalışma koşulları son derece kötüdür ve greve giderler. Romanın son bölümü Zonguldak’ta maden ocağında geçer. Emile Zola’nınGerminal’ini hatırlatır. Zonguldak’ta Amele Birlikleri vardır, dayanışma amaçlı olmasından ziyade dayatma zoruyla olması, işçiye fayda sağlamaz. Tam İkinci Dünya Savaşının arifesinde yazılan romanda savaşı isteyenlerin sadece kapitalistler olduğu vurgulanır, savaşı anlatan Kurt Vonnegut’un Mezbaha 5 ile Mo Yan’ın Kızıl Darı Tarlaları romanlarında olduğu gibi.
Reşat Enis ile devam edersek; Toprak Kokusu adlı romanın, 1944 yılında basılması yasaklanır. Çünkü roman Çukurova’da toprak ağalığını, tarlada çalışan ırgatların isyanını anlatmaktadır. Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’in romanlarının öncüsü olduğu öne sürülen roman, Bitmeyen Kavga’nın Torgas vadisindeki tarım işçilerinin mücadelesini ve Steinbeck’in anlattıklarını akla getirir. Farklı coğrafyaların tarım işçileri, edebi metinlere taşımıştır.
1930’lı yılların köylü ağa ilişkilerini Çorum Üçlemesinin sonuncusu olan Büyük Mal üzerinden bakmaya kalkarsak, Kemal Tahir’in romanında mülkiyet ile siyasetin iç içeliğini gözleriz. Toprak ağası aynı zamanda siyasi figürdür, yaşadığı bölgeyi temsilen devletin içindedir. Köylü için kredi alan ağadır, kaçakçılık yapan ağadır, kaçakçı diye köylüleri şikayet edip tutuklatan yine ağadır. Vali, jandarma, banka müdürleri ağaların emrindedir. Ağaya karşı duran, alaşağı edense ancak öteki ağadır.
Yakup Kadri’nin Panoraması’nda programlı devletçilik savunulur. 1932 yılında yayıma başlayıp iki yıl sonra kapatılan Kadro dergisinin görüşleri roman karakterlerine söyletilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında; tüccar yok, verimli çalışan işçi yok, sermaye birikim yok denmektedir Kemalistler tarafından. Bunların hepsi devlet tarafından gerçekleştirilecektir. Halktan istenen ise gerekli fedakarlığın yapılmasıdır.
Panorama’dan birkaç yıl sonra 1961 yılında kitap olarak yayımlanan, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün, Panorama ile ortak özelliği Cumhuriyet’in ilk yıllarını, 30’lardan 50’lere kadar geçen dönemi anlatmalarıdır. SAE’de Cumhuriyet’le beraber sağanak halinde gelen modernleşme hamlelerinin, toplumda yarattığı sıkıntılı durumlar hicvedilir. Batıdan gelen zaman algısı ve çalışma disiplinine karşılık ortaya çıkan yabancılaşmadır romanın anlattığı bana göre.
50’li yılların köyden-kasabadan büyük kente göç eden insanları Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları‘nda karşımıza çıkar. Çukurova’dan İstanbul’a duvarcı ustası olmak için gelen “İflahsızın Mehmet”in hikayesinde; Zeytinburnu’nda yapılan gecekondular, iktidar tarafından yıkılan gecekondular, yeniden yapılan gecekondular önümüze serilir.
Kapalı İktisat, Berci Kristin Çöp Masalları ve Kafamda Bir Tuhaflık romanları ile 1970’lere ve günümüz yazarlarına geliyoruz. Artık tefrika edilmeden kitap olarak yayımı yapılan romanları konuşmaktayız. Köyden kente göç ve şehirde kurulan yeni hayatların iç yüzünde olanları görmek üzereyiz.
Selim İleri’nin Kapalı İktisat’ı 1970’lerin Türkiyesi’ni metinler arası anlatıyla söylemeye uğraşan, kendisi de kapalı bir metindir. Kitap, Kadro dergisinin yazdıklarıyla başlar, romanın karakterleri kendilerini Tanpınar’ın Teslim öyküsünün cümleleri arasında bulurlar. Ardından 12 Mart öncesinin sokak ölümleriyle gazeteler girer araya. Deney çizimlerinin anlatıldığı Melankolinin Anotomisi kitabıyla da 70 sente muhtaç kendi içine kapanmış ülkenin durumu anlatılır. 70 sentlik kısım benim eklemem.
Berci Kristin Çöp Masalları, çöplükte kurulan yaşamın masalıdır. Başlangıçta sürekli yıkılan çöplüğün yanındaki evler sonunda kalıcılığa kavuşur. İnşaatlarda kalıp çöpleri satarak geçinen insanlar Çiçektepe’yi kurar. Yeni kentsel yaşamın temsilcisi Çiçektepe’nin fabrikalarında bir süre sonra greve bile gidilir. Gecekondunun masal anlatısı Latife Tekin’in büyülü diliyle Çiçektepe’nin insanlarıyla devam eder.
Kafamda Bir Tuhaflık, masal diliyle değil, Orhan Pamuk diliyle gecekondu insanını anlatmaya başlar, Bozacı Mevlüt’ün kırk beş yılı İstanbul’la beraber romandadır. Gecekondudan apartmanlara dönüşümü, şehrin mekânlarıyla birlikte değişimini izleriz. Tekin’in Çiçektepesi yerine, Kültepe ve Duttepe’nin insanları şehire tutunma gayretinde hikâyeleşir. “Şehirde hak değil kazanç vardır”, der karakterlerden biri.
Edebiyatın Aynasında İktisat çalışmalarının ortasında bir edebiyatçı olarak biraz rahatsızlık duydum. Acaba edebi metinleri kendi örgüsünden, karakterlerden, anlatıdan, üsluptan arındırıp, kendimize yabancılaştırıyor muyduk? Arzuladığımız cümleleri işaretleyip, parlatıp, notlarla donatıp, kesip koparıp bütünlüğünü bozuyor muyduk? Öte yandan, bir okur olarak, edebi metinlerdeki iktisadi ilişkilerin nasıl var olduğunu anlayabilmek değerliydi. Dickens’ın romanlarında sefalet ve yoksulluk içindeki insanları tanımak elbette paha biçilmezdi. Zor Zamanlar’ında Küçük Sissy için Adam Smith’in “ulusların zenginliği” ne ifade ediyor olabilir şu sözlerinden sonra: “Bilemeyeceğim öğretmenim, para kimde ya da ne kadarı bana ait, bunları bilmeden zengin mi değil mi, nereden bilebilirim?”
Neyya’ya teşekkürler.
BeğenLiked by 1 kişi