Biri bastonlu üç adam, yaya kaldırımına konulmuş masa ve sandalyeler yüksek olduğu için bir an tereddüt ettiler. Söylenerek oturdular, artık şehirde hiç bir şey yaşlılara göre tasarlanmıyordu.
Bastonlu olan, yanında getirdiği su böreğini masaya koydu, etrafına bakındı. Kendilerini uzaktan izleyen garsona, “Çay istiyoruz evladım”diye seslendi. İstemsiz yanlarına yaklaşan garson, dışarıdan yiyecek getirmelerinin yasak olduğunu söyledi.
-Ne yasağı? Eski köye yeni adetler getiriyor bunlar.
-Karşı duvardaki yazıyı okuyun efendim.
-Ne yazısıymış? Olmaz öyle şey, sen getir çayı.
-Bana söylenen bu.
Sinirlenen ihtiyar, bastonunu yere dayayarak zorla da olsa yüksek sandalyesinden indi, öfkeyle:
-Ne günlere kaldık, bizi tepelere oturtmaları yetmiyormuş gibi. Git çağır patronunu!
Biz sokak sakinleri, kafeden gelen seslerin yükselmeye başladığını duyduk. Sonra gördüğümüz üç ihtiyarın, cenaze için geldiklerini öğrendik. Çok şaşırdık. Ayakkabı tamircisi Hayri’nin son günlerinde bakımsız, perişan halini bildiğimizden, arkadaşlarının gelmesi garip gelmişti bize.
Bir zamanlar sokağımızın çarşı çıkışında marangoz, bakkal, ayakkabı tamircisi ve buzdolabı tamircisi vardı, esnaflar genelde dükkânlarının üst katında otururlardı. Dükkân kapalı olsa dahi seslenilir, ihtiyaç ne ise müşteri boş döndürülmezdi. Eski iki katlı evler yeni yapılan dört beş katlı apartmanlarla birlikte bitişik nizam sokağın sağında solundaydı, ortada da seyyar satıcılar üç tekerlekli arabalarıyla baştan sona dizilir; işe gidip dönerken sokaktan geçen komşu semtlerdeki insanlar da esnafı, sakinleri tanırdı.
Hayri köyünden iş bulmak için geldiği bu şehirde inşaat işlerinde çalışan amcasını bulmuştu. Bir ayağı doğuştan aksak olan Hayri’ye amcası, ayakkabı boyacılığını uygun görüp, marangoza ufak bir boya sandığı yaptırmıştı. Bir urganı iki tarafından sandığa bağlayan Hayri, omzuna astığı boya sandığıyla sokaklara çıkardı.
Sokağımızın başındaki akasya ağacının dibine geldiğinde, ufak taburesini yerleştirip, sandığı önünde, elinde fırçası günlerce bekledi. Sokağın sakinleri ve gelip geçen insanlarla hoş beş etti, ahbap oldu. ‘Dost başa düşman ayağa bakar’ dedikleri için müşterilerinin hep yüzlerine baktı. Bilirdi epey uzaktan kimin ayakkabı boyatacağını. Keyifli anlarda elindeki fırçasını söylediği türkü eşliğinde boya sandığına vurur tempo tutardı. Sokağı oyun alanı olarak kullanan çocuklara da ağbilik yapardı.
Bir süre geçtikten sonra, sokağımızdaki ayakkabı tamircisi Sivri Selim onu yanına alıp “Hem ayakkabı boyar, hem benim çıraklığımı yaparsın,” demişti. Hanımlar ilk önce ‘kızına koca yapacakmış’ dedikodusunu çıkardılar. ‘Suna’nın gönlü varmış’ dediler. Hayri, bu söylentileri duymazdan gelir ve Suna dükkâna indiğinde hep önüne bakardı. Gönlü kaydıysa da ‘benim gibi birini kim damat olarak ister’ diye düşünürdü Hayri. Amcası şehirden taşınınca evsiz kaldığından dükkânda yatmaya başlamıştı.
Selim uzun boyundan dolayı ‘sivri’ lakabını almıştı. Sokağa çıktığında endamıyla dikkat çekerdi. ‘Kambersiz düğün olmaz’ dedikleri gibi ‘Sivri Selim’siz, bu sokak olmaz’ derlerdi. Sipariş üzerine yaptığı ayakkabılarıyla ün salmıştı. Ayağından sakat, sokağın ağbisi ayakkabı boyacısı Hayri’yi yanına alınca kendini sokağın büyük abisi olarak gördü. Sokakta sofralar kurdurdu, komşularına-eşe dosta yemek ziyafetleri vermeye başladı. Günler gelip geçerken, devran dönmüş, sokak değişmeye başlamıştı. Beyaz eşya, giyim, ayakkabı mağazası ve büyük market açılması sokağı hareketlendirmiş, iki katlı tarihi evler restore edilip alt katlarında elektronik, telefon dükkanları, kafeler açılmaya başlamıştı. Sokakta meyve sebze satan seyyarların yerine, taburelerin üzerine konulmuş siyah çantalarda malzemeleri olan telefon satıcıları geldi. ‘Buradan dükkân olmaz’ denilen mekanlara bile kafe-bar türü yerler açıldı. Hareketlilik arttıkça, sokak sakinleri memnun oluyordu ama geçen zamanda sabahlara kadar olan gürültüden rahatsız oldular. Sivri Selim dükkânına gelen müşteri azaldıkça hırslandı. Yeni açılan ayakkabı mağazasına girenleri takibe aldı, elinde ayakkabı kutusuyla çıkanları saydı. Esnaf arkadaşları ve sokak sakinleriyle işlerin kötü gidişini tartıştılar. Dükkânını kapayan bakkal, markete işçi olarak girdi. Bunun üzerine Sivri Selim eski bakkala sinirlenip, onu düşman belledi. Sonra oğlum diyerek çağırdığı Hayri’yi çalışmamakla suçladı. Erkeklerin, kadınların kendi aralarında Hayri’yle Suna’nın aşkını dile doladıklarını öne sürüp Hayri’yi işten kovdu. Çok geçmeden dükkânının ve üst katında oturduğu evin bir vakfa ait olduğunu, eline tahliye evrakı ulaştığında öğrendi. Sinirleri iyice bozulmuştu, işe gelemez oldu. Suna dükkânda durmaya başladı. Hayri’yi, akasyanın dibinde gören Suna, babasının ona haksızlık ettiğini düşünüyor ama babasına Hayri’nin suçsuz olduğunu anlatmanın yolunu bulamıyordu. Annesinin hastalanıp, durumunun her gün kötüye gitmesi ve son saatlerinde ise, babasına, “Hayri’ye izin ver gelsin, kızımız ona aşık,” demesi her şeyi değiştirdi.
Hayri Suna’yla evlenince dükkândaki her işi yapıyordu. Örnek aldığı, kendisine babalık yaptığını düşündüğü Sivri Selim’in ölümü Hayri’yi çok üzdü. Yaptığı ayakkabı kaliteli olduğu sürece, büyük ayakkabı mağazalarının işini engelleyemeyeceğini düşündü. Kayınpederine gelen ev ve dükkândan tahliye talebine karşı avukatlar tutup mücadele etti. Fakat işler düşündüğü gibi olmuyordu. Yakınındaki buzdolabı tamircisi, dükkânını devretmişti. Gün geçtikçe esnaf olarak kaybolacakları korkusu, öyle düşünmese de onu etkilemeğe başladı. Bu arada eşinin hamile olduğunu öğrendi ve çok sevindi. Sokakta eski günleri devam ettirmek adına kayınpederi gibi sofralar kurdu. İlerleyen zamanda ise eşinin rahatsızlığı ve doğum yapamadan ölümü, onun hayata küsmesine ve içki şişelerinden medet ummasına neden oldu. Tahliye kararıyla da evinden eşyalarını, dükkânından malzemelerini satmak zorunda kaldı.
Sonra Hayri,‘Sivri Selimsiz, bu sokak olmaz’ diyerek gezindi durdu eskiden boyacılık yaptığı sokaklarda. Karabaş ismindeki sokak köpeği de yanından ayrılmazdı. Her geçen gün gücü azalıyordu. O sabah ayakkabı mağazasının önünde uzanmış bulduk onu, ölmüştü. Yanında Karabaş ve içinde ayakkabılar olan heybe vardı.
Muhsin Başaldı
Çok güzel 🙂
BeğenBeğen