BAŞKA EDEBİYAT / LAZ EDEBİYATI

İrfan Çağatay Aleksişi

1843’te Alman oryantalist Georg Rosen (1820-1891) Laz Dili Üzerine adlı çalışmasında şöyle der: “Onların [Lazların] Yunan yazısını mı, yoksa başka bir yazıyı mı kullandıkları, özellikle bölgenin mimari anıtlara sahip olmamasından ötürü artık anlaşılamamaktadır. Şimdi ise, tıpkı diğer Müslüman halklar; Persler ve Türklerin yaptığı gibi, bazı eklemelerle sadece Arap alfabesini kullanmaktadırlar. Ancak dillerini çok nadiren yazarlar, çünkü (Atinalı ayanın aktardığına göre) bunu, kökünün kurutulması gereken eski bir günah olarak görmektedirler ve bu sebeple yazmaya sıra gelince İslamiyet’le birlikte yerleşen Türkçeden faydalanmaktadırlar. Şüphesiz ki, [yazılı] Laz literatürü hiçbir zaman olmamıştır; çünkü öyle olsaydı belli bir diyalekt daha ön plana çıkarılmış ve bölgesel dil olarak kuvvetlendirilmiş olurdu. Ama böyle bir şeyle karşılaşmadım ve bana aktarıldığına göre [Lazcada] her vadide kendini diğer vadilerden ayıran diyalektik farklılıklar bulunmaktadır.”

Yazılı Laz edebiyatının 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başladığını söyleyebiliriz. Bu Lazların daha önce kendi anadillerinde yazmadıkları çıkarımına götürmesin sizi. Rosen’in de bahsettiği gibi “çok nadiren” de olsa Lazca yazmışlar. Ancak bu “kökünün kurutulması gereken günahı”  işleyenlerin eserleri, ölümlerinden sonra akrabaları tarafından yok edildi çoğu zaman. 1918’de ölen Nuri Duduşi’nin şiirlerini Osmanlı alfabesi ile yazıya geçirdiğini, ancak Trabzon’da koleradan öldükten sonra bu evrakın karısı tarafından yakıldığı günümüze ulaşan bir bilgidir. Yine II. Abdülhamid döneminde Lazcaya çevrildiği bilinen Katip Çelebi’nin Mevlid olarak bilinen Vesîletü’n-Necât adlı meşhur eseri de halen kayıptır.

Laz edebiyatı 1990 öncesi dönemde iki sahada; Gürcistan ve Türkiye sahasında devam etmekteydi. Türkiye sahasında Lazca yazım faaliyetleri Cumhuriyet’in ilanı ile kesilmiş görünüyor. Ama ondan önceki dönemde İstanbul’da aktif olarak faaliyetlerde bulunan bir Laz aydın kadrosundan da bahsedebiliriz. Bunlar Laz Talebe Cemiyeti, Laz Tekamül-i Milli Cemiyet-i Hayriyesi gibi derneklerde örgütlenmişlerdir. Bu grubun yapıtları hakkında elimizde somut bir bilgi yok. Ali Faik Efendi’nin Lazca alfabe girişimleri, Abdullah Aşıkhasanoğlu’nun Lazca okulların açılması için çeşitli müracaatları, Kavaszade Ahmet Tevfik’in politik girişimleri ne yazık ki yeni yeni tarihin karanlık örtüsünden sıyrılıyor.

İskender Chitaşi

İkinci saha olan Gürcistan’da ise özellikle Abhazya’da yaşayan Arhavili Lazlar arasında İskender Chitaşi önderliğindeki Lazca Edebi Dil inşası yönündeki faaliyetleri 1938’de Chitaşi’nin idamı ve Abhazya’daki Lazların Asya’nın içlerine sürgünüyle birlikte son buldu. Ancak bu dönem oluşturulmuş edebi eserlerin bir kısmı, son zamanlarda saklandığı raflardan çıktı. Elbette ki önemli bir kısmı da imha edilen bu eserleri kişisel arşivlerden, kütüphane raflarından, tavan aralarından çıkarıp Laz halkına kazandırmayı, arkeolojik kazı yapmaya benzetmek yanlış olmayacaktır: Hem hafızalarda, hem de atıl raflarda yapılan kazılar. Bu kazılarda ortaya çıkan en kıymetli eserler Chitaşi’ye ait, daha bir kaç sene öncesine kadar varlığı dahi bilinmeyen Lazca ders kitaplarıdır. Yine Xasan Helimişi’nin Ç̆andaş Gverdi adlı piyesi de Tiflis’te özel bir arşivden ele geçirilmiş olup, bu günlerde yayınlanacaktır. 1930’larda 40’larda hazırlanmış bu ve buna benzer eserlere ancak 80-90 yıl sonra ulaşabilmiş olmamız “arkeolojik kazı”dan kastımı sizlere daha iyi açıklayacaktır. Adını bildiğimiz, ancak ulaşamadığımız diğer eserlere de ulaşacağımızın ümidi bize çalışma azmi veriyor.

***

Rosen’in de tespit ettiği gibi Lazlar anadillerinde yazmaya çok istekli olmadılar. Bunda bazen dini gerekçeler de öne çıktı, tıpkı horon ve tulumun günah sayılması gibi. Tarihin çeşitli dönemlerindeki konjonktürel olumsuzluklara rağmen, dili sözlü olarak binlerce yıl taşımasını da başardılar Lazlar. Uzun asırların birikimini dağarcığında derlemiş ve bunları günümüze aktarmış bir dildir Lazca. Zuğaşi Berepe adlı Laz Rock grubunun üyelerinden Mehmedali Barış Beşli, Lazcanın özünde olan ancak sadece konuşucularının inceliklerine vakıf olabildiği bu özelliği “büyü” olarak adlandırır ve grubun İgzas adlı albümünün kapağında Lazcayı şöyle tanımlar: “Lazca, belki bir tek kendimizi büyüleyebildiğimiz bir büyünün dili; kadim, direngen ve ölümlü…”

Günümüzde Lazcanın yaşam kaygısı devam ediyor, ancak yazılı edebiyatın her geçen gün yeni eserlerle güçlenmesi dilin direngenliğini ve geleceğine dair umudumuzu arttırıyor.

Bu dosyadaki yazılarda Sözlü Laz Edebiyatı ve Modern Laz Edebiyatı konularında çeşitli yazılar ve tecrübe aktarımları bulacaksınız. Lazcanın edebi geçmişine, son yıllardaki ataklara, ilk Lazca telif roman girişiminden, çeviri edebiyatına kadar geniş bir yelpazede Laz edebiyatını sizlere anlatmaya çalışacağız. Bu vesileyle hem Lazcayı hem Lazları farklı bir yönden tanıtmış olacağımızı düşünüyorum. İyi okumalar…

Fotoğraf: Nalan İncekara

LAZLAR VE LAZCA

Eski Yunan ve Roma’dan günümüze ulaşmış kaynaklar, Karadeniz’in doğusunda Kolhis ülkesinden bahsederler. Greko-Romen mitolojisinde burası efsanevi Kral Aeëtes’in yurdudur ve Altın Post, Argonotlar, Medea efsanelerine, klasik çağın tragedialarına, şiirlerine konu olmuştur.

Urartu kaynaklarında Qulha olarak anılan bölge, MS 1. Yüzyılda Lazika olarak isimlendirilir. Aynı yüzyılda Lazi ismi, Eski Yunan kaynaklarında kendini gösterir. Batum ile Soçi arasında kendisine bağlı bazı prenslikler şeklinde örgütlenen krallık, 5. ve 6. yüzyıllardaki Bizans-Pers savaşlarına sahne olur. Bu savaşları Arap istilası izler. Savaşlar bittiğinde bölge ikiye bölünmüş ve güneyi Bizans’a bağlı Lazia Thema’sı olarak Pontus Kapadokya’sı eyaletine bağlı bir idari bölgeye dönüşmüştür.

1204’te kurulan Trabzon İmparatorluğu’na bağlanan bu bölge, kısmen özerk beyler tarafından yönetiliyordu. 1461’de Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u almasıyla birlikte Osmanlı nüfuzuna giren bölge, zaman zaman gerçekleştirilen akınlar sonucu ancak Yavuz Sultan Selim’in Trabzon Sancakbeyliği döneminde tamamen ele geçirilmiş, 1514’teki Çaldıran Muharebesi dönüşü yapılan işgalle bütün bölge kesin olarak Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir.

Bölgenin Osmanlı hakimiyetine girmesiyle birlikte İslamlaşma da başlamış ve bu süreç 17. yüzyılın sonlarında tamamlanmış, Lazlar Ortodoks Hıristiyanlığı kitlesel olarak terk ederek Müslümanlaşmışlardır.

Lazca bir Güney Kafkas Dilidir. Bu dil ailesi içerisinde Lazcadan başka Megrelce, Gürcüce ve Svanca da yer alır. Megrelce ve Lazca birbirine en yakın diller olup, yukarıda anılan dil ailesinin Zan olarak adlandırılan kolunu teşkil ederler. “Hıristiyan Lazlar” olarak tanımlanan Megreller Batı Gürcistan’daki Megrelya Rayonu’nda yaşarlar. Bu rayonun merkezi Zugdidi şehri olup, diğer Megrel şehirleri ise Poti, Khobi, Chkhorotsku, Tsalenjikha, Senaki, Martvili, Gali ve Anaklia’dır.

Lazlar geleneksel olarak Rize’nin Pazar (Lazca adı: Atina), Ardeşen, Fındıklı (Lazca adı Viǯe), Çamlıhemşin ve Artvin’in Arhavi, Hopa ve Borçka ilçelerine bağlı köylerde yaşamaktadırlar. Önemli miktarda Laz nüfusu 1977-78 Osmanlı-Rus Harbinde neticesinde Rusya tarafından işgal edilen Hopa, Borçka ve Arhavi’ye bağlı köylerden kaçarak Marmara bölgesine; Sapanca, Düzce, İstanbul, Yalova, Karamürsel’e yerleşmişlerdir. “Batum Muhaciri” olarak bilinen bu grup en az memlekette kalanları kadar anadilini ve kültürünü yaşatmıştır.

Türkiye’de nüfus sayımlarında dil ve etnik kimlik sorulmadığı için Lazların nüfusu hakkında bir rakam vermek afaki olacaktır. Ancak genel görüş Türkiye’deki Laz nüfusunun 250 bin ile bir milyon arası olduğu şeklindedir.

SÖZLÜ LAZ EDEBİYATI

Geçmiş dönemlerde şiirler yazmış çok az şair hakkında bilgiye sahibiz. Nuri Duduşi, Reşit Hilmi Pehlevanoğlu, Ahmet Köroğlu, Mustafa Mollasüleymanoğlu, Ali Kurtoğlu, Paşa Mollaturnaoğlu 20. yüzyılın başında yaşamış,eserleri kısmen de olsa günümüze ulaşan halk şairlerdir. Ancak sözlü edebiyat halen güçlüdür ve günümüzde de Tevfik Akatin, Rifat Akatin, İsmana Paşa, Muhammet Turna gibi pek çok temsilciye sahiptir. Bir çok şairin şiiri ise artık anonimleşmiştir.

Laz sözlü edebiyatını oluşturan eserleri mensur ve manzum olmak üzere iki gruba ayırabiliriz. Kuşkusuz manzum eserler sözlü edebiyatın en sevilen ürünleridir. Geçmişte ve günümüzde pek çok kişi bunlara katkıda bulunmuş ve önemli bir yekun oluşturulmuştur. Bu edebi ürünlerin derlenmesi çeşitli halk kültürü araştırmacısı tarafından halen sürdürülmektedir.

Yazıya geçmiş ilk Lazca şiirler 1898 tarihlidir. Bunlardan sonra 1918-36 yılları arasında Laz halk edebiyatı ürünlerinin önemli bir yekunu yazıya geçirilmiş, 90’lardan sonra ise bu süreç hız kazanmıştır. Gerek mensur gerekse manzum Laz edebiyatının önemli bir kısmı yazıya geçmiş durumdadır. Bu da Laz halk edebiyatı türleri hakkında örnek toplamamıza ve karşılaştırmalar yaparak türleri belirlememize imkan sağlamıştır. Bu doğrultuda Sözlü Laz Edebiyatının manzum ve mensur türlerini inceleyelim.

Lazlar arasında çoğu zaman şiirle eş anlamlı olarak kullanılan dest̆ani, kuşkusuz, manzum edebiyatın ana taşıyıcısıdır. Şekil olarak dört mısradan oluşur. Sonsuz sayıda dörtlükle yazılabilmektedir; dörtlük sınırlaması yoktur. İlk üç mısra birbiriyle kafiyeli olur. Son mısra serbesttir ve genelde her dörtlüğün sonunda nakarat olarak tekrarlanır. Bu nakaratlar başka destanlarda da kullanılabilmektedir. Bazen destanın gidişine göre bu nakarat kısmı değişebilir. Dörtlükler 11’li hece ölçüsüyle söylenir. Genellikle acapello yani enstrümansız olarak terennüm edilir, ancak kemençe ya da tulumla da söylenebilirler.

Dest̆ani, konu olarak, geniş bir yelpazeye sahiptir; sosyal siyasal konulardan, aşka, ölümden düğüne her konuda yazılabilmekle beraber, dest̆ani denince evvela akla aşk, ayrılık, gurbet, hasretlik gibi hüzünlü konular gelir.

Birapa ya da t̆rağuda olarak adlandırılan şiirler ise şarkılardır. Bir ya da birden çok kişi tarafından muhtelif makamlarla söylenir. Bu türün kafiye örgüsü aaba, xaxa, abab … şeklindedir. 7’li hece ölçüsüyle yazılır. Konu bütünlüğü taşıyan birden çok dörtlüklerden oluşan bu şiirlerde, bazen dörtlüklerden sonra tekrarlanan ve anlamı olmayan nakaratlar söylenir. Bunun gibi mısra başlarında ya da duraklarda çeşitli ünlemler de dikkati çeker. Bu tür şiirlerde genellikle aşk, hasret, gurbet, gibi konular işlenir.

Gecgina, met̆rağudu ya da met̆k̆oçu olarak anılan tür “atışma” olarak tanımlanabilecek şiirlerdir. Bunlar kadın-erkek, kız tarafı-erkek tarafı gibi iki kişi ya da iki grup tarafından, çoğunlukla düğün ya da imecelerde doğaçlama olarak söylenirler. Birinci grubun söyleyeceği dörtlüğün ya da iki mısraın kafiyesine uygun olarak ikinci grubun karşılık vermesi gerekir. Aksi taktirde gecgina “yenilme” olur. Ancak şiir devam ederken gerek görülürse kafiyeler değiştirilir. Bu şiirler xa-xa, aa-aa ya da xaxa hece örgüsüne sahip olup sekiz hecelidirler. Gecginalar, eğlencelik şiirler olup iki grup arasında çoğunlukla ince laf sokmalar ve esprilerle devam eden bir rekabeti yansıtır. Bu atışmalar kişi ya da gruplardan birinin pes etmesi ya da kafiyeyi tutturamaması sonucu biter.

Başka bir şiir türü de meoneri birapa‘dır. Bunlar 7 heceden oluşan xa-xa-xa-xa… kafiye örgüsüne sahip şiirlerdir. Bunlar dörtlük şeklinde değil bentler şeklinde tertip edilir.

Bunlardan başka nani olarak adlandırılan ninnilerin de Laz Sözlü  Edebiyatında özel birer yeri vardır.

Yukarıda anılanlardan başka düğün, ölüm, imece gibi toplantılara ilişkin ritüellere bağlı türler de vardır. Selimi olarak adlandırılan ve gelin alayını oluşturan erkekler tarafından, ocak zincirine (klemuri) asılarak söylenen şiirler, Arhavi’de sicaş mek̆oru geleneği etrafında düğün sofrasında söylenen şiirler, bahçe ekimi imecelerinde tempolu olarak söylenen noderiş birapalar ve bgara ya da ok̆oreʒxu denen ağıtlar da Laz sözlü edebiyatının önemli birer parçasıdır.

Bunlardan başka çocuk edebiyatına ilişkin bazı türleri de anmak gerekir. Tekerlemeler, sayışmacalar, bilmeceler, oç̆anduşi denen kafiye bulma oyunları manzum Laz Sözlü Edebiyatına dahil edilmesi gereken türlerdir.

Laz Sözlü Edebiyatının mensur türleri ise p̆aramiti adı verilen genellikle doğa üstü olayları anlatan masallar, kahramanlarını insan dışındaki varlıkların oluşturduğu p̆aşura yani fabllardır. Bunlardan başka absürt masal diyebileceğimiz mʒudi “yalan” şeklinde adlandırılan anlatımları da anmak gerekir. Ayrıca fıkralar ve memoratlar da oldukça yaygın anlatımlardır.

Ne yazık ki yerimiz sınırlı olduğundan yukarıda anılan türlere pek fazla örnek veremeyeceğiz. Ancak verdiğimiz örneklerin genel olarak Laz Sözlü Edebiyatı hakkında siz okuyuculara bir fikir verebileceğini umuyoruz.

Baykuş’un Hikayesi’nden bir bölüm…

Kuşlar, Kralın sözünü duyar duymaz sevinçten uçuşmaya, dört bir yana kanat çırpmaya başlamışlar. Gökyüzü onların kanatları ile dolup taşmış ve dünyanın her bir yanındaki evlerine sapasağlam dönmüşler.

Bir zaman sonra, kuşlar baykuşa teşekkür etmeye karar vermişler. Bunun için bir heyet toplamışlar ve Baykuş’un evine gitmişler. Baykuş’u evde bulamayınca onu dört bir yanda aramaya koyulmuşlar.

Baykuş bütün bunlar olurken, bir derede yıkanıyormuş. Bir süre derede yüzdükten sonra uçup derenin üstündeki bir dala konup, kuşların ona verdikleri tüyleri taramaya başlamış. Bu tüyleri tararken deredeki gölgesine gözleri ilişmiş. Kuşlardan ödünç aldığı tüyleri kendisine pek bir yakıştırmış. “Kivris kivris uhuuhuuuu, ben şimdi ne yapacağım? Ödünç aldığım bu tüyleri onlara verirsem ben yine çıplak kalırım. Oysaki ne çok yakıştı bana bu tüyler” diye geçirmiş içinden.

Diğer kuşların kendisini aradıklarını öğrenince, ödünç verdikleri tüylerini almak üzere arıyorlardır diye onlardan köşe bucak saklanmaya başlamış. Üç gün ve üç gece düşünmüş, dördüncü gün kararını vermiş: “En iyisi, ben bundan sonra gündüzleri dışarı çıkmayayım ki kuşlar beni görüp tüylerini istemesinler.”

O günden sonra, Baykuşlar gündüzleri saklanır ve ancak akşam olup diğer kuşlar yuvalarında uykuya dalınca dışarı çıkar. Kazara gündüz dışarı çıksa, diğer kuşlar hemen onun etrafına toplanır, Baykuş tüylerimi yolacaklar diye kaçar, diğer kuşlar da teşekkür etmek için onu kovalarlar.

Bu çok eski bir hikayedir. İşte çocuklar, baykuşların neden gündüz gizlenip, geceleri dışarı çıktıklarını şimdi anladınız mı?

Yazıya Geçmiş İlk Lazca Şiir(1898)
Oda ar Bozo koxen,leşk igolak ideriOdada bir kız oturur, dudaklarını
büküp
Ek̆ç̆opa gionare, k̆ap̆ula mok̆ideriAlıp götürürüm, seni sırtıma vurup.
Skvalit̆ina mu ore, kale mişi anderi?    Ne kadar güzelsin ey kız kimin
terekesi?
Skani axi zarite govulu ç̆veri ç̆veriSenin ah ü zarınla gezerim yanıp,
yanıp
Ek̆ç̆opa gionare şkuni oxori k̆ale. Alıp götüreceğim bizim eve doğru.
Skani sevdaluğite, guri mit̆vaʒun guri. Senin aşkınla yüreğim yarılıyor.
Kale var emç̆opana, şuri emalen şuri Kız sen beni almazsan yüreğim çatlar.
Ma mendra gza dobguti, si git̆vaʒasen guri. Ben uzak yola gitsem senin çatlar
yüreğin

  

Not: Papirus Edebiyat Dergisinin Kasım-Aralık 2015 tarihli 14. sayısında yayınlanmıştır.