90’lı yıllarda Ankara’nın kitap mabedi Dost Kitabevi idi. Henüz iş hayatının içindeyken, edebiyatın büyülü dünyasına bu kadar dalmamışken bile iş çıkışı Dost’un -adının arkasına hiçbir zaman Kitabevi eklenmezdi bahsederken-  kitaplarla tıka basa dolu raflarının arasında dolaşmak Ankara’nın soğuk kış akşamlarını oldukça güzelleştiriyordu. Borges’in hazırladığı ‘Babil Kitaplığı’ serisinden ‘Lady Anne Susuyor’ işte o dönemin “Dost” kitaplarından biri.

Dünya edebiyatının en önemli isimlerinden Jorge Luis Borges “Bana aynı anda hem 800,000 kitabı hem de karanlığı veren Tanrı’nın muhteşem ironisi” diyerek tanımladığı Arjantin Ulusal Kütüphanesi Müdürlüğü’nü tam on sekiz yıl (1955-1973) yürüttü. Evreni, olası tüm kitapları içeren dev bir kütüphane olarak betimlediği ünlü öyküsü ‘Babil Kitaplığı’nı ise 1941’de yayımlamıştı. İşte bu “kör kütüphanecinin” dünya edebiyatından seçtiği otuz kitaplık serinin adı da ‘Babil Kitaplığı’. Bu seri Türkçe’de ilk kez 1990’lı yıllarda Dost Kitabevi tarafından basılmış, 2016’da ise Kırmızı Kedi Yayınevi seçkiyi tekrar yayımlamaya başlamış.

Borges’in ‘Lady Anne Susuyor’ kitabını seçkiye dahil etmesini anlamak zor değil. Afacan bir oğlan çocuğunun, sözcüklerle kurduğu fantastik bir oyun bahçesi gibi kitap. Okuyucu, bu bahçeye bir kez girdiğinde eğlenmeyi, gülmeyi, koşup oynamayı olduğu kadar itişip kakışmayı, kaybolmayı, şaşırıp kalmayı, düşmeyi, kalkmayı ve sonunda kanayan diziyle eve dönmeyi de göze almalı. Kitapta yer alan on iki öyküden altısı çocuk karakterlerin etrafında şekilleniyor. Hayvan karakterler ise her öyküde yer alıyor; konuşan kedi Tobermory, tanrı/gelincik Sredni Vaştar, ‘İphigenia Tauris’te’ operasından bir arya söyleyen şakrakkuşu, kurt-çocuk Gabriel Ernest sadece hikâyelerin sessiz tanıkları olarak kalmıyorlar Saki’nin metinlerinde, bizzat içinde yer aldıkları olayların bazen yönünü de değiştiriyorlar.  Her öyküde yer alan çocuk ve hayvan karakterler yetişkinlerin iki yüzlü ve sahte dünyasına gerçeği getiriyorlar, hem de en saf, en acımasız haliyle.

Edebiyatımızın önemli isimlerinden Nahit Sırrı Örik’in (1895-1960) ‘Buldum Bey’ isimli öyküsünü getirdi aklıma Saki’nin Tobermory’si. Tirşe rengi gözleriyle Nahit Sırrı’nın kedi karakteri Buldum Bey de sahibine ikiyüzlü ev ahalisinin çevirdiği dolapları anlatmaya çalışır, Tobermory gibi konuşamasa da. İki kedi karakterin de ne yazık ki başarısızlığa uğradığını söylemeliyim.   

Kitaptaki öykülerde tekrar tekrar karşımıza çıkan bir karakter daha var; ‘teyze’. Öykülerin pek çoğunda hâkim olan karanlık atmosferi bu sert, kısıtlayıcı, soğuk karakter yaratıyor. Dickens’ın, çocukluğunda babasının borçları yüzünden altı ay çalışmak zorunda kaldığı ayakkabı fabrikasındaki zorlu deneyimi eserlerinin tümünde toplumun en altındaki yoksulların, ezilenlerin halini anlatmasının kaynağı olarak gösterilir. Tüm eserlerinde ‘Saki’ takma adını kullanan Hector Hugh Munro’nun evlerinde büyüdüğü iki teyzesi de hem Borges’in kitaba yazdığı ön söze hem de öykülere sızmışlar belli ki.

“Munro’nun kızkardeşi Ethel’in tanıklığına göre, vasisi olan teyzeleri Augusta ve Carlota gerçekten itici insanlardı… Munro’nun yapıtları, yalnızca varlıkları bile çevresindeki insanların hayatını zehir etmeye yeterli, yaşı geçkin, iğrenç, kendi istekleri doğrultusunda hareket eden insanlar ve dostlukları bir büyü olan hayvanlarla doludur.” (1)

Munro, yine Borges’in ifadesiyle “Thackeray, Kipling ve daha birçok İngiliz aydın gibi Doğu’da” (2) o sıralarda İngiliz hâkimiyeti altında olan Burma’da dünyaya gelmiş. Annesinin erken ölümü sebebiyle İngiltere’ye gönderilen Munro, çocukluğunu kardeşleriyle birlikte teyzelerinin evinde, gençliğini yatılı okulda geçirmiş. Yirmi üç yaşında Burma’ya polis memuru olarak geri dönmüş ancak üst üste geçirdiği ateşli hastalıklar yüzünden on beş ay sonra İngiltere’ye dönmek zorunda kalmış. Yirmi altı yaşında Londra’ya taşınmış ve hayatını yazarlıkla kazanmaya başlamış. Munro, kırk üç yaşına kadar Londra, Balkanlar, Rusya ve Paris ve tekrar Londra’da gazetecilik yapmış. İki roman yazmış ve birçok kısa öyküsü hem gazetelerde yayımlanmış hem de kitap olarak basılmış. 1.Dünya Savaşı başladığında Londra’da haftada bir briç oynadığı, haklı bir tanınmışlığa sahip bir yazar olarak sakin ve basit bir hayat süren Munro, yaşı askerlik için oldukça geçkin olmasına rağmen orduya yazılmış. 1916 yılına kadar hasta ve yaralı da olsa cephede savaşmış. Nihayet 1916 yılının bir Kasım gününde Fransa’da Ancre Muharebesi sırasında bir Alman askeri tarafından vurulmuş. Cephede hayata veda eden Munro’nun son sözünün “Söndür şu lanet sigarayı!” olduğu söyleniyor. Mezarı ise bilinmiyor.

“Hicivde ironi tuttuğunu koparır.” demiş Kanadalı eleştirmen Northrop Frye (1912-1991).(3)  Shakespeare’de, Dickens’da, Arthur Conan Doyle’da, hatta geçtiğimiz yıl doksan üç yaşındaki David Attenborough’a bir ödül verirken yaptığı konuşmada “Bizim gibi belli bir nesle mensup kişiler için yaşın olumlu bir etki yaratma konusunda bir engel olmadığının ispatlanmış olmasından büyük bir keyif duymamak mümkün değil.” diyen doksan üç yaşındaki İngiltere Kraliçesi Elizabeth’te örneklerini gördüğümüz hiciv İngilizlerin eski bir geleneği. Yazarın yaşadığı çağa, içinde bulunduğu topluma dışarıdan bakabilmesi, kusurlu taraflarını, aksaklıklarını hem de gülümseterek gösterebilmesi metnin önemli bir işlevi, yazarının da başarısı bana göre. ‘Lady Anne Susuyor’daki öyküler de öyle. İnsanın benmerkezci dünyasını, dönemin kemikleşmiş alışkanlıklar ve sahte hazlarla bezenmiş İngiltere’sini(4) yarattığı fantastik dünyada çok güçlü bir şekilde hicvediyor. Ve sonunda kurtlar insanları yiyor.

Kırmızı Başlıklı Corona

(1) Saki, Lady Anne Susuyor, Dost Kitabevi Yayınları, 1998, Çeviri: Fatih Özgüven

(2) a.g.e

(3) Wikipedia’ya katkı verenler, Satire, Wikipedia, 03.03.2020, Web.10.04.2020

(4) Borges kitaba yazdığı önsözde bu İngiltere’yi şöyle tanımlıyor. ”Acı çektiği ve çok şey öğrendiği İngiltere orta sınıfın en büyük uğraşısı olan can sıkıntısını tertiplemek ve sonsuza dek birtakım alışkanlıkları tekrarlamak demek olan Victoria dönemi İngilteresiydi.”