Sıcak, ter, ekşi kokular ve inlemeler. Arsız bir kahkaha, ardına sonsuzluğa uzanan rahatlama sesi… Kulaklarını kapattın değil mi? Ya gözlerin? Aklının içinde yükselen sesleri hayal ediyorsun. Her şey sona erdiğinde koşarak banyodaki klozetin deliğinden salıyorsun içinde biriken tüm pisliği. Karnın davul gibi olmuştu. Baban artık eskisi gibi güçlü değil, her akşam yatağına aldığı kadınları, üç gün belki beş günde bir eve getiriyor. Yakında kusmaların yeniden başlayacak. Midenden aşağı inemeyenler yukarı baskı yaparken, o pislikler için hayal kuracaksın.
Annenin bıraktığı yerdesin. Hiç değişmeyen ev, oda hatta yatak; senin sığınağın. Duyuyor musun yükselen sesi? Klarnet taksimi başladı. Hicaz! Şimdi annen dolanıyor evin içinde. Üstünde pembe saten geceliği, etekleri yere sürünüyor. Saçlarını sarmış, sabaha bukleler olsun istiyor. Eteklerinden tutuyorsun. Hâlâ o eteklerin ucunda sürünüyorsun. Avuçların ıslak, gözlerin hep nemli. Bugün gelen kadının bu sesten hiç hoşlanmayacağını düşünmüştün. Bazılarının bu ses için kötü dediğini anımsıyorsun. Nasıl kötü olabilir ki? O klarnetin içine sığan dünyayı göremiyorlar mı? Sorular seni yiyip bitiriyor.
Sustu. Şimdi baban gelecek yanına. Önce sessizce seni dinleyecek kapıdan. Göreceksin çünkü kapının üstünde tüm gölgeleri içeri alan bir cam var. Buzlu cam! Annenin her ölüm yıldönümünde tuzla buz ettiğin, babanın ısrarla yeniden taktırdığı cam. Yıllardır sizin için törene dönüşen bu alışkanlık için bekleyen cam. Uyuyor numarası yapman gerekli. Babanın seni sevdiği tek zaman dilimine giriyorsun. Kapı açıldı. Baban içeride. Burnuna doğru gelen koku; bu akşam şarap içmiş. Önce kulaklıklarını çıkaracak, ardından saçlarını okşayacak, bebekken dinlediğin ezgilerden biri geçecek kulak diplerinden ve anlamadığın kadar dokunaksız bir öpücük konduracak alnınla saçlarının birleştiği yere. Sırf bu yüzden sırt üstü yatıyorsun. Bir an önce olup bitsin. Ninniyi dinlerken uykuya dalmaman gerekli çünkü sırt üstü uyuduğunda geceleri boğuluyorsun. Rüyana annen ve onu öldüren adam geliyor. Sırt üstü yatmak sana babanın öpücükleriyle beraber bir katili getiriyor.
Baban gitti. Artık dönebilirsin soluna doğru. Kalbinin atışlarını dinlemeyi seviyorsun. Anneni koynunda hissettiriyor sana. Annenle birlikte uykuya dalıyorsun.

Ertesi gün, daha ertesi, daha ertesi aynı kadın geliyor. Baban, gece kulağına fısıldıyor. “Yakında tanışacaksınız.” Sırt üstü yatmaktan değil, daha uyumadan babanın anneni unutuşu boğuyor seni, gözyaşların yanaklarından sessizce süzülürken burnundan içeri oradan genzine gidiyor. Boğuluyorsun, anneni duyamıyorsun. Kulak tıkaçları kulağında yok ama gözlerin aydınlık onlar duyuyorlar olan biteni. Babanın çıkmasıyla yataktan fırlaman bir oluyor. Camı açıp içine doğru haykırıyorsun. Ciğerlerin duyuyor. Boğazından kan damlaları içeriye doğru akıyor. Bağırsakların baskı halinde bu defa ishal oluyorsun. Günlerce kalkamıyorsun klozetin üstünden. Odandan, yatağına kapanıyorsun. Baban birkaç akşam ziyaretine gelmiyor. Sen yatağından çıkmıyorsun. Bakıcı kadının getirip götürdüğü yemekler ısına ısına ekşiyor. Biraz su, biraz süt geçiyor boğazından. Soluna yatamıyorsun. Annene anlatamazsın. Duyarsa bir daha ölür. Kendinle konuşa konuşa çözmeye çalışıyorsun.
Sabah odandan çıkıp mutfağa gidiyorsun. Bakıcı kadın seni görünce elindekileri yere düşüyor. Her yana saçılan cam parçalarını avuçlaya avuçlaya topluyorsun. Beyaz mermer taşların damarlarının üzerine kırmızı can parçaları yayılıyor. Şimdi mermer kanıyor. Kadın, avuçlarına bol tentürdiyot döküp üfleyerek acemice sarıyor ellerini. Seni koltuğa yatırıyor. Salonu baştan aşağı inceliyorsun. Perdeler değişmiş. Duvardaki düğün fotoğrafı kaldırılmış. Koltukların bazıları yok. Kalanların yüzleri değişmiş. Halı yerine el dokuması bir kilim konulmuş. Avizeler sökülmüş. Evde bir yabancılık var. Annen, gelinliğini kuyruğundan kucağına almış parmak uçlarında kapıya doğru ilerliyor. Evi terk ediyor. Hemen soluna dönüyorsun. Onu duyman, onunla konuşman gerekli. Sesi gelmiyor. Kaybolmuş. On beş yıldır seni ziyaret etmeyi hiç ihmal etmeyen ay parçan bugün güneşe karışmış. Sıcak ama yok.
Koltuktan kalkıp kapıya doğru ilerliyorsun. Kadın panik halinde seni tutmaya çalışırken bir yandan da babanı arıyor. Bahçede çalışan adamla seni zapt etmeyi başarıyorlar. Baban geliyor. On yıldan beri ilk kez hiçbir mecburiyet ve zorlama olmadan odandan çıkmış olman hem sevindiriyor hem korkutuyor. Kısa süre içinde akıl doktorun geliyor. Beyninin ve ruhunun sahibi. İlaçların efendisi. Senin gözünde beyaz bir bulut. Baban klarneti alıyor. Yıllar sonra gözlerine bakarak dinliyorsun onu. Okuduğun kitaplardaki kadın karakterler geliyor aklına. Kendini birine benzetmeye çalışıyorsun. Üç aynalı kırk odanın Aliye’si olmaya karar veriyorsun. Bir aynanın içinden girip kaybolmayı tembihliyorsun aklına. Kıvrımlarının içinde bir köşeye aynayı koyuyorsun. Oradan tüm zihnini geziniyorsun.
Uzun zaman sonra babanla konuşuyorsun. Ona “Tanışma işini biraz geciktirebilir miyiz?” diye soruyorsun. Baban itiraz etmeden kabul ediyor. “İstemezsen hiç tanıştırmam,” diyor ama kabullenişinin mutluluğunu okuyorsun gözlerinin içinde. Cevap vermeden kalkıyorsun, bahçeye gidiyorsun. Bedenin büzülüyor gün ışığında. Evine yeniden alışmak istiyorsun. Bir zaman cins bir kedi gibi kendi hükmünde geziyorsun evin içinde.
Yeni annenle tanışma vaktinin geldiğini fısıldıyor baban kulağına, yanından ayrılan başka bir kadının gölgesinde. Artık kulaklarını kapatmıyorsun. Kadınları seslerinden tanıyorsun. Güçlenen babana bakıyorsun. Aldığı ilaçları düşünüyorsun. Bu gücü onlardan aldığını anlaman zor olmuyor. Kadının geldiği gece tatlıyı sen hazırlıyorsun. Babana verdiğin tatlının içine güç haplarından katıyorsun. Dudaklarını yalaya yalaya bitiriyor tatlıyı baban. Kendi aldığı hapın etkisi, senin gizlice verdiğine karışıyor. Yerinde duramıyor. Erkenden uyumaya gidiyorlar. Sen de peşlerinden kendi odana giriyorsun. Gözetleme deliğini açıyorsun.
İçerideki cenki izliyorsun. Yerden yere vuruluşları, haykırışları… Ter ve leş kokularını burnunun direğinden geçiriyorsun. Baban her zaman yaptığı gibi sonuna varmak için kadının üzerine çıkıyor. Gidiş gelişler, yükselen inlemeler ve baban birden dikleşiyor. Kaskatı kesilip kadının üzerine yığılıyor. Şimdi zevkin doruklarına ulaşma sırası sende. Ağlıyorsun haykıra haykıra, gözyaşlarının içinden gülüyorsun. Kadın çığlıklar içinde çırılçıplak kaçıyor odadan. Anadan üryan kadını gören bakıcı ayrı bir haykırışla koşuyor evin içinde. Hemen babanın odasına gidiyor. Sen daha çok ağlıyorsun. Bakıcı kadının çığlıkları senin haykırışlarına karışıyor. Evdeki diğer çalışanlar müştemilattan koşarak geliyor. Babanın kaskatı aletine gözleri takılı bakıcı kadını, girdiği şoktan çıkarmak için alabildiğine tokatlıyorlar. Evde ölümden çok cümbüş dönüyor.
Odadan çıkıp, babanın odasının kapısına gidiyorsun. Şimdi sıra sende artık evin hâkimi sensin. Tüm çalışanları susturup doktor çağırmalarını istiyorsun. Annenin gerçek katilinin ölümü gerçekleşiyor. Şimdi evin her odasını biliyorsun. Bahçenin her santimetrekaresini. Sokakların ismini, caddelerin genişliğini, denizin kokusunu, rüzgârın esintisini… Bir aynanın içinde kayboluyorsun.
Zeynep Pınarbaşı