Burada hiç kimse ile görüşmeyeceğim diye karar verdim güya. Sütten ağzım yanmış bir kez. Yüz verirsin astar isterler. Bugün de sabahtan beri fazla deyim kullanmaya başladım nedense. Alışın, bu ruh halimle kim bilir daha neleri çok kullanacağım. Kolay mı yüz elli metre kare bir evden kırk metre kareye sığdırılmış üç odadan ibaret, düz girişte, rutubet kokusunu badana bile giderememiş, karanlık bir daireye mecbur kalmak. Yer önemli mi, önemli olan huzur demeyin sakın bilmiş bilmiş. Yok yok, size hakaret etmek değil amacım. Çünkü ben de öyle sanıyordum. Ta ki geldiğim evdeki koltuklarım o daracık holün yeni badanalı duvarlarını çizip salon olarak kabul etmekte zorlandığım üç odanın en büyüğünde inadım inat ben buraya sığmam Allah sığmam halleriyle gerisin geriye holün duvarlarında yeni çizikler bırakarak sitenin önüne atılana dek.  Belki de bu köşe koltuk grubu, benimle hücre gibi dairede yaşamaktansa burada durmaktan daha mutlu olacak. Çünkü sitenin çocukları hemen üstünde sevinç nidaları atarak arap sabunu ile özene bezene sildiğim minderlerinde bir uçtan bir uca hoplamaya başladı. Ne yaramaz, ne arsızlar. Çocuğumu böyle yetiştirmedim diye sevindim onları görünce. Çocuk yetiştirmek başlı başına bir psikiyatri dalı. Üniversite sınavında en başa pedagoji yazdığımı söylesem inanır mısınız bilmem. Kazanamadım, zaten evleneceğim diye gitmeyecektim. Gerçekten çok önemli çocuk yetiştirmek. Bu bir zincir aslında. Herkes ailesinden gördüğünü çocuğuna aktarıp durur. Düşünme nedir bilmez bu anam-babamcılar. Sorsan; annem şöyle derdi, babam böyle yapardı. İşte bu zinciri kıransa pedagoji. Ailesel saçmalık zincirini kırma pensesi diyorum ben bu dala. Bunları kafamdan geçirip çocukları hayretle izlerken anneleri olduğunu anladığım birkaç kadın onların başına gelmiş sırıtıp durmuyorlar mı daha çok sinir oldum. Benim oturamadığım koltuklarda zıplayan çocuklarını seyreden mutlu tipler için duygularımı boşuna harcadığımı birkaç yaşlı kadın yanlarına gelince anladım. Bastonlarıyla koltuklarımı dürterlerken ağızlardan vıdı vıdılar tükürüklerle saçılıyordu. Ne zaman içeriye taşınacakmış, burada uzun süre kalmasaymış bunlar. İçeri götürülmeyecek, sitenin çöplüğüne atılacak ama bir türlü kıyamıyorum güzelliklerine, ben onları özel yaptırmıştım diyerek sızlanmak yerine, artık düşen omuzlarıma engel olamadan “Sığmadılar eve,” diyebildim art arda yuvarlanan gözyaşlarımla. Çocuklarla kadınlar vebalı görmüş gibi bir anda yok oldular. “Gel,” dedi yaşlı kadınlardan biri “Olur öyle şeyler. Yeni kiracı mısın sen?  Ne kiracılar geçti senden önce bilsen. Canımızdan bezdirdiler vallahi. Çocuğun yok mu? Ne iş yapıyorsun? Kocan nerede çalışıyor?”  Siz olsaydınız bu soru yağmuruna dayanamazdınız eminim. Ama ben birkaç aydır o kadar çok soru duşu yaptım ki bunlar yanında fındık fıstık kalır inanın. Hem nasıl olduysa adet olduğu üzere herkesin ilk sorusunu unuttu teyzeler. Nerelisin demeyi. Zaten deseler pişman olurlardı. Merak ettiniz değil mi? O kadar flashback yapamam şimdi doğrusu. Şurada biraz dertleşip gideceğim.

Teyzelerden biri “O sapık herif neydi sahi, kaç yıldır böyle bir rezaletle karşılaşmamıştık. Adam önceleri donunu indirip şeyini gösteriyormuş camından sonra yetmedi apartman koridorlarında çocuk dememiş, kadın dememiş açmış açmış durmuş. Kadınlar, çocuklar bir süre ruh gibi olup içlerine kapanmışlar bir türlü neden olduğunu anlayamamamıştık. Sonra benim geline rast gelmiş herif,  gelin o şeyini görünce avaz avaz bağırıp adamı altına almasın mı; mübarek yüz otuz kilo oldu nerdeyse ama ben ona dedim lohusayım diye bu kadar yemeye devam etme diye, hadi hamileyken oğlumu fellek fellek yok köşeli karpuz, yok bilmem antin kuntin ekvator meyveleri diye gecenin bir yarısı sokaklara salmalar, ha nerde kalmıştım gelin az kalsın şeyini eline verecekmiş adamın. ” Üç yaşlı beden, geçmişlerinden anımsadıkları görüntülerle kıkırdadı ama kadının susacağı yoktu, kesin evde ağzını açtırmıyorlar zavallının diye düşündüm. Yok, ben ev sahibiyim diyeceğim bir fırsat vermiyor ki. İçlerinden en yaşlı sandığım, dökülmüş dişlerinin arasından tıslar gibi sesler çıkarırken oyaları eski gelinlerin kocamla küsüm mesajı verdiğini bildiğim yemenisini çenesinin yanına sıkıştırıp “Ev sahibi olacak herifin de ondan aşağı kalır yanımı var ayol?” demesin mi. Yer sarsıldı birden, başımdan aşağı kaynar sular döküldü sandım, kesin tansiyonum fırladı. “Nasıl yani?” diyebildim. “Ne nasıl? Her geldiğinde kırk kapının ipini çeker. Yazık karısına, garibim saf saf evde oturuyor,” Düşündüm; seksen daire vardı sitede, yani yarısına mı? Aman Allah’ım burada da rezil olmuşuz demek ki… “Ben kalkayım, işim var,” diyecek oldum. “Dinlen kızım iş biter mi, birazdan kocan da gelir beraber yaparsınız,” dedi yüreğimi yakan teyze. Lanet olsun be dedim, o kadar şey atlatmışım, bunu mu atlatamayacağım. “Ben o anlattığınız adamın karısıyım, yani ev sahibiyim,boşandım da geldim,”  Açılan ağızların genişliği yemenilerle kapatılmakta zorlanıldı bir süre. 

Ben de zorlanmıştım. Hem de ne zorlanma. Tam yirmi yıl. Her duyduğumla bir parça daha erimiş, kırk iki kiloya düşmüştüm. Şimdi anlatırım zannedeceksiniz ama hazır değilim ki! Hem daha teyzelerle muhatap olmam gerekiyor. Çünkü o eller yemenilerden dizlere indi. Hiç demiyorlar ki bunların sıvısı bitmiş, bizi yürütmekten acizler, vurdukça vuruyorlar. Dizleri geçtim, üstlerine kadar çekilmiş çorapları tutan lastikler bile şiddetten biz lastik olalı bu kadar gerilmemiştik diye sızlanıyor. Ben alı al moru mor. Sitenin kapısından çıkan bir sucu, köşeli koltukta oturmuş üç yaşlı kadının haline mi yoksa benim ruhumu teslim edecek durumuma mı öyle garip garip bakıyor anlamak çok zor değil aslında. Nihayet bir teyzenin, “Valla ben merdiven çıkamam bu halde, dizlerimin bağı çözüldü,” demesiyle “Biz de, biz de!” diye koro yapmasın mı diğerleri. Kalakaldım, sanki biraz önce evime gitmek için can atan ben değilmişim gibi. “Gel, çardağa gidelim bari,” dediler. Sitenin arkasında çardak olduğunu o zaman anladım. Ne güzel diye aklımdan geçirdim, evin basıklığını burada savuştururum. İki masa ve belediyeden alınmış bir bank ile birçok beyaz plastik sandalye var. Üstü, malum çardak koruyucusu asmanın kocaman yaprakları ile kaplansa da bakımsızlıktan üzümcük diyeceğim nesneler sarkıyor bazı yerlerinde. “Biz burada otururuz bütün yaz. Hatta iftarı bile burada yaparız. Tam giriş kapısını görüyor ya çardağın bu kısmı; bizden habersiz sinek bile girip çıkamaz siteye ama o sinek var ya hani senin o her boka konan at sineği,” derken teyzenin ağzında kaç dişi kaldığı sayılabiliyordu.“Bizden nasıl kaçıyordu bilmem. Bir de bakıyorduk çıkıp gidiyor. Zaten hep dulları kiracı olarak alırdı. Seni görür görmez al işte yine bir dul geldi diye birbirimize göz kırpıp  işkillendirmemek için kocan var mı diye sorduk. Seninkinin belki şeyini gösteren adamla da ilişkisi vardı. Bayağı bir sapıktı günahı boynuna. Yoksa hiç erkek kiracı görmedik o dairede. En son girişteki kadını ziyaret ediyordu herhalde. O kadın da az fettan değildi ha! Bizimle hiç konuşmaz, giyinir süslenir gidip gelirdi, artık nerelere gidiyorsa. Bir hava ki sorma kızım. Zaten tek başına yaşıyordu,” O zaman bende jeton düştü. “Ne yani ben de tek başıma yaşayacağım sayılır teyze, kızım bu eve gelmek istemiyor, babaannemde kalırım diyor. Şimdi siz bana da mı öyle diyeceksiniz?” diye sorayım dedim. “Tövbe tövbe kızım, olur mu öyle şey? Senin yüzünden belli kuzum ne kadar namuslu olduğun yoksa kocan olacak o ahlaksızdan ayrılır mıydın?”  İçimden güleceğim geldi. Canım ya, garibim teyzecik, bunları ahlâksızlık sanıyor, ya benim bildiklerimi bilse. Edemezsiniz ama tahmin etmeye çalışın, inanın hiç anlatacak durumda değilim. Ama teyze durur mu kaç senelik kadın, ununu elemiş eleğini asmış, bu arada ne börekler açmış tabii.  Demesin mi “Senin bunlardan haberin olmadığına göre daha başka hangi ahlâksızlık yaptı ki bunca yıl sonra ayrıldın,” Hadi bakalım, gel de anlat. Ben size iki sözcüğü bir araya getirip anlatamazken “Anlat anlat!” diye tempo tutmaya başladı diğerleri. “Gelini arayım da çay, bisküvi getirsin,” dedi biri. İçimden çekirdek de getirsin bari demek geldi. “Başka gün anlatırım şimdilik hoşça kalın,” dedim. Hepsi elinden oyuncağı alınmış çocuklar gibi dudaklarını büktüklerinde çenelerindeki uzamış kıllar iyice dikleşti. Ardımdan, yanındakine “Yine de sen gelinini ara da çay, bisküvi getirsin komşum,” diyeni küskünlüğünü dağıtmaya çabalıyordu. 

Kendimi eve zor attım. Kurtuldum derken burada da buldu beni pezevenk. Galiba ömür boyu benimle yaşayacak bu pislik. Boş kalan odaya hüzünle baktım uzun süre. En az yirmi tane koli dizilmişti hole. Üstlerinde yazıları vardı. Şu, bu, o, yok tencere, yok tabaklar, çatallar, biblolar. Aceleyle yazdığımdan zorla okuyabiliyorum üstlerini.  Ama albümler yazısını çok güzel okuyorum. Şeytanın işi yok. Başladı dürtmeye. Dört yanından geçirdiğim bantları çoktan söktüğüm küçük koli, içinde pırıldayan albümlerle beni çağırıyor. Bir sandalye bulup oturayım dememe fırsat bulamadan içlerinden birinin derinliklerinde kayboluyorum. Bismillah karşıma çıkan nişan fotoğrafımızla ilk başlara dönüyorum; hani ailemle tanıştırdığımda sana lâyık değil, davul bile dengi dengine, ne yapacaksın ileride demelerine aldırmayıp uzun bir aman çekmiş, hatta anneme beni kıskanıyorsun kendin görücü usulü ile evlendin diyerek çemkirmiş hemen gelinlik modellerine bakmaya başlamıştım ki babam rahat durmamış mahallelerine giderek “Allah rızası için bunlar nasıl aile söyleyin, kızımı istiyorlar,” diye bilgi dilenciliğine soyunmuşken Allah versinlerle eve dönmüş, “Benim gözüm tutmadı kızım ne adamı, ne aileyi. Çok ısrar ediyorsan yaşa gör ama sakın şikayet etme bize,” demesine hışımla “Ne şikayet edeceğim, gül gibi adamla evleneceğim, hem yakışıklı hem de paralı,” diyerek hayatımın hatasına cumburlop atladığımda cicim aylarının çabuk geçtiğini görüp bana söyleyenlerin ne kadar haklı olduğuna acı deneyimlerle çabucak ikna oluverdiğimde artık çok geçti. Karnımdaki pıtırtılar inşallah bir kızdan gelmiyordur diyerek yattığım doğum masasından kucağımda bir kız ile o eve dönmek, çocuğumla ilgilenerek yıllarla avunurum düşüncemi gün aşırı dayaklarla çürütüp dururken başka kadınlar, başka başka kadınlar hatta başka başka başka kadınlar yaşamımızı adımlarken yüzümdeki mutluluk maskesini kesinlikle indirmemeye dikkat etme nedenim, aileme kendim ettim, kendim buldum demekten utanmaktan başka bir şey değildi. Kendime yediremezdim bu durumu. Ne yani “Benden beter olun inşallah,” diyerek bizi büyüten annemi mi sevindirecektim. Bize geldiğinde azıcık yüzüm düşük olsa hemen “Kocanla aran iyi değil değil mi?” diye sırıtmasını bir de dul kadınlığım için hayatta çekemezdim tabii ki. İşte şu fotoğrafa bakın; kucağımda kızım, yanımda kocam olacak adamla yüzümün yarısını kaplayan saçlarım hangi morluğu örtüyordu bilmem ama bugün anımsamamamın nedeni o morlukların sayısının yılın yarı günü sayısında olmasından başka bir şey değilken bakın bakın şu fotoğrafa kızımın beşinci yaş günü kaynanamları, annemleri çağırmışım, binbir çeşit hazırlamışım, pastasını bile kendim yapmışım, ne mutluyuz nasıl ağzımız kulaklarımızda değil mi, koca değil de sanki sevgi pıtırcığı, oysa kaç aydır eve uğramamış bir öküz duruyor sağ tarafımda, hangi ahırda yemlendiği belli olmayan, şeytan çok dedi boynuzla sen de şunu diye ama mayamda yok, git başımdan diye terslememe sinirlenip bir daha uğrayamadı yanıma, yanıma uğramayan sadece şeytan değil tabii, ayda yılda bir gelip yüklüce para bırakıp giden bir tiple geçecek ömrü kendim kabul etmiştim, kimsenin suçu değildi bu hayat; dedim ki adam artık eve de gelmiyor yani dayak faslı da bitti, e geldiğinde de katır yükü para bırakıyor, ne yapayım ayrılsam babamın evi cehennem olacak, yeniden evlensem bu erkek milletinin köküne kibrit suyu, asla istemem, uzatır ayaklarımı böyle yaşar giderim, ben önce ölmezsem miras da gani, yani yaşlılığım güvende düşünceleriyle huzurla yaşarken bir geldiğinde o zenginlikte üstünde bir arabadan başka hiçbir mülk olmadığını öğrenince “Boşanalım,” dedim, “Öldürürüm seni, biz de alınan kadın bırakılmaz,  ne derdin var yediğin önünde, yemediğin ardında, bir daha duymayayım, fena olur,” tehditlerine karşılık inşallah tüm kepazelikleri ortaya çıkar da rezil olur diye ettiğim duaların kabulü ile tam da kızımın üniversiteyi kazandığı geçen yıl talih yüzüme gülmesin mi, işte bu fotoğraf o günden, babası olacak adam, sevgilisini nasıl bırakmışsa diploma törenine gelmiş, tabii biz bir kadın olduğunu biliyoruz da ne bilelim kim olduğunu, Allah’tan kepler atılmaya yakın geldi angut, yoksa kepler yerine havalara atılan o olurdu, tüm mezunlar sahnede, bir iki üç ve kepler havaya anlarını yakalamak ne zevkli, ne gururlu diye düşünürken az sonra kızım bir arkadaşıyla yanımıza gelip bizimle tanıştırdı, onlarla da fotoğraf çektirdik, biliyor musunuz kızım da benim gibi fotoğraf delisi ama o daha çok selfie delisi, işte o sırada arkadaşının ailesiymiş birkaç kadın ve bir erkek bize doğru gelmeye başlayınca baktım benim koca olacak adam da bir kıpırdanma bir kıpırdanma ha bakın bu fotoğrafı biri çekmiş yanımızdaki grubu çekerken bizim herif kıçın kıçın o tarafa kaymaya çalışıyor, meğer kızın teyzesinin daha on yedi yaşındaki kızı  benim kumam oluyormuş da haberim yokmuş, sonrasını siz tahmin edin, ben önce şaşkın şaşkın dururken sonra gelsin altmış, yetmiş, seksen, doksan, yüüz, vallahi tutamadım kendimi, ayol ben düğünümde o kadar oynamamıştım öyle kendimden geçmişim, kendinden geçen bir tek ben değilmişim meğer benim yüzüme yıllardır nakşettiği tüm morlukları kocam olacağa devretmişler birkaç dakikada hatta üstüne bir kol, bir bacak da kim vurduya gitmiş, ama biz kızımla oradan Boğaz’da yemeğe gittik,  bir kutlama ki sormayın, işte bu fotoğraf da o masadan, yüzüme ay mı doğmuş ne, herifin hapislerde çürüyeceği haberiyle. Ertesi sabah kafam dank etti. Oturduğum ev kimin üzerine diye kumrular gibi düşünmeye başladım. Birkaç gün sonra kadının biri gelip”Çıkın evimden!” dedi. O hışımla adliyede aldım soluğu. Bunu duyan kocam, hapisteyim demeden bana tehditler savuradursun çevremdeki herkes eteklerindeki taşları dökmüş, yıllardır gözlerinde nasıl bir zavallı olarak yaşadığımı bildikleriyle yüzüme vurmuşlardı. Bu kez şantaj sırası bendeydi. Yeni öğrendiğim, kimsenin aklına gelmez ahlâksızlıklarını kızıma söylemekle kocamı tehdit edince varlığından yeni haberim olan bu beğenmediğim daireyi ele geçirdim. Belki de üstünde başka mallar da vardı, bana yalan söyledi. Olsun hem boşandım hem de iyi kötü kendime ait evim oldu… Şu fotoğrafta da arkadaşımla birlikte dönercide boşanma kutlaması yapıyoruz. Güzelim değil mi, hâlâ güzelim valla. 

Zilin çalmasıyla sıyrıldım albümlerden. Kapıda tanımadığım bir kadın vardı, pardon aşırı kilosundan gözüm ısırdı aslında. “Hoş geldin komşu, kaynanam söyle gelsin, çay içsin diyor, kek de yapmıştım,” dedi. Ne yapayım diye düşündüm bir an. Biraz önce düştüğüm boşluktan hemen çıkmak kolay değildi. Kafamı dağıtmalıydım onun için anahtarı aldığım gibi gittim. Teyzeler beni görünce göbeklerini hoplattılar. Hep böyle toplanmalıymışız, yerleşince bana hoş geldine gelirlermiş, her şeyi boş vermeliymişim gibi sözlerden sonra hepsi sırayla hayat hikâyelerini anlatmaya başlamasın mı… 

“Efendim, babası istediği için evlendiği kocası içkici çıkmış, kumar da oynarmış meğer, üç çocuğu olmuş art arda, darılmayacakmışım ama benim gibi aptal değilmiş, bakmış çekemiyor boşanmış gelmiş baba evine  ama öyle böyle güzel değilmiş bir bakan, dönüp bir kez daha bakarmış, bir gün evine kahve içmeye gidecekmişim de o zaman gençlik fotoğraflarını gösterecekmiş, şimdiki kızlara on basarmış, bu yüzden mahalleye yeni taşınan bir ailenin bekâr oğlu tabii ona sevdalanmış ama oğlanın anası Nuh demiş peygamber dememiş evimize dul karı sokacaksın, hem de üç çocukla benim kafam davula döner, hemen bu uğursuz mahalleden taşınıyoruz dese de adam anasına resti çekip sen taşın diyerek kestirip atınca o kaynana ile on beş yıl birlikte oturmuş, bir tane de oğlan doğurmuş. Ne iyi adammış rahmetli. Bir gün olsun ne onu ne çocuklarını kırmış. “İşte kızım hayatta neler oluyor,” diye teyzenin sözleri bitiyordu ki ağzından kek kırıntıları püskürten boyu kamburundan iyice kısalmış öteki teyze “O da bir şey mi komşum, benim hayat hikâyemi biliyorsunuz, bak sana da anlatayım kızım,”  diye başlamasın mı, ocakta yemeğim var diyeceğim de ortada ot yok,  ocak yok, yalan olduğu belli. Bu arada, gelin ikinci termos çayı getirmiş dikip duruyorum bardak bardak üstüne kafama. Neyse titrek çenesi motor takılmış gibi birden çalışan  teyze de anlatıyor, o yetmiyor üçüncüsü başlıyor, sahi ne hayatlar varmış, insan benim başıma bu gelir mi dememeli hiç, benden size tavsiye büyük konuşmayın, bu teyzeler kaç yıl önce yaşamışlar üstelik bunları, ha klasik  şeyler işte, zengin, fakir, dul, bekar, hikâyeleri ne var bunları yaşayan çok derseniz sizin sorununuz; başınıza gelsin demem yine de.

Şimdi siz zannediyorsunuz ki öteki teyzelerin anlattıklarını da size aktaracağım. Hayır, benim başım kazan oldu, bir döndüm eve, ağzıma bir hap attığım gibi cumba yatak, yorgan hangi hurcun içinde kim arayacak, perde falan hak getire, umurumda değil ağrıdan. Ama çok ısrar ediyor, katlanırız biz o ağrıya derseniz anlatayım yani…

Ceyda Sevgi Ünal