1861 yılında İstanbul Beşiktaş’ta doğan Krikor Zohrab, Galatasaray Mekteb-i
Sultanisi’nin Mühendislik bölümünü bitirerek 1879’da yol ve köprü mühendisi, sonra da Darülfünun’un Hukuk bölümünü bitirerek 1884’te avukat olmuş. Yaşamını avukatlık ile kazanan Zohrab, 1908 yılında milletvekili seçilerek Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında yedi yıl görev yapmış. 1915 yılında hükümet tarafından tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır’a gönderilirken Urfa yakınlarında çeteciler tarafından öldürülmüş. (1)

Bazı kaynaklarda Zohrab’ın edebiyatı bir meslek değil keyif aldığı bir uğraş olarak gördüğünü okudum. Bu keyifli uğraşın Zohrab’ın hayatında oldukça önemli bir yer kapladığı kesin. İlk yazıları öğrencilik döneminde ‘Lırakir’ gazetesinde yayımlanmış. 1883’te ünlü mizah yazarı Hagop Baronyan’ın başyazarlığında Yergrakunt (Yerküre) dergisini çıkartmış. Daha sonra Hayrenik (Vatan) gazetesinde yazmaya başlayan Zohrab, 1892’de dönemin önemli yayınlarından Masis (Ağrı Dağı) dergisini çıkartan ekibin içinde yer almış. Abdülhamit döneminde zor ve tehlikeli siyasi davaların avukatlığını üstlendiği için rejim düşmanı sayılan Zohrab, avukatlık yapması da yasaklanınca zorunlu olarak Paris’e gitmiş. II.Meşrutiyet’in ilanı ile yurduna dönen ve Hukuk Fakültesi’nde ders vermeye başlayan Zohrab Nor Or (Yeni Gün) gazetesini de yayımlamaya başlamış. Roman, öykü, makale, anı, gezi notları gibi pek çok türde eserler veren Zohrab’ın değişik zamanlarda Masis, Luys gibi dergilerde, Hayrenik gazetesinde yayımlanan ve daha sonra Hayat Olduğu Gibi, Vicdanın Sesi, Sessiz Acılar isimli kitaplarda toplanan öykülerinden bir seçkiyi, Aras Yayıncılık 2001 yılında Öyküler ismiyle basmış.
Kitapta yer alan on dört öykünün tamamı İstanbul’da ya da İstanbul’un İzmit, Sapanca gibi yakın çevresinde geçiyor. Kadıköy, Ortaköy, Pera, Ümraniye, Üsküdar, Alemdağ geçen yüzyıldaki dokularıyla öykülere mekan olmuş. Bu mekanlarda 19.yüzyılın sonu, 20.yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni toplumunun yaşayışı, dini ve sosyal gelenekleri, iş hayatı, ilişkileri, değerleri, alışkanlıkları, özel günleri konusunda oldukça detaylı bilgiye sahip oluyor okur.

Zohrab, pek çok öyküsünde sınıf farklılıklarını konu edinmiş; zenginlerin iki yüzlü namus anlayışı, bencilliği ve acımasızlığının karşısına yoksulların ezilmişliğini ve bitmeyen çaresizliğini yerleştirmiş. Bunu yaparken çoğu zaman hizmetçi, bekçi, köylü karakterlerini, evin hanımı, şımarık kentli genç, hırslı patron karakterleri ile buluşturarak tipik bir “aşağıdakiler-yukarıdakiler” sahnesi kurmasına rağmen gerçekçi bakış açısı bu kurgunun acıklı bir melodrama dönüşmesine çoğu zaman fırsat vermemiş.
Kitabın Annene Selam Söyle isimli ilk öyküsü, son derece etkileyici bulduğum bir dil ile ahşap bir evi saran sarmaşık, pencerede gülümseyen kara gözler, önlerinde uzanan yaşama doğru aşkla koşan genç öğrencileri bir araya getiren muhteşem bir bölüm ile başlıyor. Okuyucuyu alıp götüren bu dili hem bu öykünün hem de kitabın devamında arayıp durduğumu söylemeliyim, tabii zaman zaman bulduğumu da. Ancak öykülerin genelinde, yazarın neredeyse “romantik” olarak nitelendirebileceğim etkileyici betimlemeleri belki de Zohrab için pek çok kaynakta karşıma çıkan “realist” tanımlamasına uygun olarak birdenbire kesiliveriyor; çok güzel bir orman ve ay manzarası bir cinayete mekan oluveriyor ya da saf ve coşkulu bir aşk taraflardan birinin -her zaman erkek olanın- nedeni tam anlaşılmayan ama çok da yadırganmayan umursamazlığıyla yitip gidiveriyor. Öykülerin tamamında hakim olan bir hüzünden bahsetmek mümkün; çoğu umutsuz, yaşlı da olsa genç de olsa yaşam sevinçlerini kaybetmiş insanlar, yitip gitmiş hayatlar ve hüsran…
Zohrab’ın öykülerinde tekrar tekrar kullandığı bazı temalar ve sembollerin kurguyu hem estetik olarak hem de anlam açısından güçlendirdiğini düşünüyorum. Örneğin “ölüm/tabut/mezar” bu kitaptaki öykülerde sıkça karşılaştığım bir tema oldu. Bir öyküde tabut, insanın yaşamını kaplayan çürümüşlüğün ifadesi olarak anlatıda yerini alırken bir başkasında bakımlı bir bebek mezarı zor ve acılı bir hayattan her ziyarette kaçıp gidilen bir cennet köşesi gibiydi.
Kitaptaki bir iki öyküde gözüme çarpan kurgudaki ya da anlatıcı dilindeki bazı tutarsızlıklar Zohrab’ın iyi bir hikaye anlatıcısı olduğu yönündeki kanımı değiştirmedi. İnsan doğasına, özellikle de olumsuz taraflarına, yaşamın iniş çıkışlarına oldukça hakim bu yazar, 1915 yılında kendisi gibi tutuklu milletvekili arkadaşı Vartkes Serengülyan ile birlikte Diyarbakır’a doğru yol alırken kendi yaşamının kurgusunu da çözmüş olmalı ki ölümünden birkaç gün önce eşi Klara’ya yazdığı mektubu şöyle bitirmiş:
“Sevgilim, bir tanem, artık bizim için son perde başlıyor. Daha fazla gücüm kalmadı. Sağ kalmazsam, çocuklarıma son öğüdüm şu ki daima birbirini sevsinler, sana tapsınlar ve kalbini acıtmasınlar ve beni de hatırlasınlar.” (2)
Kırmızı Başlıklı Corona
(1) Bu hazin ölümün hikayesi Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı adlı eserinde detaylı olarak anlatılmaktadır.
(2) Krikor Zohrab Kimdir?, Bianet, 24.04.2009, web:17.06.2020