(d. 1927, Erzincan – ö. 2 Temmuz 1993, Sivas)

Ben de sevdim

Ben de şiirler yazdım sevgilime

Aşktan çılgına döndüğüm günler oldu

Her şey geçti

Uçtu yıllar kınalı kuşlar gibi

Geride kaldı gençlik

Fakat şu kör olası sigarayı

Bırakamadım gitti

(Bu şiiri yazdığında on yedinin baharındadır ve sigara içmemektedir.) (1)

Asım Bezirci 1927 yılında Erzincan‘da doğar. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olur. Aynı yıl Gerçek gazetesinde politik fıkralar yazmaya başlar. Çeşitli dergilerde Halis Acar adıyla yazıları yayımlanan Bezirci, 1960’tan sonra kendi adıyla yazmaya devam eder. Yakın arkadaşı Rıfat Ilgaz hakkında bir inceleme yayımlar. Uzun dönem muhasebecilik yapar ve bu meslekten emekli olur.

Asım Bezirci’nin muhasebe mesleğini edebiyatçı olarak tarifi çok meşhurdur. “Nitekim, yazar olarak birçok yararı dokundu bana. Örneğin; ölçülü davranmayı, yanlışlıktan korkmayı, belgeye dayanmayı, aklını kullanmayı, duyguculuğa kapılmamayı ve gerçekçi, düzenli, dengeli, tutarlı olmayı muhasebe öğretti bana. Savunduğum ve uygulamaya uğraştığım nesnel, bilimsel eleştiri anlayışımın güçlenmesine yardım etti. Az şey mi bu?”

İki Temmuz 1993’te Sivas Katliamı‘nda hayatını kaybedenlerin yaşça en büyüğüdür.

Asım Bezirci, onu tanıyan hemen herkesin bildiği gibi duygusal, hatta coşkuludur. Duygularını göstermekten çekinmez. Ama yazılarında ve eleştirilerinde duygularının değil, ölçülerinin izi vardır. Amacı eleştirilerine kişisel ölçeklerini katmamaktır. Bu bakımdan parasız yatılıdan okul arkadaşı Fethi Naci’ye hiç benzemez.

Edebiyatı hem güzellik coşkusu veren hem de insanları, kuşakları toplumları ve onları kapsayan çağları, ülkeleri, rejimleri birbiriyle tanıştıran bir sanat dalı olarak görür. Bu dalın emekçileri içinde halktan gelen sosyalist yazarların olmasını ister, tanıdığı işçilerden böyle eğilimi olanları özendirmeye çalışır. 1977 yılında Politika gazetesinde Ozan Telli için yazdığı yazıda bunu açıkça dile getirmiştir: “(…) çevremde yazarlığa özenen bir işçinin adı geçince umutlanıyorum: İşte emekçileri içerden tanıyan biri diye düşünüyorum. Herhalde, dışardan birine, örneğin bir küçük burjuvaya oranla böyle birinin halkı anlatması daha canlı, daha gerçeğe yakın olacaktır.”(2)

Asım Bezirci, nesnel, bilimsel eleştirinin edebiyatımızdaki kurucusudur. Eleştirmenlerimizin en çalışkanı olduğu için “edebiyat emekçisi” sözü en çok ona yakışır. Yazar, derler, çevirir, araştırır, dergi çıkarır. O, sürekli notlar alan, kaynakları kendisine saklamayıp çevresine yayan müthiş bir biriktiricidir.

Hemen her yazısında eleştirmenin görevinin öznelcilerde olduğu gibi yaratıcılığa özenmek değil, yaratılmış olanı, yani eseri çözümlemek ve değerlendirmek, yargılamak olduğunun altını çizen Bezirci’ye göre artık eleştiri denemeden, deneme de eleştiriden ayrılmalıdır. Kısa tanıtma yazılarının yerini incelemeler almalıdır; çünkü gerekçesiz yargılar, kolay düşünceler, tutarsızlık, ölçüsüzlük, kaynaksızlık bu kısa yazıların temel özelliğidir. Eleştirmen araştırmalara girişmeli; önyargıları, kalıplaşmış düşünceleri aşmalı; köklere, kaynaklara, ayrıntılara inip derinleşmelidir. Bunlarla birlikte “duygulara, izlenimlere yaslanmakla kalan eski eleştirinin karşısında çözümlemelere, ölçütlemelere dayanan yeni bir eleştiri kurmalı; öznel eleştirinin yanında nesnel, bilimsel bir eleştirinin de yer almasına çalışmalı”dır. Bunun için çeşitli yöntemlerden, hatta mantık, estetik, tarih, felsefe gibi bilim ve bilgi dallarından da yararlanmalı, “eserin öz ve biçimce çevre ve tarih içindeki yerini, durumunu, önemini, ayrıcalığını bulup göstermek” için uğraş vermelidir. Bezirci, yaptığı eleştirilerde tarihsel ve toplumsal boyutu ortaya koymaya çalışır. Eseri aydınlatmak için belgelere, tanıklıklara başvurur. O bir sanatçıyı değerlendirirken yalnızca estetik çözümlemeyle yetinmez, bunu toplumbilimsel çözümlemeyle tamamlamaya, sanatçıyı tarihsel ve kültürel evrim içindeki yerine oturtmaya çalışır. Bezirci, eleştirilerinde anlam bilim, biçem bilim, dilbilim; felsefe, mantık ve istatistikten de yararlanır. Sanatçıyı diyalektik bir anlayışla, bütüncül bir görüşle kavramaya çalışır.(3)

Nurer Uğurlu ile söyleşisinde eleştiriciliğin denemeden sıyrılmaya yöneldiğini, bu arada denemecilikte direnenlerin de olacağını belirtir. Bir eleştirmenin etkili olmak için bir bilgin gibi kültürlü, bir yargıç gibi nesnel, bir aşık gibi sanata tutkun, Don Kişot gibi yürekli ve hepsinin üstünde, bir sanatçı gibi de duyarlı, sezgili, sağ beğenili olması gerektiğini söyler. Bir eleştirmen gözü ile döneminin beğendiği şair hikaye ve romancılarını da sayar: Şiirde Rıfat Ilgaz, Attilâ İlhan, Metin Eloğlu, Cemal Süreya; hikayede Nezihe Meriç, Vüsat O. Benzer, Orhan Duru, Onat Kutlar, Bilge Karasu; romanda Yakup Kadri, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal.(1)

İkinci yeni ile ilgili yayımlanmış çok sayıda inceleme yazısı, kitabı ve İkinci Yeni Olayı adlı bir eleştiri kitabı da bulunmaktadır. İkinci yeni şairleri ile zaman zaman polemiğe de girmiştir. Cemal Süreya’nin aralarındaki polemiği başlatan yazısının başlığı “Statistique yani Stylistique”dir. Asım Bezirci stilistik çalışmaktadır, üslup çözümlemesi yapar. Sözcük sayısını, sözcük sıklığını hesaplar, kullanılan sözcükleri, sesleri, her şeyi hesaplar. Cemal Süreya’nın bu noktadaki eleştirisi de şudur; “Asım Abi, sen stilistik çalışıyorum diyorsun ama aslında istatistik yapıyorsun. Çünkü sadece sayıları çıkarıyorsun ortaya.” (4)

Edip Cansever’in şiir açıklanamaz yorumuna, aslında şiir anlatılamaz demek istiyor der ve bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getirir: Her şiir bağımsız bir gerçekliktir, ana dilinden ayrı biçimde deneyimlenmez, yabancı dile çevrilemez. Her çeviri ise ne denli başarılı olursa olsun, yeniden yaratılmış başka bir şiir olacaktır. Şiir kendisini nasıl anlatıyorsa öyledir, “şu şiiri anlatır mısınız!” Denildiğinde yapılacak biricik iş onu bir daha okumak olacaktır, onu ille de anlatmaya çalışmak yeniden yaratmaya kalkışmak olacaktır. Şiir açıklanabilir ancak anlatılamaz.(1)

Kemal Tahir’in Göl İnsanları’nın arka kapağında yazdığı, “sahici Türk romanı işçimizle köylümüzün realitelerinden doğacaktır” sözü üzerine Bezirci, Türk romanı yalnızca işçi ve köylünün realitelerinden mi doğacaktır der ve bu doğuşta toplumun öbür sınıf ve tabakalarının yerinin olup olmayacağını sorgular. Orta ve yüksek katların durumu romancılığımızın oluşumunu etkilemeyecek midir, etkilememeli midir; Sözgelişi romancılığımızın kurucularından ve en iyi romancılarımızdan biri olan Halil Ziya Uşaklıgil, burjuvaziyi anlattığı için değersiz midir diye sorgular. (1)

İnsanı toplumsal durum ve işlevi içinde, kişisel eylem, duygu ve düşüncesi ile birlikte canlandırmanın, bireyi toplum içinde ve toplumla birlikte ele almanın sanatçının yürümesi gereken yol olduğunu belirten Bezirci; Dickens, Balzac, Stendhal, Tolstoy, Zola, Mann, Gorki, Şolohov, Ehrenburg gibi sanatçıların kahramanlarının yaşamında çağlarının, toplumlarının ana çizgilerini görebildiğimizi; bu yazarların özeli evrensele bireyi topluma bağlamasını bildiklerini belirtir.(1)

Adnan Özyalçıner’in hazırladığı “Edebiyatın Kırk Ayaklı Karıncası Asım Bezirci” adlı saygı kitabında, Asım Bezirci’nin kendi kaleminden yaşam öyküsü yanında, gençlik yazıları, şiirleriyle bir öyküsü de yer almaktadır.

Sennur Sezer’in Radikal kitap ekinde yayımlanan yazısı ise duygu yüklüdür: “Sevgili Asım, benim güzel, çalışkan, duygusal, yorulmaz sosyalist eleştirmenim. Eşin Refika’yı benimle tanıştırırken, “öp kaynananın elini” demiştin. Refika’yı balayınızı kütüphanede geçirebileceğiniz konusunda uyaramadım, caymazdı senden. Seninle son kez Cumhuriyet gazetesinde karşılaştık. Haziran sonuydu. Bir çay içmek için bile oturmadın. Sivas’a gidecektin, acelen vardı. Ve gittin. Kitapların kaldı. Bilmiyorum, şiirin perilerine ulaştın mı?”(2)

Oya Kaya

  1. Çok Kapılı Oda, Asım Bezirci, Yazko, İstanbul, 1982, 2. Basım
  2. Sennur Sezer, 3 Temmuz 2009 tarihli Radikal Kitap Eki
  3.  Cumhuriyet Döneminde Edebi Eleştiri (1951-1960) TC. A. ÜNi.S.B.E. Türk Dili ve Edebiyatı ABD Doktora tezi, Hüseyin Özçelik, Ankara 2006
  4. Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 2, Mayıs 2019