(1870, Çankırı – 14 Ağustos 1955)
Şair, Yazar, Mütercim, Öğretmen, Bürokrat, Milletvekili, Bakan

1870 yılında Çankırı’da doğdu. Babası Çankırı mutasarrıfı (vali) Abdullah Şefik Efendi, annesi şairin henüz dokuz yaşındayken kaybettiği Atiye Huriye Hanım’dır. Anne tarafından Mollacıkzade ailesine mensuptur. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde üst düzey bürokratlık ve bakanlıklar yapmış bir devlet adamıdır. Türk Beşleri’nden besteci Cemal Reşit Rey’in ve tiyatro yazarı Ekrem Reşit Rey‘in babasıdır.
İlk tahsilini Çankırı’da yapan Ahmet Reşit Bey, annesinin vefatından bir yıl sonra henüz rüştiye sıralarında iken babasını da kaybedince İstanbul’a gelerek Soğukçeşme Rüştiyesi’nden mezun oldu. Mektebi-i Mülkiye-i Şahane’de “idadi” kısmına devam etti. 1888’de Mülkiye Mektebi’nin yüksek kısmını bitirdi ve bir yıl “Tabiiye muallim muavinliği” yaptı. Numue-i Terakki okulunda da görev yaptıktan sonra 1890’da Saray Mabeyn Baş Kitabeti’ne alındı ve 14 yıl süreyle II. Abdülhamit’e sarayda 3. katip olarak hizmet verdi. Bütün katiplik rütbelerinde yavaş yavaş yükseldi, Padişah’ın huzuruna kadar çıktı ve Sultan Hamid tarafından ona şefkat nişanı verildi.

1896’da İbrahim Edhem Paşa’nın torunu, ilk ressamlardan ve Arkeoloji Müzesi kurucusu Osman Hamdi Bey’in yeğeni, kültürlü, müzik ve edebiyata ilgili, kibar bir kadın olan Fethiye Hanım ile evlendi. İbrahim Ethem Paşa, Fransa’da maden mühendisliği eğitiminin ardından yurda döndükten sonra uzun süre madencilik üzerine çalışmalar yapmış, 1847’de sarayın hizmetine girmiş, Berlin büyükelçiliği ve bir yıl kadar sadrazamlık yapmıştır. Bilim alanında memlekete getirdiği pek çok yenilik vardır. Ethem Paşa’nın dört oğlu olmuştur. Bunlardan en büyüğü ressam, Arkeoloji Müzesi kurucusu Osman Hamdi Bey‘di. Osman Hamdi Bey, babasının Boğaz’daki yalısını bir sanat ortamı haline getirmiş, burada Avrupa’nın en büyük sanatçıları ile Türk sanatçıları bir araya gelmişlerdir. Küçük oğlu Halil Ethem Bey de hayatının sonuna doğru müze müdürlüğünde bulunmuştu. Üçüncü oğlu Galip Bey, Sedat Hakkı Eldem’in babasıydı. Dördüncü oğul Mustafa Hamdi Bey ise idari görevlerde bulunmuş, sanatla ağabeyleri kadar ilgilenmemiş biriydi. Osman Hamdi Bey‘in küçük kardeşi Mustafa Hamdi Bey‘in kızlarından Fethiye Hanım da bu yalıya sık sık girer çıkardı.
Fethiye Hanım çok iyi eğitim görmesinin ötesinde Osman Hamdi Bey’in yalısına sık sık gelen İspanyol orkestra şefi, maestro D’ Aranda Paşa’dan müzik dersleri almış ve çok iyi piyano çalmayı öğrenmişti. Bir gün D’ Aranda Paşa, Mustafa Bey’in evine gelmiş, demiş ki: ‘Sarayda mabeyinci Ahmet Reşit Bey var. Çok yakışıklı, çok kibar, çok iyi bir aileden geliyor, fevkalade Fransızca, Arabi, Farisi biliyor, şiir yazıyor, kültürlü bir insan. Tam kerimeniz Fethiye hanımefendiye göre’. Bunun üzerine Mustafa Bey, Ahmet Reşit Bey’i eve davet ediyor, haremden Fethiye hanıma gösteriyorlar. Fethiye Hanım, ‘Aman çok kibar, çok zarif bir insan, tabii isterim’ diyor ve bir kere uzaktan görmekle evlenmeye karar veriyor. Böylece müzisyen, saray kompozitörü, Mızıkayı Hümayun şefi, piyanist D’ Aranda Paşa Cemal Bey’in annesiyle babasının evlenmelerinde aracı oluyor.” -Vedat Kosal-
“Fethiye Hanım, Ahmet Reşit Bey‘i daha yalıda gördüğü ilk gün âşık olmuş, kocasına olan aşkı hayatı boyunca sürmüştür. Fethiye Hanım, Müzikayı Hümayun’un orkestra şefi olan piyanist Devlet Efendi ile müzik çalışmalarını sürdürmüştür. Fethiye Hanım, yönetmeyi seven, disiplinli, yaşama son derece bağlı, sevecen ve muzip halleriyle çevresinde takdir toplamış bir hanımefendi idi.”

1900’de Malumat dergisinde yazmaya başladı. “Şehrah” adı ile bir günlük gazete çıkarmış, Tahir Hayreddin’le birlikte başmuharrirliğini yapmış, “Maziden Hale” başlığı altında seri makaleler yayınlamıştır.
“Evvela Zeki Beyin katli, sonra da matbaayı içeridekilerle beraber yakmak üzere merdiven altına kundak soktukları zaman Reşid Bey de binada bulunuyordu. Örfi idarenin ve münferid suikastlerin tazyiki ile “Şehrah” neşriyatını tatil etmek mecburiyetinde kaldı.” -Refi’ Cevad Ulunay-
İlk çocukları Fatma Samime Hanım ve 1900 yılında İstanbul’da (yazar ve bestekar olan) Ekrem Reşit Rey’in dünyaya gelişinden sonra Ahmet Reşit Rey, Kudüs Mutasarrıflığına atandı. (Cumhuriyet’in ilk kuşak bestecilerinden olan) Cemal Reşit Rey üçüncü çocuk olarak 25 Eylül 1904 yılında Kudüs’te dünyaya geldi.

Kudüs şehrinde kanunsuzluk hüküm sürüyordu ve kiliseler arasında büyük kavgalar yaşanıyordu. Rey’in bu sorunları çözmekte gösterdiği idari kabiliyet, ününü artırdı ve 1906’da Manastır Valiliği’ne atandı.
1907’de Ankara Valiliği görevlerine atandı. Ailenin son çocuğu Emine Semine, Ankara’da dünyaya geldi. Kanûn-ı Esasî yürürlüğe girdikten sonra, İttihatçılara muhalefet gösterdi. İttihat ve Teraki Cemiyeti’nin en şiddetli muhaliflerinden olarak tanınmış, özellikle İttihat ve Terakki içindeki mason mensubiyetli veya Yahudi kökenli kesimlere karşı sözünü sakınmadı. Bu nedenle önce 1908’de bir tür sürgün göreviyle Halep valiliğine atandı. Buradaki görevi sırasında da İttihatçılara muhalif davranınca memuriyetten azledildi. Ailenin taşınma işleri bir türlü bitmiyordu.
1909’da İstanbul’a taşındılar ve Erenköy’de bir köşkte yaşamaya başladılar. Ahmet Reşit’i bu dönemde (1910-1912) Galatasaray Sultanisi’nde edebiyat öğretmeni olarak görev yaptı. Verdiği derslerin notları (Batı retoriğini konu edinen) 1911-1912’de iki cilt halinde Nazariyat-ı Edebiye adıyla yayımlandı.

Ekrem Reşit Rey Galatasaray Sultanisine verildi. Cemal Reşit Rey ise Dame de Sion’a kaydettirildi, 1911 yılında ağabeyinin yolunda Mekteb-i Sultani’de eğitimine devam etti. Aynı yıl Ahmet Reşit Bey’e Bağdat Valiliği teklif edildi. Çocuklarının küçüklüğü nedeniyle bu görevi reddedince, Selanik ya da İzmir valiliği öneridi. Ahmet Reşit üst düzey bir devlet memuru olarak kısa süreli atamalarla açık olan yerlere gönderilmekte, Osmanlı’nın en karışık yıllarında sürekli hükümetler değiştikçe o da bazen terfi ettirilip, bazen geri hizmete alınmaktaydı. Bu arada Balkan Savaşı başlamıştır.
1912 yılında önce İzmir valiliğine (18 Ağustos – 17 Ekim arası) atanan Ahmet Reşit Rey, aynı yıl Mehmet Kamil Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırlığı’na (İçişleri Bakanlığı) getirildi. İttihatçıların taşra teşkilatlarının kapatılmasını gerçekleştirdi. 1913’te İttihatçılar’ın Bab-ı Ali baskını ile hükümet düştü ve nazırlığı son buldu.
“Babıali baskınından, Harbiye Nazırı Nazım Paşa ve onun yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey’in vurulmasından sonra Ahmet Reşit Bey tevkif edilip Bekirağa Bölüğü’ne götürüldü. Cemal Bey o sırada çok küçük. Annesi, ağabeyi Ekrem ile onu Bekirağa Bölüğü’ne babalarını ziyarete götürünce çok üzülmüş, babasının tevkifini ve idam edilme ihtimali karşısındaki korkusunu hiç unutmamıştı. O sırada sadarete Enver Paşa yerine Mahmut Şevket Paşa gelince ilk anda bir yumuşama oldu ve Bekirağa Bölüğü’ndekiler serbest bırakıldı.” -Filiz Ali-
Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi olayında suçlu bulunarak gıyabında idama mahkum edilince tutuklandı.Tutukluluk hali bitince, kendisinden ülkeyi terk etmesi istendi. Önünde işlenen cinayetler, ardından gelen tutuklama, bu karmaşık günlerde yapılan suçlamalar Ahmet Reşit Bey’in ailesinden ayrı düşmesine neden olacak, bir süre sonra çeşitli güçlüklerle ailesiyle Avrupa’da buluşacaktır. Önce Mısır’a, sonra altı yıl süreyle Venedik, Peşte, Paris ve Cenevre’ye gitti.
“1913 yılının ortalarında Paris’e taşınan aile burada hatırı sayılır devlet büyükleri tarafından ağırlandılar. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Raymond Poincare aileye sahip çıktı. Böylece, Birinci Dünya Savaşı’nın sıcak günlerine gebe bir ortamda, Avrupa’nın ortasındaki yeni yaşamlarına başlarlar.” -Filiz Ali-
O zamanlarda Fransa tüm sanat dallarında yeni atılımlar yapanlara, yeni buluşlara açılmış, cesaretin korkusuzca sergilendiği bir vitrindi. Müziğin edebiyat ve diğer sanatlar ile bir sentez oluşturmasıyla yeni sanat dalları olan opera ve bale önem kazanmaya başlamıştır. Burada izlediği birçok eser ve yorum özelliklede Stravinski’ nin Bahar Ayini adlı eseri Cemal Reşit’i çok etkilemiştir. Anne Fethiye Hanım, o yıllarda çocuklarını Paris Operasındaki birçok temsile götürmüş, bu sayede Cemal Reşit Rey birçok müzik etkinliğini görme ve ufkunu geliştirme imkanı bulmuş, o zamanlar konservatuar müdürlüğü yapan Gabriel Faure ile yapılan görüşme sonucunda henüz dokuz yaşına girmemiş olann Cemal Reşit Rey’i çok yetenekli bulan Gabriel Faure sayesinde Paris Konservatuarından mezun Debussy’nin eğitiminde çok ünlü bir piyanist olan Marguerite Long’un öğrencisi oldu. Ancak 1914 te 1. Dünya Savaşı çıktı. Fransa bu savaştan mağlup çıkıp geri çekilince aile Fransa’nın kuşatılması korkusuyla bu defa Cenevre’ye taşındı.

Mütarekeden sonra 1919’da yurda dönen Ahmet Reşit Rey, 3. Tevfik Paşa kabinesine, daha sonra 3. Damat Ferit kabinesine tekrar Dahiliye Nazırlığına (İçişleri Bakanlığı) getirildi. Padişah kendisine sadrazamlık teklif etmesine rağmen Ahmet Bey bu görevi kabul etmedi.
“…Evet büyük bir cesarettir Cemal Reşit’in dönüşü. Hayran olduğu Osmanlı İmparatorluğu yıkılmıştır. Ancak yine hayranlık duyduğu, içinde yetişip yoğrulduğu Fransız değerlerini yeni kurulan Cumhuriyette Batının simgesi olarak uygulama fırsatını bulacaktır. Aydın Gün’ün altını çizdiği gibi, O yıllar toplumumuzda derin bir Fransız etkisi egemendir. Ve Hitler’in tırmanışına dek bu böyle sürer. Giysileri, yemeği, güncel yaşama biçimi, inceliği ve sanatıyla Fransa, tüm seçkin Osmanlı ailelerinin örneğidir. Rey ailesi bir yanda Fransız kültürünü uygularken bir yandan da kendi kapalı düzeni içinde Osmanlı geleneklerini yürütmektedir.” -Evin İlyasoğlu-
Bu devreden sonra Atatürk ve Millî Mücadele’yi destekleyen, Padişah’ı da Millîcilere yardım konusunda teşvik eden Ahmet Reşit Rey, San Remo Konferansında alınan karar gereğince dönemin hükümeti tarafından 1 Mayıs 1919’da Sevr Antlaşması için delegelerle birlikte Paris’e gönderildi.

Ancak teklif edilen Sevr Antlaşması’nın ülke için bir intihar olduğunu anlayan ve Damat Ferit’in bu antlaşmayı koşulsuz olarak imzalayacağını sezen Ahmet Reşit Rey metni imzalamadı, “Türk Milletinin bir nevi idamı olarak kabul ettiği cihetle imzalamayacağını” hükümete bildirerek hem delegelilikten hem de Nazırlıktan istifa etti. Sevr Anlaşması için Paris’e giden heyetin içinde bulunmasını “yaşamının en büyük acısı” olarak nitelendiren Ahmet Reşit Rey TBMM’de 1.Dönem İzmir milletvekilli olarak bulunmuştur.
Ahmet Reşit Bey’in bundan sonraki hayatı, Nişantaşı Şair Nigar’da bulunan konağında edebiyatla uğraşarak geçmiştir. Çeşitli çeviriler yapmış, bazı gazetelerde yazmış, yazılarını derlemiş ve bunları kitap olarak toplamıştır.
Küçük yaşlarda şiirle uğraşmaya başlayan, Mülkiye’deki öğrenciliği sırasında Recaizade Mahmut Ekrem’in öğrencisi olan Ahmet Reşit Rey, henüz ilk gençlik çağlarında hocasının etkisiyle şiirler yazmaya başladı. Gülşen dergisinin ilk sayısında yayımladığı “Nevha”, şairin tespit edilen ilk şiiridir. (1885) Bu şiirlerinde, Recaizade Mahmut Ekrem‘le Abdülhak Hamit Tarhan‘ın etkisi büyüktür. Sonraları, yavaş yavaş, bu etkilerden sıyrılmıştır. Dergide Ekrem ve Hamid şiirlerini tahmis etmesi, onun şiir alanındaki yolunu erken dönemden itibaren çizdiğinin göstergesidir. Şairin ilk dönem şiirlerinde sıklıkla işlediği tabiat durağandır ve okuyucuya bir tablo görüntüsü sunar. 1895’te Mektep’te yazmaya başlamasına kadar olan süre şiirinin bir geçiş aşamasıdır. Ahmet Reşit Rey, sanat için sanat ilkesine bağlıydı. Tabiat ile olan gözlem bağının kuvvetli olması, şiirlerinin tasvirî olmasını sağladı.
1896’da yakın dostu Ali Ekrem’in teşvikiyle Servet-i Fünûn’a dâhil olan Ahmet Reşit Rey, burada “H. Nâzım” müstearıyla yazdığı şiirleriyle kendi kişiliğini buldu ve sanatının olgunluk devresine erişti.
Mekteb dergisinde yayımlanan şiirlerinde, örneğin “Bir Gece” şiirinde, devrine göre bireysel hatta kendilerinden sonraki edebî topluluk olan Fecr-i Ati’nin dil ve üslûbunu andıran, daha çekici ve açık bir ifâde tarzına sahipken, zamanla bu özelliğini terk ederek, Servet-i Fünun şiirinin genel söyleyişine uymuştur. Bu bağlamda dili gittikçe ağırlaşmış, açıklığını yitirmiştir.
BİR GECE
Orman büyük ağaçları yüksek, küşâde bâl, (küşâde : açık, açılmış, ferahlı, şen) (bâl: kanat, kol, pazu, cenah, üst, yukarı, boybos, endam)
Birbirleriyle dâim ederler musâhabe.
Mehtâp parça parça düşer bazı yerlere,
Orman, bu heybetiyle semây-ı mükevkebe (mükevkeb : yıldızlı)
Benzer. Öper de nûr-ı meh’i gizlice zılâl, (zılâl . gölge, gölgeler)
İras eder o bûse sirayetle her yere (iras : sebep olmak, vermek, varis kılmak, miras bırakmak, yapraklanma, yosun olma, verme)
Bir fecri nev-ziyâ nihegin rengini şeb’e. (şeb : gece, karanlık)
Kuşlar, o handezar tabiat perileri, (hande : gülme, gülüş) (zar : ağlama, inleme, zayıf, dermansız, perişan)
Başlar nisar’ı nağmeye orman sükût eder, (nisar : saçma, saçmak, saçan, vermek, dağıtmak)
Rizan olur yavaşça zemine o nağmeler, (rizan : akan, dökülen)
Takbil edip şemîm-i ziyâdâr-ı meşceri. (takbil : öpme, öpmek) (şemîm : koku, hoş, güzel koku) (ziyâdâr : ışığı boy, aydınlık yer, parlık, ışıklı) (meşcer : ağaçlık yer, koru)
Sevda gezer ağaçların altında derbeder.
Tehziz, eder havâyı bu ahengi nûr fâm, (tehziz : hafif titreme, hareket ettirme) (fâm : renk)
Bir hün-i muhtecîp açar ahestebâlini (hün : hor ve zelil olmak, kan, öç, intikam, öldürme) (muhtecîp: örtülü, örtünmüş, saklanan, gizlenen)
Elhanı işvekâr ile ber-leb-i garâm.. (elhan : nağmeler, besteler, ezgiler) (işvekar : Kız İşveli, nazlı, edalı, işve ve cilve yapan, naz edip, kırıtan) (ber : üzere, üzerine, yukarı, göğüs, sine, bağır, fayda, meme, genç kadın) (leb : durak) ( garâm : helak, mahv, aşk, sevda, şiddetli arzu, hedef)
Ahenğ-i hüsnünün duyarım ben melâlini.. (hüsn : güzellik, iyilik, eksiksizlik) (melâl : can sıkıntısı, üzüntü, hüzün)
Şiirlerinin anlatımındaki bu değişim, içeriğe de yansımıştır. Bu doğrultuda, önceki şiirlerinde lirizmin daha bol olarak bulunduğu ve sonraları bunun da azalmış olduğu söylenebilir. Realist olmaya çalıştığı bazı tasvirlerinde, lirizm azlığı daha da belirgindir. Parlak hayalleri olmakla birlikte, şiirlerinde duygudan çok mantık hakimdir. Sanat ve anlayış bakımından realizme yaklaşmak istemişse de romantizimden tam manasıyla ayrılamamıştır. Şiirlerinde biçime, vezne, kelimelerin seçiminden doğan ahenge önem verdiğinden, şiirlerinde duygu, hayal ve lirik bir coşkunluk derinliği görülmez. Üslupta ve nazım tekniğinde titizlik davranmıştır.
Servet-i Fünûn’a kadar olan şiir devresinde Tanzimat ile başlayan geleneği devam ettirdiği görülen Ahmet Reşit Rey’in şiirleri; şekil bakımından klasik, içerik bakımından moderndir. Yalnızlık, hüzün duygusu, aşk ve çaresizlik, bu devrenin hâkim temalarıdır. Üslubunun istikrar kazandığı, olgunlaşmaya giden bu devrede, ruhu olan, hatta zaman zaman panteist öz taşıyan bir tabiat anlayışına yönelir. Servet-i Fünûn devresi, şairin sanatının olgunluk devresidir. Duyguları derinleşirken, şiirin biçim özellikleri de değişmeye başlar. Musiki ve resim, Ahmet Reşit Rey şiirinde kelime kadar önemli hâle gelir. Tabiat, artık bir sığınma mekânıdır ve canlıdır. Hayal âlemlerine kaçış, ölümün yalnızca bir hüzün havası hâline dönüşmesi, felsefî derinliği olmamakla birlikte, modern epiğe giden bir insan hayatı aktarımı, seyre dayanan tasvirler, bu devrede Ahmet Reşit Rey şiirinin genel karakteridir. Hayal hakikat çatışması, bilindiği gibi Servet-i Fünûn’un hem temel teması hem de trajedisidir. “Ân-ı Teellüm” bu anlamda önemli bir şiirdir. Şiirlerini kitaplaştırmamıştır.
AN – I TEELLÜM (1898)
( teellüm : elem duyma, kederlenme, tasalanma)
Başım elimde, nigâhım fezâ-yı hîçîde; (nigâh : bakış, bakma)
Temevvücât-ı tefekkür, müşevveş ü mübhem. (Temevvücât : Dalgalanmalar, titreşimler) (Müşevveş : Belirsiz, karışık, düzensiz) Mübhem : Aşikar olmayan, belirsiz, gizli)
Yuvarlanır serimden (Ser : kafa, baş)
Bir ufk-ı nâ-mütenâhîye kef-nisâr-ı şitâb (nâ-mütenâhîye : Sonsuz, sonu sınırı olmayan) (kef : köpük) ( nisâr : saçmak, dağıtmak) (şitâb : seyirtmek, koşmak, acele etmek)
Olur giderdi.
Geçerdi bir sürü eşbâh-ı pür-zılâl-ı elem (eşbâh : karartı, hayal, gölge) (zılâl : gölgeler)
Olup bu silsile-yî bî-karâra pîçîde; (pîçîde : karışmış, bükülmüş, kıvrılmış)
Kiminde reng-i hakîkat-nümâ-yı ye’s ü hicâb, (nümâ : gösteren, gözüken anlamında son ek) (ye’s : ümitsizlik) (hicâb : utanma, sıkılma)
Kiminde şu’le-i efsürde-i ümîd-i kühen (şu’le : alev, ateş alevi) (efsürde : donmuş, donuk, duygusuz) kühen : eski, demode olmuş, modası geçmiş, yıpranmış)
Bükâ ederdi. (bükâ : ağlama, gözyaşı dökme)
Emellerim, hevesâtım, o tatlı hülyâlar,
– Sabâh-ı ömrümü canlandıran bu sevdalar –
Geçerdi nazra-gehimden şikeste, pejmürde, (nazra : bakış) (geh : bazen, bazı, kimi zaman)
Mürde; (mürde : ölü kişi, ölü)
Geçerdi böyle bütün
Hayât-ı mâziyem âlûde-î gubâr ı nedem. (âlûde : karışmış, bulaşmış) (gubâr : toz, esrar) (nedem : pişman olma, pişman)
Kaçar da pîş-gehimden perîde-reng-i fütur (pîş-geh : huzur, ön) (perîde : uçmuş, solmuş) (fütur : zayıflık, gevşeklik, bezginlik, usanma, usanç, bıkma, keder, ümitsizlik)
İlel-ebed mestur (mestur : gizli, kapalı, örtülü)
Kalırdı dûd-ı türabı hizâb-ı dûrîde, (dûd : duman, tütün) (türab : toprak, toz) (hizâb: Birşeyi boyamak için hazırlanmış terkib, boya, kına, dalga, kısa boylu bodur kimse) dûrî : uzaklık)
Şûrîde, (şûrîde : tutkun, aşık, meftun, perişan, karışık)
Hüzün-nümâ, küskün,
Hayât-ı âtiyem âğışte-i zalâm-ı adem. (âtiye : isyan eden, kafa tutan, azgın, büküp büküp atan, gelecek, hediye, bağış)

Şairin psikanaliz ekseninde işlenebilecek “Vâlideme” şiiri, anne karnına geri dönüş isteğini yansıtması bakımından arketipçi çözümlemelere ihtiyaç duyan ve neslin bunalımlarını doğru yansıtan şiirlerdendir. Aşk şiirlerinde, karşılıksız aşkı ve ulaşılmaz sevgiliyi işleyen şair,dönemde de moda olan merhamet şiirlerindeyse sınıf farklarını ve ekonomik yoksunluk içerisinde bulunan kişileri konu edinir.
VALİDEME
Hani sen… saçlarımı okşayarak, Her gece germî-i bâlinde beni Yatırırdın, ısıtırdın., hani sen! Nazar-î şefkatine hande eden Oğlunun dîde-i hâbîdesini Bûselerle kapatırdın; ancak
O zaman kendin uyurdun da yine Gece kaç kerre, benimçün tekrar Hâb-ı âsûdeni terk eyleyerek, Ser-i bâlînime şeh-bâl-i melek Gibi bir zıll-ı sıyânet îsâr Etmeden vazgeçemezdin, anne!
Hani ben… en ufacık bir şeyle Ba’zan âzürde-i hüzn olsam eğer Nazar-i şefkatinin buseleri Bana bir neş’e ederdi kederi; Çeşm-i handânına eylerdi eser Bî-sebeb girye-i tıflaane bile.
Hani sen… sıhhatini, râhatini, Yavrunun neş’e-i ma’sûmu içün, Zevk alırdın edivermekte fedâ; Görmesen oğlunu bir gün meselâ Mütegayyir, müteheyyictin o gün; O gün örterdi keder safvetini.
Hani sen., âh unutmam bunu hîç! Bister-i merke uzandın, bî-tâb; İlticâ-gâhım olan göğsünden Çıkıverdi nefesin pür şiven, Dide-î müşfikin âlûd-ı sehâb, Rû-yı zerdinde saçın pîç-â-pîç,
Müteveccihti semâvâta yüzün; Bütün ebvâb-ı bülend-î rahmet Pîş-gâhında küşâdeydi, yine Bana ma’tûf olarak söndü gözün, Beni tevdîi düşündün birine Sen bu âlemden ederken rihlet
Bugün reşâşe-i seyl-âb-ı ömr-i mevc-â-mevc Atar cebîn-i taab-dîdeme kef-î tahkir. Arar o mevceler üstünde kollarım imdâd, Fezâda hiçe döner ettiğim derin feryâd; Yuvarlanır dururum muttasıl zelil ü hakir, Geçer, gider ta yanımdan zılâl-ı fevc-â-fevc: O gölgeler, o hayâlât-ı beste-çeşm ü dehen Ne bir nigâh-ı tarahhum, ne bir sedâ-yı elem Bırakmadan çekilir, dâimâ tereddüd eder Ve ben, o gulgule-î şeyle vakf-ı sem’-i keder Eder de serdî-yi haşyetle titrerim her dem… Niçin harâret-i bâiin uzak bugün benden Zavallı anneciğim!
“İhtiyar Satıcı” bu anlamda iyi bir örnektir. Bu şiirler, sosyal eleştiri taşımaz, yalnızca insanları durumdan haberdar eder. Cenap‘ın şiirini ören renk-ses ilişkisi, Ahmet Reşit’in kimi şiirlerinde de görülür.
“Gurûb Levhaları” isimli şiir, siyah renk ve siyahla ilişkilendirilen kelimelerle kurulur. Rey’in bilinen şiirleri, Mehmet Törenek tarafından yeni harflere aktarılarak kitaplaştırılmıştır.
Özellikle tenkit anlayışı noktasında, klasik tarza yaklaşan ve yeninin eskisi olarak adlandırılabilecek olan Ahmet Reşit Rey, Ali Ekrem’le birlikte Servet-i Fünûn‘dan ayrılarak Malûmat’a geçti. Ümmet, Kadın, Yarın şiirlerini neşrettiği diğer dergilerdir. Burada “Tenkid Tecrübeleri” başlığıyla sunduğu yazıları, eleştiri türüne bir mecra açması bakımından önemlidir.
Racine’den yaptığı tercümeleri “J.Racine Külliyatından” başlığıyla, Vergilius’tan yaptığı tercümeleri “Eneiede” adıyla 1934’de kurulan “Dün-Yarın Külliyatı”ndan basıldı.
Şairin Servet-i Fünûn sayfalarında kalan iki de hikâyesi mevcuttur. Biyografik izler taşıyan bu hikâyelerinde şair, evlilik, eş seçiminde hürriyet, aşkın yitimi, hüzün ve verem konularını işler. Ana kahramanın kadın olarak seçildiği hikâyeler, santimantal (Duygu yönü ağır basan, duygulu, hassas) duyarlığı yüksek, determinist (belirlenimci, belirlenircilik, gerekircik) bağı kuvvetli ürünlerdir.
Vezin, şiir, tenkit, realizm, edebiyat tarihi, üslûp gibi konularda kaleme aldığı makaleleri ise oldukça önemli olmakla birlikte, henüz bir araya getirilmemiştir. Yazdığı retorik kitabı Nazâriyat-ı Edebiye, dönemi içerisinde yeni edebiyatın kurallarının yerleşmesi adına önemli bir eserdir. Bu çalışmaları dışında tercümeleri, hatıraları ve siyasî yazıları ile Rey, Türk nesir alanında da varlığını ispatlamış bir isimdir.
14 Ağustos 1955’te İstanbul’da vefat eden Ahmet Reşit Rey’i vefatının 65. Yılında sevgi, saygı ve rahmetle anıyoruz.
-Ayşen Cumhur Özkaya-

E S E R L E R İ :
1912 :

1911 – 1922 :

İmparatorluğun Son Döneminde Gördüklerim Yaptıklarım 1890 – 1922 : “Mabeyin kâtibi rütbesinde başlayıp 32 yıl farklı mevkilerde görev üstlenen bir devlet adamının edebiyatla yoğrulmuş, sürgünlerle kesintiye uğramış hayatı… Ahmet Reşit Rey’in anıları, imparatorluğun son zamanlarına damgasını vurmuş kişilere ve olaylara yakından bir tanıklık. 31 Mart Vakası, Adana olayları, II. Abdülhamid’in tahttan indirilişi, Edebiyat-ı Cedide çevresi, Hürriyet ve I?tilaf Fırkası, Sultan V. Mehmed Reşad’ın tahta çıkarılışı, Balkan Harbi, Babıâli Baskını, Birinci Dünya Savaşı, Sultan V. Mehmed Vahdeddin dönemi ve Sèvres Antlaşması…Ahmet Reşit’in çalkantılarla geçen uzun siyasi ve edebi yaşamı boyunca gördüklerini, yaşadıklarını adeta bir ruhbilimci gibi çözümleyerek, olabildiğince tarafsız ve ayrıntılı olarak kaydettiği anıları, yakın tarihimizin gölgede kalmış birçok noktasına ışık tutuyor.”- İş Bankası – Kitap Tanıtım Bülteni-
1934 – 1935 : Racine Piyesleri (Külliyatı) (5 cilt)
193. : Eneid “Virgilius’dan çeviri”
1945 :

2000 : Şiirler (Atatürk Üniversitesi Yayınları)
N O T :
Fecr-i Ati : Şiirlerinde işledikleri başlıca temalar tabiat ve aşktır. Tabiat tasvirleri gerçekten uzak ve subjektiftir. Dil bakımından Servet-i Fünûn’un devamıdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla dolu, günlük dilden uzak ve kapalı bir şiir dili oluşturmuşlardır. Aruz veznini kullanarak serbest müstezat türünü daha da geliştirmişlerdir. Fecr-i Aticiler tiyatro ile yakından ilgilenmişlerdir. Şiirde özellikle Sembolizmin etkisi söz konusudur. Hikayede Maupassant, tiyatroda ise Henrich İbsen örnek alınır.
Servet-i Fünun : “Sanat için sanat” ilkesi benimsenmiştir. Sembolizm ile parnasizmin etkisinde kalınmıştır. Siyasal ortamın da etkisi ile toplumsal konular ele alınmamıştır. En çok işlenen konular: günlük yaşam, aşk, doğa görüntüleri, karamsarlık, düş kırıklıkları, ölüm. Şiirde musikiye önem verilmiştir. Hayata karamsar bakmaları ve derin bir melankoli içinde kıvranmaları şiirlerine yansımıştır. Aruz ölçüsü kullanılmıştır Dil son derece ağır ve süslüdür. Nazım nesre yaklaştırılmıştır. Konu birliğine bütün güzelliğine önem verilmiştir. Konu ile vezin arasında ahenk ilgisi aranmıştır.
Mabeyn : Sözlükte “iki şeyin arası” demek olan mâbeyn kelimesi harem’le selâmlığı birbirine bağlayan sofa, daire veya oda için kullanılırdı. Konaklarda da bulunan ve zülveçheyn denilen bu daire, selâmlıktaki uşakların ve yabancı erkeklerin haremdeki kadınlarla yüzleşmesini önlerdi. Sarayda ise padişahın resmî bürolarının bulunduğu, elçi, sadrazam ve diğer ziyaretçileri kabul ettiği, eğlendiği ve dinlenip yemek yediği daireyi nitelerdi. XIX. yüzyılda inşa edilen saray ve kasırlarda mâbeyin ve selâmlık ayırımı terkedilerek ikisi birleştirildi. Bu tabirin ne zamandan itibaren kullanıldığı hususu açık değildir. Mâbeynin bir mekân olarak mevcudiyeti 1675 yılına kadar indirilebilirken mâbeyinci teriminin kullanılışı nisbeten geç bir döneme, XVIII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenebilmektedir.
Mabeyn Başkitabeti : Padişahın sarayda kurduğu sistemin vazgeçilmez ayağını iyi işleyen bir haberleşme ağıyla Mâbeyin Başkitâbeti oluşturuyordu. Kitâbet padişahla ülke içindeki ve dışındaki birimlerin irtibatını sağlar ve sarayla resmî kurumlar arasındaki yazı işlerini idare ederdi. Mâbeynin en önemli dairesiydi. Genellikle Mekteb-i Mülkiyye’den derece ile mezun olanlar buraya alınırdı.
Tahmis : başkasının yazdığı bir gazelin her beytinin üstüne üçer mısra eklemek suretiyle yapılan bir nazım şeklidir. Buna beşleme (beşe çıkarma) de diyebiliriz. Başkasının gazeline böyle üçer mısra eklemek, eskiden gazeli yazana karşı bir saygı hareketi sayılırdı.
KAYNAKÇA :
Biyografi.info
Turkedebiyati.org
Kidega.com
M. Nihat Etiz : Cumhuriyet Dönemi Mülkiyeli Şairler (Antoloji)
Metin Yılmaz : Cankiripostasi.com
Hande Gözalan : Cemal Reşit Rey’in Yaratıcı Özelliği ve Keman Yapıtları
Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü : teis.yesevi.edu.tr
Afyon Kocatepe Üniversitesi : acikerisim.aku.edu.tr
Gene güzel bir araştırma yazısı. Oben Güney yazınızdan sonra bir bakayım dedim yaptıklarınıza, Ahmet Reşit Ret’i gördüm. Cemal Reşit Rey’in babasıymış. Ne ilginç hayatları varmış. Sayenizde zevkle okudum. Arkadaşlarıma da önereceğim. Teşekkürler.
BeğenBeğen