(1867 – 1915 )
24 Aralık 1867 yılında İstanbul’da orta halli bir ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Tevfik Fikret’in asıl adı Mehmet Tevfik’tir. İlkokulu Kadırga’da okudu. On iki yaşında iken annesi hac yolculuğu dönüşünde yaşamını kaybetti. Bu tarifsiz bir acı oldu Tevfik Fikret için. Anneannesi ve yengesi, Fikret ile kardeşinin bakımını üstlendi.
1876 yılında ilan edilen I.Meşrutiyet, 1878 yılında sona erdirildi, sıkıyönetim ilan edildi ve meclis kapatıldı. Adalet, cemiyet, cumhuriyet, inkılâp, ihtilal, Darwinizm, demokrat gibi onlarca sözcük sansüre uğradı ve yazılmasına yasak kondu. Böyle bir dönemde Tevfik Fikret’in babası Hüseyin Efendi uydurma bir gerekçe ile Saray’a şikâyet edildi ve sonrasında babanın on yedi yıl süren ve ölümüne kadar devam eden sürgün hayatı başladı. Tevfik Fikret için ikinci bir yıkımdı bu, çünkü annesinden sonra babası da yoktu artık.
Aksaray Valide Rüştiyesi’nde başladığı öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladı. Oldukça başarılı bir öğrenciydi. İlk şiirlerini annesini yitirdiği, babasının sürgüne gönderildiği yılların ertesinde yazmaya başladı. Dönemin önde gelen şairlerinden Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret’in edebiyat öğretmenleri olarak şiirini etkilediler ve yayımlanmaya başladılar. Fikret’in saltanat düzenine karşı, aydınlanmacı ve eşitlikçi toplum anlayışının filizleri bu lisede yeşerdi.
1888’de Hariciye İstişare Kalemine memur olarak girdi. Buradan ve Sadaret Mektubi Kalemi memurluğundan sıkılarak ayrıldı. Geçim sıkıntısı nedeniyle, son görev yerindeki memurluğuna bir yıl sonra yeniden başlamak zorunda kaldı. Ek iş olarak da Gedikpaşa Ticaret Mektebi’nde yazı ve Fransızca dersleri verdi. Ticaret Mektebi Âlisi, Darülfünun ve Robert Koleji (buradaki görevi ölümüne dek sürdü) şairin öğretmenlik mesleğini icra ettiği okullar arasında gelir.

1890’da Trabzon Valisi olan dayısı Mustafa Bey’in 15 yaşındaki kızı Nazime Hanım’la evlendi.
1891’de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birinciliği kazanınca, edebiyat çevrelerinin dikkatini üstüne çekti. 1892’de Galatasaray Sultanisi’nin ilk bölümüne Türkçe öğretmeni olarak atandı. 1894’te Hüseyin Kâzım Kadri ve Ali Ekrem Bolayır’la birlikte Malûmat dergisini çıkartmaya başladı.
1895 yılında Haluk adını verdiği bir oğlu oldu. Haluk, onun için çok değerliydi. Oğlunu gençliğin, yeni neslin sembolü olarak gördü. Onun hayalindeki gençlik, din ve dil dogmalarından kurtulmuş, kendi benliğine değer veren bir gençlikti. Yaşamak Aşkı, Haluk’un Sesi, Tecdid-i İzdivaç, Yine Haluk, Hayat ve Haluk’un Defteri –ki bu kitapta baştan sona Haluk için yazılmış şiirler vardır- adlı şiirlerinde de bu inancı işledi. ’Haluk’un Amentüsü’ şiirinin düşünsel arka planında da gençliğe duyulan bu güven vardı. Onda gelecek deneyimi, kaygıların çekimindeki girdaptı ve dağınıktı. Fakat bu dağınıklık içinde bir ümidi hep korudu Tevfik Fikret. Geleceğin kurtarılabileceği ümidi ve mutlak bir barışın ve bilimsel aklın hakim olduğu bir dünyanın kurulabileceği ümidini.

1895’te edebi hayatının şekillenmesinde büyük etkisi olan lise öğretmeni Recaizade Ekrem, Tevfik Fikret’i bir bilim dergisi olan Servet-i Fünun’un sahibi Ahmet İhsan ile tanıştırdı ve onları dergiyi bir edebiyat dergisi haline getirmeye ikna etti. Dergi, Tevfik Fikret yönetiminde çıkmaya başladığı iki yüz elli altıncı sayıdan itibaren bir edebiyat dergisi haline geldi. Yönettiği derginin etrafında yenilikçi bir grup aydın toplanmıştı ve dergi, bu sanat topluluğuna ismini verdi. Sanatta hem içerik hem biçimde atılım yapmayı ilke edinen, ağdalı dilleri ve karamsarlığı ile tanınan topluluğun hareketine ise Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) denildi. Bu ekolde Tevfik Fikret’in yanı sıra Halit Ziya, Cenap Şahabettin, İsmail Safa, Mehmet Rauf, Samipaşazade Sezai, Hüseyin Cahit, Ahmet Şuayip, Hüseyin Siret gibi adlar bulunuyordu. Kurulan bu topluluk, siyasal eylemlerden uzak görünüyordu.
Zamanla Tevfik Fikret’in şiirlerindeki toplumsal boyut arttı, ulusalcılık ön plana çıktı. Tevfik Fikret, öğretmenliği dışında kalan tüm zamanını dergiye veriyordu. O günlerde dostu İsmail Safa’nın evinde okuduğu Abdülhamit karşıtı bir şiiri, gözaltına alınmasına yol açtı. Evi arandı, söz konusu şiir bulunamayınca birkaç gün sonra serbest kaldı.
Çok geçmeden, Robert Kolej’de bir çaya eşiyle birlikte gitmesi bahane edilerek gözaltına alındı. Bu olaylar, Tevfik Fikret’te inziva düşüncesini derinleştirdi. Dostları Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Hüseyin Kazım, Dr. Esat da düşüncelerine katıldı. Birlikte Yeni Zelanda’ya gitmeyi, bu gerçekleşmeyince Hüseyin Kazım’ın Manisa’daki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler, ancak Fikret vazgeçince arkadaşları da vazgeçti. 1900 yılında ilgiyle karşılanan ilk kitabı “Rubab-ı Şikeste (Kırık Saz)”‘ı yayımlayan Tevfik Fikret, Ahmet İhsan ile dergi yönetiminde uyuşamadığı için ertesi yıl topluluktan ayrıldı. Artık sadece Robert Kolej’de öğretmenlikle meşguldü. Ricası üzerine Servet-i Fünun’un yönetimini Hüseyin Cahit üstlenmişti. Birkaç ay sonra Servet-i Fünun, Hüseyin Cahit’in Fransız İhtilali üzerine bir çevirisi yüzünden kapatıldı ve grup tamamen dağıldı.

Recaizade Mahmut Ekrem: ’Resimde renk ne ise, şiirde hayal odur. Hayalsiz şiir, renksiz resme benzer’ der. Tevfik Fikret, hayal ile yaşayan bir sanatçıdır. Gerçek hayattaki mutsuzluğu, onun sürekli hayal kurmasına neden olur. Hayal, onun şiirini besleyen ve hayata tahammülünü kolaylaştıran en önemli şeydir. Onun şiiri, adeta tabiata, hayatın acımasızlığına, istibdat yıllarına, insanları sömüren kitle inanç sistemlerine dair şeylerin kurgusu gibidir. Bu kurgunun nesnesi ise ‘hayal’dir. Şair, şiirlerinde bir yandan saltanat düzenine karşı sesini yükseltirken diğer yandan da her türlü haksızlığa, ikiyüzlülüğe, rüşvete, adam kayırmaya adeta isyan eden dizeleri kaleme almaktadır.
Tevfik Fikret’in saraya, saltanat düzenine, yağma ve talan anlayışına karşı olan öfkesi de günden güne artarak büyümektedir. Böylesi bir baskı döneminde bile kaleminden sadece onur damlar şair, ne paraya, ne makama tamah eder. ‘Sis’ şiirinde çığlık olur sesi, halka en üst perdeden seslenir artık. Şairin en görkemli şiirlerinden olan Tarih-i Kadim şiiri de bu dönemde kaleme alınır. İşte o dizelerden bir bölüm:
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
– her yeri kanla, gözyaşıyla dolu -
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!
Tevfik Fikret’in bu dizeleri için Atatürk yıllar sonra şöyle diyecektir: “Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim’i yok mu; işte O, dünyada yapılması gereken bütün inkılâplarınkaynağıdır.”
Tevfik Fikret, parnasizmin de etkisiyle şekil bakımından kusursuz eserler meydana getirirken çok titiz davranmıştır. Bu yönüyle Fransız edebiyatındaki parnasyenlere benzeyen şairin şiirleri bütün iç unsurlarıyla da Batılıdır. Tevfik Fikret, anlamın beyitte tamamlanmasını ortadan kaldırarak şiiri düz yazıya yaklaştırmış, sone nazım şeklini edebiyatımızda ilk defa kullanarak bu türe büyük rağbet kazandırmış ve Divan Edebiyatı nazım şekli olan müstezadı (bir gazelin her dizesine kısa bir dize ekleyerek oluşturulan şiir biçimi) değiştirerek serbest müstezadı oluşturmuştur. Kısacası Servet-i Fünun şiirinde yeni olan ne varsa büyük ölçüde Tevfik Fikret’in eseridir.
Sanatçının eserlerini içerik bakımından iki bölümde incelemek mümkündür. Tevfik Fikret, Servet-i Fünun edebiyatında bireysel konulara eğilip daha çok sanat için şiirlerini yazar. Sanatçının eserlerinde bu dönemde toplumsallık görülmez. Tevfik Fikret’in bu dönemine örnek olarak “Ömr-i Muhayyel” adlı şiiri gösterilebilir.
Bir ömr-i muhayyel…Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;
Bir ömr-i muhayyel…Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel
Bir ömr-i muhayyel!
Yalnız ikimiz, bir de o:Ma’bûde-i şi’rim;
Yalnız ikimiz, bir de onun zıll-ı cenâhı;
Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim.
Her sahn-ı hakîkatten uzak, herkese mechûl;
Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde,
Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde
Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul.
Savtındaki eş’ar-ı pür-âhenk ile mâlî,
Şİ’rimdeki elhan-ı muhabbetle nagam-saz,
Ah istiyorum,göklere âmâde-i pervâz
Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî…
Sanatçı 1901 sonrası şiirini toplumun hizmetine verir, özellikle de Meşrutiyet’ten sonra tamamen toplumsal şiirler yazar. Bu dönemdeki toplumsal içerikli şiirlerinde bile şeklin kusursuz olmasına dikkat eder.
Tevfik Fikret, devleti sömüren ve halkın üzerinden kendisine geçim kaynakları oluşturan insanları ağır bir şekilde eleştirir. Güçlü bir satirik şiir yazarı olan Tevfik Fikret, diğer sanatçılar gibi şiirini toplumsal amaç için kullanırken şiirin şekil özelliklerinden taviz vermez. Onun şiirleri içerik kadar biçim bakımından da güçlüdür
Büyük yankı bulan ‘Sis’ şiirinden dizeler:
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası… Evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Tevfik Fikret, o döneme kadar hep güzelliklerin sembolü olan İstanbul’u bir sisin içinde tasvir etmiş ve tüm kötülüklerin kaynağı olarak göstermiştir.
Şiirlerini, yayımladığı dergilere göre şiir dönemleri olarak değerlendirmek de mümkündür:
1891-92’de Mirsad dergisinde aşk, dinî duyguları işler. 1894-95’te Malumat dergisinde ise güzel sanatla şiiri yakınlaştırır. Fransız şiiri etkileri başlar. 1895-96 yıllarında Mekteb dergisinde şiirini dil ve anlatım yönünden geliştirdiğini görürüz. Sanata yönelme sürer. 1896-1901 yılları arasında yöneticiliğini, yazı işleri müdürlüğünü yaptığı Servet-i Fünun dergisinin görünümü bir sanat eseri gibidir. Harfleri, başlıkları, sayfa düzeni, resimleri Tevfik Fikret tarafından seçilir, denetlenir. Dergide soneler, terza rimalar (üçer mısralık bendlerle yazılmış nazım şekli), triyoleler (on mısralı bir nazım şekli, önce iki mısralı kısım, sonra dörder mısralı iki kısım gelir, birinci kısmın ilk mısrası birinci dörtlüğün sonunda, yine birinci kısmın ikinci mısrası ikinci dörtlüğün sonunda tekrarlanır) yayımlanır. Resim altı şiire örnekler verilir. Tevfik Fikret şiir, edebi sohbet, makale türlerindeki eserlerini her sayıda yayımlar. Kötümserlik, güzel sanatlar, düş-gerçek çatışması, doğa, aile, merhamet, vatan temalı şiirleri öne çıkar. Sonnet (sone) şiir tarzının Türk edebiyatındaki ilk örneklerini Tevfik Fikret verir.
Çok yönlü bir sanatçı olan Tevfik Fikret’in mimar ve ressam yanı daha az bilinir. Müzesinde resimleri sergilenmektedir. Şermin kitabıyla çocuklara unutulmaz şiirler armağan etmesi de elbette onu öncü bir şair kılar. Şermin, Türk Edebiyatı’nda ilk eğitsel çocuk kitabıdır. Yalın bir dil ve hece ölçüsü ile yazılmıştır. Onu bu kitabı yazmaya iten iki neden vardır: Birincisi, Tevfik Fikret’in kız kardeşinin çok genç yaşta ölen kızı olan yeğeni Şermin’e duyduğu büyük sevgi, ikincisi de önemli bir eğitimci olan Sâtı Bey’in Şişli’de açtığı Yuva adlı okuldur.

1901’de ise bizzat çizimini de üstlendiği Aşiyan’da yaptırdığı evine çekilir ve muhalif tavrını ölümüne değin sürdürür. İçinde bulunduğu siyasal, toplumsal ve ferdi yalnızlığı, kötülüğün ve zorbalığın ürettiği dile karşı onun kendi dilini örmesini sağlamıştır. Çünkü dönemin korkunç siyasî baskısı, şairlerin içe kapanmalarına neden olur. Tamamen içine yönelmiş ve orada inzivada olan Tevfik Fikret burada da kötü, adaletsiz, kaba, iz’an yoksunu, darmadağınık dış dünyayı gene görür. Ne var ki hayatı hiç görmemiş olmayı diler. “Acı bir levha şüphe yok ki hayat/ Görmemek en büyük tesellidir.” dizeleri Tevfik Fikret’e aittir. Dış dünyanın çiğliğinden, kabalığından, kalabalığından sanatı sayesinde kurtulabilmektedir. Onun yuvası/evi, yani aşiyanı, daima sanat ve şiir olmuştur. Yaşıyor olmasının verdiği mutsuzluğun bir nebze dahi olsa teselliye dönüşebilmesi yalnız bu yolla mümkündür.

İttihat ve Terakki’yi destekleyen Tevfik Fikret, 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ilan edilmesini coşkuyla karşıladı, “Rücu” ile “Doğan Güneşe” adlı şiirlerini bu sırada yazdı. Meşrutiyet’in ilanından on üç gün önce “Millet Şarkısı” adlı marşı yazmıştı.
Marştan dizeler:
“Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa,
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır;
Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa,
Sönmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır.
Devrimin habercisi olan bu marş elden ele dolaştı. Meşrutiyet’in ilanından sonra “Rücu (Geri Alış)” adlı şiirini yazıp İstanbul’a savurduğu lanetleri geri alarak Aşiyan’daki inzivasından çıkmayı başarmıştı. Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kazım ile Tanin adlı bir gazete çıkarmaya başladı. 1902’de yazdığı, elden ele dolaşan meşhur ‘Sis’ şiiri ile İstanbul’a duyduğu öfkeden kurtulmasını ifade eden “Rücu” şiiri Tanin’de yayınlandı. Tanin, İttihat ve Terakki’nin yayın organı haline getirilmek istenince gazeteden ayrıldı.
Şair, 1912’de, Trablusgarp Savaşı nedeniyle Meclisin feshedilmesine karşı öfkesini “Doksan beşe Doğru” adlı şiirinde ifade etti. Bu şiiri, Nüzhet Sabit’in çıkardığı “Vazife Dergisi”‘nde yayımlandı.
Şiirden dizeler:
Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler;
Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!
Kanun diye topraklara sürtündü cebinler;
Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi…
Bihude figanlar yine, bihude eninler.
Eyvah! otuz üç yıl o zehir giryeleriyle,
Hüsranları, buhranları, ehvali, melali,
Amal-ü devahisi ve sulh-ü seferiyle
Bir sel gibi akmış, mütevekkil, mütehali.
Yazsın bunu tarih-i iber hatt-ı zeriyle!
Ey bir dem-i rüya gibi geçmiş kara günler,
Bir lahza edin seyr-i cahiminizi tekrar,
Dönsün bize o derin nazra-i muğber.
Heyhat! otuz üç yıl, otuz üç yıl bütün ekdar
Heyhat! ne bir ders, ne bir fikr-i mukarrer
Yani II. Meşrutiyet sonrasında da Fikret’in muhalif aydın tavrı devam etti. Çünkü onun için kişilerin değil, düzenin ve anlayışın değişmesi önemliydi. Zira İttihatçı arkadaşlarını, daha başta bu konuda uyardı ve kendisine yapılan vekillik teklifini reddetti. Eleştirilerine, devrin yolsuzluklarını dile getiren “Han-ı Yağma” ve yanlış bir kararla I. Dünya Savaşı’na girilmesini yeren “Sancak Şerif Huzurunda” şiirleriyle devam etti.
“Daha evvel söyleyeyim ki, Fikret benim için bir şairden ziyade bir kahramandır,” Bu sözler Ahmed Hamdi Tanpınar’a aittir. Çünkü Tevfik Fikret, yaşamı boyunca haksızlıklar karşısında susmamış, sömürü ve yağma düzenine karşı ilkeli duruşunu hep korumuş, bunun da bedelini hep ödemiş bir aydındır.
Geçirdiği bir ameliyat sonrasında 19 Ağustos 1915’te hayatını kaybetti. Tevfik Fikret, kayınpederi Mustafa Efendi’ye Aşiyan’daki evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet etmiş olmasına rağmen Aşiyan’ın sonradan kimin eline geçeceği konusundaki şüphe ve endişeler nedeniyle Eyüp’teki aile mezarlığına gömüldü. Mezarı, 1945’te müze yapılan evine 24 Aralık 1961’de geçirildi.
ESERLERİ:
- Rübab-ı Şikeste(Kırık Saz) (1900)
- Tarih-i Kadim (1905)
- Haluk’un Defteri (1911)
- Rubabın Cevabı
- Şermin
- Hasta Çocuk
- Sis
- Millet Şarkısı
- Doksan Beş’e Doğru
- Han-ı Yağma
- Balıkçılar
- Haluk’un Çocukluğu
- Rübab-ı Cevab
Ceyda Sevgi Ünal
Kaynakça:
biyografya.com
edebiyatvesanatakademisi.com
leblebitozu.com
antoloji.com
Odatv.com
edebiyatogretmeni.org