-1-
Araçlardan inen silahlı adamlar mahalleyi abluka altına almışlardı. Onlar rap rap sesleriyle sağa sola koşuşturarak yerlerini almaya çalışırken, neler olup bittiğini anlamaya çalışan çocuklar camların postal seslerinden dolayı zangırdamasına hıçkırıklarını eklemişlerdi. Onları sakinleştirmeye çalışan anne ve babalar bu konuda deneyimli olduklarını gizlemiyorlardı ama korkuya yapabilecek bir şey olmadığını biliyorlardı. Çaresizdiler. Tek istekleri kapılarının kırılırcasına çalınmamasıydı. Sanki yavaş çalınınca açılmayacakmış gibi. Daha önceki baskına gelenlerin hoyratlığından dolayı çocuklar altlarına kaçırmaya başlamıştı. C. ve D. annenin tüm çabasına rağmen uzun süren bu durumdan kurtulmakta zorlanmıştı. C. iki, D. dört yaşındaydı. Derme çatma evlerinde sevgi dolu sıcacık sarılmalarla büyüyorlardı. Her ikisi de kendileri gibi olanlarla oynamaktan zevk alıyordu. Sokakta oynarken yanlarına gelip onlara dokunan X. ve W. yu ayrı seviyorlardı. Alfabenin bu iki harfi zaman zaman çocukların bozulan oyuncaklarını tamir ederek sevgi bağlarını güçlendiriyorlardı. Bazen de ip haline dönüşen S. nin üzerinden diğerlerini atlarken görünce onlar da dayanamayıp hemen sıraya giriyor kısa süre de olsa çocuklarla “ip atlamaca” oynuyorlardı. Kendilerinden büyük abilerin oyunlarına katılıyor olmasına diğer harfler de çok seviniyordu.
-2-
X. ve W. çok iyi iki arkadaştılar. Sık sık bir araya gelip ayaklarını kaybetmiş olan arkadaşları Q. yu ziyarete gider ve onunla uzun sohbetlerde bulunurlardı. Her ikisi de liseyi bitirmiş üniversiteye hazırlanmaktaydı. Bazen de diğer harflerin buluştuğu kafeye gider onların oyunlarını izler ya da hep birlikte oyun kurarlardı. C. en sempatik arkadaşlarıydı. Bolca espri yapar en çok ta Z. yi kızdırmaktan hoşlanırdı. “Hep uyuyorsun” derdi Z. ye gerekli hamleyi yapmakta geciktiğinde. Z. çoğunlukla şakalara tahammül eder ama bazen de patlardı. İşte öyle zamanlarda X. aralarına girer onları sakinleştirirdi. Çok mantıklı biriydi X. İlkokuldan bu yana çok sevdiği babasını görememekteydi. Bir gece evlerine gelen tuhaf görünümlü adamlar babasını götürmüş ve bir daha geri getirmemişlerdi. Bundan dolayı hayata öfkeleniyordu zaman zaman. Rüyalarında çok sevdiği babasıyla saklambaç oynardı kaybolmadan önce olduğu gibi. Ama bu oyunda farklı bir şeyler vardı. “Elma” diyordu babası çıkmıyordu. O zaman sarılmak için annesine koşuyordu. Elini uzatıyordu ama bir boşluğa düşer gibi oluyordu. Gözlerini ovuşturup tekrar baktığında annesinin kucağında birisini sakladığını hissediyordu. Onu almak istiyordu o sevdiği kucaktan. Yeniden bir hamle yaptığında babasının yüzünü görür gibi oluyordu. Kucakta gizlenmiş olan kişi elleriyle onu çağırıyordu sanki. Sesi çıkmıyordu nedense babasının. Kimse duymasın, kimseler bilmesin mi istiyordu? Anne onu saklamıştı. “Gel sen de saklan” der gibiydi babası ona. Ana kucağı bizi korur mu demek istiyordu çözemedi bunu X. Bir adım daha atsa babasının elini tutacakmış gibi oluyordu. O uzanan el onu hep sevgiyle saran o el. Adımını attı ama kendisini bir kuyudan aşağı bakarken buldu. Sanki aşağıdan bir ses geliyordu. Birisi ona sesleniyordu. Az önce duyduğu sesin benzeriydi. “Baba, çık artık oradan. Oyundan sıkıldım.” diye sesleniyordu kuyunun derinliklerine.
Bir elin sırtına dokunduğunu hissedip döndüğünde annesinin gülümseyen yüzüyle karşılaştı. Uyandığında sırılsıklam terlemiş durumdaydı. Annesi sevecen ama endişeli biçimde onu sarsmaktaydı. Yaşadıklarının rüya olduğunu algıladığında öfkeleniyor ardından bir iki gün hasta yatıyordu. Ancak öğretmen olan teyzesinin verdiği öykü kitapları sayesinde öfkesini kontrol etmeyi başarmıştı. Annesi çalışıyordu ama aldığı para ancak karınlarını doyurmaya yetiyordu. Giysilerini uzun süre kullanmak zorunda kalıyordu. Defterlerini birkaç yıl idare edecek şekilde özenle kullanıyordu. Yeni bir defter almak giderleri artırmak demekti. Lisenin ilk yılında bir iş bulması gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Annesi bu durumu gördükçe oğlunun olgun davranışına hem üzülüyor hem de seviniyordu. Her seferinde ona sarılıyor ve “Baban gibi kokuyorsun” diyerek uzun süre onu bırakmıyordu. X. derslerinde sınıf ortalamasını yakalamıştı. Bazı öğretmenleri onu çok seviyor bazıları ise ismini değiştirmediği için ona çok kızıyor ve sık sık azarlıyorlardı. Ortaokuldayken bile arkadaşlarının bir bölümü ondan uzak durmaya çalışıyordu. “Kendin gibi bir harf bul!” diyerek onu aralarına almıyorlardı. En çok da kendisinden çok farklı olmadıklarına inandığı Ç. ile Ğ. nin tepeden bakmalarına sinir oluyordu. Bu davranışlara ilk zamanlar çok içerliyordu ama kendisi gibi zor durumda olan W. ve Q. ile tanışınca yalnız olmadığını anlamıştı. Bir de onlarla arkadaşlıklarını kesmeyen diğer harfler de eklenince kendisini toparlayıp yeniden eski neşeli ve olgun haline dönmüştü. Üç kafadar en çok İngilizce dersini ve öğretmenini seviyordu. Sınıfın çoğunun kabul etmediği isimlerinin derste söyleniyor olması onları çok mutlu ediyordu. Bazı arkadaşları X., W. ve Q. yu söylemekte zorlanınca kıs kıs gülüyor hele kimileri bu harfleri doğru telaffuz edemeyince kahkaha atmamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Öte yandan öğretmenini hiç sevmedikleri halde matematik dersinde de sürekli söz almaya çalışıyorlardı. Öğretmen, parmaklarını görmezden gelse de diğerleri pek az derse katıldığı için ister istemez üçünden birine söz veriyordu. Çoğu öğrenci bu dersi anlamakta zorlanıyordu. Hele bazıları hiç anlamıyordu. Üçlünün başarılı olmasını istemiyordu sanki matematik öğretmeni. Bir keresinde W. kendisine yöneltilen soruyu yanıtlamakta geciktiği için çok fena dayak yemiş X. ve Q. ayağa kalkarak bu durumu protesto etmişti. Öğretmen her üçünü sınıftan dışarı atmıştı. Hiçbir fırsatı kaçırmıyordu asık suratlı, kaşları kalın, uzun burunlu öğretmen. Okul müdürü her üçünü de odaya çağırmış ve babalarının okula gelmesi gerektiğini söylemişti. X. gözyaşlarını gizleyemeyince W. müdüre X. in babasının durumunu açıklamak zorunda kalmıştı. Müdür “Bir başka kadınla birliktedir o.” diyerek dalga geçmişti çocukların yüreklerinde açık olan yaraya tuz basarak. X. yüksek sesle ağlamaya başlamıştı. Müdür önce bağırıp çağırarak onu susturmaya çalışmış ama başarılı olamayınca yan odadaki rehber öğretmeni çağırtmıştı. Rehber öğretmen üçünü de odasına götürüp onlarla sohbet etmiş çocukların sakinleşmesini sağlamıştı. Oysa matematik öğretmeni de farklı harflerin birleşmesiyle dünyaya gelmiş ama bunu kabul etmeden yaşamıştı. Mahkeme aracılığıyla gerçek adından kurtulmuş, kendisini herkes gibi olduğuna inandırmıştı. Gizlemekte zorlandığı birçok özelliği vardı. Yine de bazı davranışları kendisini ele veriyordu.
-3-
Q. ortaokulu bitirdikleri yaz babası ve amcası ile telin öteki tarafında bulunan şehre kaçağa gitmişti. Aynı zamanda orada olma nedenini anlamakta zorlandığı telin diğer tarafındaki kuzenlerini de görecekti. Onlarla telin ardından görüşüyorlardı. Bakışları buluşuyordu ama sesleri üzerlerinden geçen renkleri birbirine benzemeyen savaş jetlerinin gürültüsü nedeniyle karşı tarafa ulaşmıyordu. Telin ayırdığı topraklara geçince hem birbirlerini duyacak hem de sıcaklıklarını hissedeceklerdi. Babası ve amcası satacak bir şeyler almak için çarşıya giderken Q. yu halasına bırakmışlardı. Kuzenleriyle oynamak ve hasret gidermek iyi gelmişti ona. Halanın yaptığı katıktan yemiş ve ayranından içmişti. Hatta ayranın dudaklarının etrafında bıraktığı iz nedeniyle birbirlerine çok gülmüşlerdi. Babası ve amcası onu almaya geldiğinde çok üzülmüştü. Ama yapacak bir şey yoktu. Hayatlarına anlamsız yasalar hakimdi ve onlar da buna boyun eğmek zorundaydılar. Ayranlarını içtiler ve sanki bir daha görüşemeyeceklermiş gibi vedalaşıp kendi taraflarına dönmek üzere yola koyuldular. Neşe içindeydiler. Amcası bir anlık dalgınlık sonucunda mayına bastığında Q. onlara hissettiklerini heyecanla anlatmanın sevincini yaşıyordu. Her ikisi de havaya uçmuş ve Q. yere düştüğünde ayaklarını bulamamıştı. Amca ise paramparça olmuştu. O zamandan bugüne Q. tekerlekli sandalyeye mahkum yaşıyordu. Liseye gitmemek için çok direnmişti. Zaten adı ve kültürüyle dalga geçiliyordu, şimdi de yarım vücudu için yapılacak hakaretlere katlanamazdı. Bu nedenle öğrenim hayatını devam ettirememişti. Kitaplara sarılmış ve kendisini başka yönde geliştirmişti. Eve gelip giden diğer amcaları ile birçok konuyu tartışacak duruma gelmişti zamanla. Büyüdükçe ve farklı harflerle tanıştıkça onların söylediklerinin çoğuna karşı çıkmaya başlamıştı. Dünya değişiyor yeni harfler, harflerin birleşiminden oluşan anlam yüklü yeni sözcükler evlerin içini dolduruyordu artık. Şimdi her şeyden haberi oluyordu insanların. Dünya küçülmüş evlerine sığmıştı. Q. bu değişime kendini kaptırmış başka dilde hayatı da öğrenmeye başlamıştı. Sandalyeye olan mahkumiyetini harflerin bir araya gelerek oluşturduğu cümlelerle özgürleştiriyordu. Öyküler yazmaya başlamıştı. Hayal dünyasını bilgisayar ekranındaki sayfalara döküyordu. Farklı olmalıydı. Karşısına gelen beyaz sayfayı farklı renge çeviriyor sonra başka yazı karakteri kullanarak döşüyordu harfleri. X. ve W. onun bu özelliğini benimsemişlerdi. Çok bilgili biri olmuştu onlara göre. Her konuyla ilgili düşüncesi vardı neredeyse. Bazen o kadar bilgi sahibi olamadıklarına kızıyorlardı. Bu hayatta güçlü olmaları gerektiğini biliyorlardı. Farklılıklarından dolayı ötelenmek canlarına tak etmişti. Bu nedenle okuyup iyi işler yapan kişiler olmalıydılar. Zaman zaman Q. yu alıp sokağa çıkıyorlardı.
Bir keresinde tanıştıklarından beri altında oturdukları çınar ağacının gölgesine gitmiş ve düşlerini paylaşmak için yemyeşil otların üzerine uzanmışlardı. Q. yu da tekerlekli sandalyesinden indirip kokuların içerisine bırakmışlardı. Her zaman buluştukları yere doğru giderken son zamanlarda sokağın köşesine kurulmuş karakolun önünden geçmek zorunda kalıyorlardı. W. ve X. çok defa türlü türlü bahanelerle karakola çağrılmıştı. Bu nedenle oradan geçerken kaygılanmayı bırakmışlardı. En azından Q. kadar kaygılanmıyorlardı diyelim. İşte bu buluşmalarında Q. onlara “Aşık olmak istiyorum.” demişti. Bu sözler ikisinin de yüreğine zıpkın gibi saplanmıştı. “Yarım bir adamı kim kabul eder?” düşüncesi hızla geçmişti akıllarından. Q. “Yarım olabilirim ama yüreğim tam.” diyerek onların ne düşündüklerini anladığını belirtmişti. “Sevmek için ayaklarının değil yüreğinin olması gerekir.” diyerek onları azarlamıştı. W. ve X. sessizliklerini korumayı daha doğru buluyordu bu gibi zamanlarda. Yine öyle yapmışlardı. İlk toparlanan X. olmuştu. “Nasıl birini bulalım sana?” demişti doğru sözcüğü bulmakta zorlanırcasına. Hemen hemen tüm tanıdıkları diğer harflerin daha çok kullanıldığı büyük şehirlere gitmek zorunda kalmıştı. “Sizin bulmanıza gerek yok. Onu ben bulacağım.” diyerek susturmuştu X. i. Evlerine dönerken her zaman olduğu gibi neşeli görünüyorlardı ama bu kez neşeleri dışarıya farklı çıkıyordu gözlerinden. Sert bakışların önünden geçip Q. yu evine bırakmışlardı. W. ve X. düşüncelerin yükü nedeniyle boyunları bükük adımlarını atmaktaydı. Her zaman ağızlarından hızla dökülen cümleler içlerinde kalmaya karar vermişçesine başlarını bile çıkartmıyordu şimdi. İkisi de aynı şeyleri düşünüyordu aslında ama birbirlerine nasıl söyleyeceklerini bilmiyorlardı. Yol ayrımına geldiklerinde bir daha buluşmayacaklarmışçasına vedalaştılar. Hep öyle yaparlardı aslında. Bu defa biraz daha uzun sarılmışlardı. Ya da X. e öyle gelmişti.
-4-
Rap rap sesleri yerini yüksek sesle emirler veren adamın haykırışlarına bırakmıştı. Evler tek tek aranacaktı. Aradıkları kişi buralarda olmalıydı. Evlerin kapıları kırılırcasına açtırılıyordu. Çocuklar birbirlerine ya da annelerine sarılarak fal taşı gibi açılmış gözleriyle evlerinin içinde gezinen tuhaf giysili adamları izlemeye çalışıyordu. Her şeyi altüst ediyorlardı. Kendi dünyaları da darmadağın oluyordu elbette. Kırılan her oyuncağın çıkardığı acı dolu sesler seslerine karışıyordu. Adamlar çekip giderken evin yetişkin erkeğini de götürüyorlardı yanlarında. Günlerce geri gelmeyen belki de hiç gelmeyecek olan erkekleri. Aynı zamanda çocuklardaki sevgiyi de alıp götürdüklerinin farkında olmuyorlardı ya da yüreklerden kopanları umursamıyorlardı. Nefretin bu kadar kolay ekileceğini düşünmek istemiyorlardı bile. Oysa evlerin başköşesini süsleyen ekranlardan hep sevgi seline kapılmış görüntüler akıyordu odaların içine, yüreklere de tabii. Ama bu yaşadıkları neydi? W. ve X. baskın sonrası buluşmalarında “Yaşadıkları korku dolu anların başka evlerin içine akıp akmadığını ?” birbirlerine soruyordu. Q.’ yu aralarından alıp götürmüştü bıyıkları sarkık, eli silahlı adamlar. Yarım olduğuna bakmadan, içindeki sevginin kabarıklığına aldırmadan birkaç adamla birlikte araçlarının arkasına atmışlardı.
-5-
W. ailesini buradan gitmek için ikna etmişti. X. bunu duyduğunda gözleri dolmuş ama yüreğinden geçenleri doğup büyüdüğü sevdiği, sevildiği topraklara gömmüştü. W. ya baktı. Gözlerindeki yaşı gizleyememişti. Sarıldılar. “Siz de gelin bizimle. Bize rahat nefes aldırmayacaklar. Doğru dürüst şarkılarımızı bile söyleyemiyor, ağıtlarımızı yakamıyoruz artık görmüyor musun?” demişti W. sesinin duyulmasını istemezcesine. Dostunu çok üzdüğünü biliyordu. Bu topraklar onlara hayat vermişti. Şimdi o hayatı terk etmeye hazırlanıyordu. “Olmaz,” dedi X. “burada kalacağız. Eğer kazanırsam üniversiteyi bitirip yine buraya döneceğim. Bana hayat veren topraklara olan borcumu ödeyeceğim. Baksana toprağın her zerresinde bizim sözlerimiz, ayak izlerimiz, sevgiyle büyütülmüş çınarlarımız var. Türkülerimizin, ninnilerimizin tınıları var. Söylenmemiş sözlerin yaşanmamış, yarım bırakılmış aşkların ruhları var. Onları bırakırsam sevgisizlikten ölürler. Ben yaşatmayı seviyorum. Öldürmeyi değil. Mutlaka başaracağım. Burada kalacağız. Seninle birlikte yürüdüğümüz, Q. ile birlikte gözyaşı döktüğümüz, gözyaşlarımızla suladığımız o çınar ağacına ne derim ben? Olmaz. Q. geri gelecek ve ben onunla o çınarın altında daha çok türkü söyleyeceğim. Çimenlerin kokusunu ta kadim yıllardan çıkıp gelen kokuyu içimize çekeceğiz yine. Sen git. Kararını vermişsin. Yüreğinin olmasa da beyninin yüzü buraya bakmayacak artık. Sen git. Biz birlikte büyüdüğümüz, oynadığımız sokakları gezerken seni de düşünecek ve anacağız. Yolun açık olsun W.” X. bunları söyleyebildiğine şaşırmıştı. Ama içinde saklasaydı, toprağa düşürseydi olmazdı. Toprak üzülürdü. Hayattan elini ayağını çekerdi. İyi ki söylemişti. Hiçbir kızgınlık duymuyordu W. ya. Çok çekmişlerdi. İki abisinin nerede olduğunu kimse bilmiyordu hala. Direngen aileden erkek olarak bir tek kendisi kalmıştı. Annesini ve kız kardeşlerini alıp daha öncekiler gibi kendilerine yeni hayatlar sunacak olan topraklara gidecekti. Başka çare kalmamıştı. Sıra kendisine geliyordu. Farkındaydı.
-6-
Mert’in gönderdiği mesajlardan yine kendileri gibi olanların bulunduğu bir mahalleye yerleştiklerini anlıyordu X. “Mert” yani “W.” X. ve Q. nun arkadaşı. W. ismini değiştirmişti. Terk etmek zorunda kaldığı topraklardaki sıkıntılı yaşamı sürdürmek istemiyordu. Yeni bir sayfa açmışlardı nede olsa. Mert’in etrafı yaşamlarını doğup büyüdüğü topraklardaki gibi sürdürmeye çalışan akrabalarla doluydu. X. o şehirde bir üniversiteyi kazansaydı yine birlikte olacaklardı ama öyle olmadı. Farklı bir şehirde başlamıştı okula sevgili arkadaşı. Mert ise okula başlayamamıştı. Çalışması gerekiyordu. Bu şehirde hayat farklı akıyordu. Evin tek erkeğiydi. İki kız kardeşi henüz küçüktü. Annesi temizlik şirketinde işe girmişti. Kaldırımlar diğer hemşerileri gibi yoldaşı, dert ortağı olmaya başlamıştı. O ise inşaatlarda, soğuk demirleri bükerek para kazanmaya çalışıyordu. Oysa hedefi hayatı kendine doğru bükmek ve güzel yaşamaktı. İşinden evine dönerken sürekli yolu uzatıyordu. Sokak aralarını çok seviyordu. Sokaklarda oynayan çocuklar ona doğup büyüdüğü mahallesini hatırlatıyordu. Kalabalık içerisinde yürümek ona çok iyi geliyordu. İşte o zaman düşünceleri ile buluşuyordu. İnsanların arasında yalnızlığına kavuşuyor, hayallerini canlandırıyordu. Yürüdüğü sokaklardan birinde hep bir kızla karşılaşıyordu. Aynı saatlerde birbirlerinin yanından geçip gidiyorlardı. “Kalabalık içerisinde kaybolmayı sevenlerdendir.” diye geçiriyordu aklından, Mert. Genç kadın da bir zaman sonra onun farkına varmıştı. Önce sadece gözlerini karşılaştırmışlardı. Ertesi gün birbirlerine çekinmeden bakmış, sonra bakışlarını da yanlarına katarak düşünceleri buluşturmuşlardı. Seslerini “merhaba” diyerek çoğaltmak için üçüncü günü beklemişlerdi. Sonunda adımlarını denkleştirmişlerdi. Farklı sokakları keşfedercesine birlikte yürümeye başladılar. G. ile tanışmaları böyle olmuştu. Yan yana yürüdükleri sokaklara, karşılıklı oturup çay içtikleri ve bolca sohbet ettikleri masa da eklenmişti. Daha doğrusu G. nin sürekli konuştuğu Mert’in daha çok dinlediği sohbetlere dönmüştü her şey. Hep aynı masada oturmalıydılar.
G. yani Güneş üniversitede ikinci sınıfı bitirmek üzereydi. Arkadaş gruplarına katılmaktan sakınıyordu. “Ayrımcılığa Karşı” çalışmalar yürüten bir öğrenci derneğine istemeden de olsa üye olmuş toplantılarda sadece dinleyici olarak kalmayı tercih etmişti. Anlatılanları duydukça öfkeleniyor, sıra yapılması gereken konulara gelince heyecanlanıyor ama yine de uzak duruyordu. Sessizliği içinde biriktirmişti bunca yıl. Evle okul arasına dizili sokakların kıvrımlarında ilerlerken onları beyninin konuşma kanallarında özdeşleştirmeye çalışıyordu sürekli. Sokak aralarında yürürken sesini içine haykırıyordu. Her sözcük, her cümle onu hayatın sesleri içine sokuyordu ama bunlara kendisini katmaya gücü yetmiyordu. Arkadaşları sessizliğine alışmışlardı. Gülerken içine gülüyor, içindeki kendisiyle buluşup kahkaha atıyordu. En sevdiği arkadaşı bile onun hakkında çok az şey biliyordu. Ara sıra okula gelen güvenlik güçlerini görünce toprağın derinliklerine inmek ve orada kaybolmak istiyor ama başaramıyordu bir türlü. Onlar gidene kadar içinde kopan fırtınalar onun hareketlerini kısıtlıyor ne yapması gerektiği ile ilgili karar vermekte zorlanıyordu. Haki renge bürünmüş yüzleri maskeli, elleri silahlı insanlar ona ninesinin yatay yazılan harflerle anlattıklarını anımsatıyordu. Masallar yüksek sesle çalınan kapıları, sürüklenerek götürülen amca ve teyzeleri anlatıyordu. Mert ile her buluşmasında sözcükleri hiç susmamacasına döküyordu. Katıldığı gruplarda yaşadığı suskun geçen zamanların öcünü alırcasına konuşuyor, içinde biriktirmiş olduğu cümleleri sırasına aldırmadan fırlatıp duruyordu. Her buluşmalarında konuşulan konuya ilişkin düşüncelerini söylemekten çekinmiyor, kaybettiği yılları dev adımlarla kat etmek istiyordu. Arada bir susup Mert’in de kendisini anlatması için sorular soruyordu. Duyduğu her öyküden sonra gözleri doluyor, bağırırcasına ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.
Güneş, yaklaşan doğum günü için çekinerek Mert’i de davet etmişti. Genç adam partiye elinde bir kitapla gelmişti. Kapıda onu kızın annesi karşılamıştı. Kadın, kızının sessizliğini bozan delikanlıyı çok merak etmiş ve onu da davet etmesi için zor ikna etmişti. Diğer arkadaşları çoktan gelmişlerdi. Güneş’in söz ettiği delikanlıyı onlar da merak ediyordu. Genç kızın annesi ile yaptığı konuşmaları hiç anlamıyordu Mert. Şaşkın şaşkın bakıyordu onlara. Cümleler ne kendi harflerinden ne de okulun ilk yıllarında vücudundaki morartılar, beyazlıklar ve kızarıklar eşliğinde öğrendiği harflerden oluşuyordu. Yanında oturan delikanlılardan biri onun şaşkın bakışlarından ne düşündüğünü anlamıştı. Farklı bir coğrafyanın insanlarıydılar. Onlar da W. ve ailesi gibi buralara göçmek zorunda kalmışlardı.
İlk buluşmalarında Güneş’e gerçek adını sormaya karar vermişti. O da adını değiştirmiş miydi acaba? Yanılmamıştı. Gerçek adı Ş. yani “Şemse” idi. “Güneş” demekti. Annesi her okula gidişinde gerçek inançlarını kimseye söylememesini öğütlermiş. Mert gerçek adının W. olduğunu itiraf edince her ikisi ellerini buluşturup destek vermişlerdi yüreklerine. Ne çok benzerlikleri varmış meğer. Başka dilde sevgiyi yaşamaya hazırlanıyorlardı şimdi. Anlaşmışçasına denizin maviliklerine çevirdiler gözlerini. Ertesi gün güneşin doğuşunu izlemeye karar verdiler. Bu buluşma onlar için yeni bir başlangıç olacaktı. Eski benliklerine yeniden dönecek, inşa etmek istedikleri hayatın peşinde koşacaklardı. W. ve Ş. alfabedeki yerlerini yeniden almalı ve birbirlerine sıkı sıkı sarılmalıydılar.
-7-
X. “W” ile biten mesajı görünce çok sevinmişti. Arkadaşının gerçek kimliğini gizlememe kararı onu mutlu etmişti. W. nun Ş. ile ilgili anlattıklarını okudukça heyecanlanıyor ve biraz da öfkeleniyordu. Aslında ne kadar çok benzediklerini düşünmeye başladı. Son sınıf öğrencisi X. üniversiteyi bitirip döneceğine dair söz verdiği topraklarda alacaktı soluğu. Onun yeri orasıydı. Kendisine doğru açılmış kucakları düşündükçe heyecanı tavan yapıyordu. Sık sık geride bıraktığı yılları düşünüyordu. Zor zamanlar yaşamıştı. Gerek ekonomik gerekse de düşünce alanında baskıları göğüslemek zorunda kalmıştı. Hukukun yanı sıra felsefe de okumuştu. Yaşamı daha yakından tanımak istiyordu. Atacağı adımlara yön vermek için buna ihtiyacı olacağını biliyordu. Çok basitmiş gibi görünen hayatın içinde sakladığı gizleri açığa çıkarmak çok işine yarayacaktı. Politikaya atılmayı düşünmüyordu. Çok sığ bir alan gibi geliyordu. Daha yararlı işler yapmalıydı. Dokunacağı her taşın altında yatan yaşamın sırlarını açığa çıkartmak istiyordu. Bir arkeolog gibi. O politikacılara ışık tutmalıydı. Işık doğru yolu gösterecekti. Onlar da bu sayede doğru yolda ilerleyeceklerdi. En azından o öyle umuyordu. Q. dan hiç haber alamamışlardı. O da kaldırımlardaki yerini almıştı ne yazık. W. yeniden buluşmuştu kendisiyle. Bu onu kısmen mutlu etmişti. Tam mutluluğu yakalayabilir mi insan bilinmez ama önünde uzun ve zorlu bir yol olduğunun ayırdındaydı.
Hamit Ergüven