NEYYA Nükhet Eren Yaratıcı Yazarlık Atölyesi‘nin gerçekleştirdiği, Mahmut Yesari’den sonra Türk Edebiyatına yönelik ikinci geniş kapsamlı çalışma, çok değerli edebiyatçıların ilk eserlerinin yayınlandığı bir dergi olan “YELKEN 60 Kuşağı Dergisi” (1957-1964) dönemi şair ve yazarları üzerine olmuştu. Bu dosya atölyemiz tarafından 2015 yılından itibaren çıkartılan “PAPİRÜS” dergisinin 17. Sayısında yer almış olup, incelenen yazarlardan biri de “OBEN GÜNEY”di. “Tiyatroda İnsanı Arayan Yelken Şairi Oben Güney” başlığı altında andığımız Oben Güney’i, vefatının 27. Yılında sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.

OBEN GÜNEY
(7 Aralık 1937, Yozgat – 28 Ağustos 1993, İstanbul)
“Tiyatro yönetmeni, çevirmen, kuramcı, yazar ve hatta bir vakitlerin en umut veren şairi”
“Oben Güney Türkiye’nin büyük değerlerinden biridir.” -Tuncer Cücenoğlu-
“Oben Güney, incelendiğinde görülecektir ki; sanat ve tiyatro konusunda çok önemli çalışmalar yapmış çok önemli bir sanat insanıdır. O, adına yarışmalar düzenlenmesi, araştırma birimlerinin kurulması, adının salon ve sahnelere verilmesi, vakıflar kurulması gereken bir kültür ve sanat zenginliğimizdir.” -Tevfik Yalçın-

Yıl 1943. Yer İstanbul, Şişli Perihan Sok. Sağlık Apt. 5. Katı. II. Dünya Savaşı nedeniyle elektrikler kesik, kara perdeli bir salonda göğü tarayan projektörler altında “ilk kez şiiri duyan” ve orkestralar kurup bunu ezgiye döken 6 yaşında bir çocuk Oben Güney.
Sonrasında Süvari Birliği Komutanı babasıyla 1944-1947 yılları arasında Doğubeyazıt, Sürbahan köyünde geçen çocukluk yılları. Yaşamını ve sanatını anlattığı yazılarında sıkça andığı en iyi dostu atı Kunduz ve doğa. 1951’den tekrar İstanbul’a dönüş, Anadolu Kavağında geçen çocukluk. Galatasaray’da (Yetiştirici bölümü-Ortaköy) “yatılı” öğrencilik. Cep harçlığı olarak 100 kuruş alır, bunun 6 kuruşu “paso” parasıdır. Garip bir gönül bağı olduğunu söylediği İnşirah vapuruyla Cumartesileri eve gelir, Pazar akşamları okula döner. Okulda yalnız, evde tedirgindir. Kusur aranır, bulunamazsa eski defterlere dönülür, bir yanlışın ceremesi 4-5 kere çekilir. O yüzden akşam 3,5 vapuru özellikle İnşirah vapuruna bir dost gibi sığınır, rüzgarlı, hafif yağmurlu havalarda ön tarafa çıkar, o anda bestelediği şarkıları söyler yüksek sesle. Orası onun dünyasıdır artık, iki saatlik bir cumhuriyet kurar kendine, konuşma özgürlüğünü yürürlüğe sokar.

“Yapayalnız yıllarım bunlar… Evdeki atmosfer berbat. Allah rahmet eylesin babam, kışladaki sinir savaşını eve dönünce benimle yapardı adeta… Kusur aranır, bulunamazsa; eski defterler açılır. Bir yanlışın ceremesini 4-5 kere çektiğim olurdu. Bu nedenle akşam üç buçuk vapurunu özellikle İnşirah’ı bir dost gibi bekler bulurdum… Adeta sığınırdım ona. Hele rüzgarlı-hafif yağmurlu havalarda ön tarafına çıkar, bir kuytuya büzülür, o anda bestelediğim şarkıları söylerdim yüksek sesle… Çünkü kimseler olmazdı… Orası benim dünyamdır artık… İki saatlik bir cumhuriyet kurar, düşünme, konuşma özgürlüğümü yürürlüğe sokardım…İnşirah, lodos’lu havalarda burnunu batıra çıkara yol alırken, evden uzaklaşmanın hüznünü ve sevincini birlikte yaşardım… Bazen sevgili vapuruma içimi dökerdim, gizlerimi açardım. Bazen de elimde olmayarak, beni derinden yaralayan haksızlıklara isyan eder, beni alıp güzel insanların olduğu yere götürmesini isterdim İnşirah’ın.”
(İnşirah : yarılma, kesilip açılma, deşilme, cerrahi müdahale. İyileşmek için olmak zorunda olduğunuz bir ameliyat)
1951 yılında Galatasaray Lisesi’ndedir.

“1953 : İstanbul. İlk şiirimi yazıyorum. Güya bir aşk şiiri” diye ileride not düşer öz geçmişine Oben Güney…15 yaşındadır. Okul çağları….Önce Aydın Lisesi, sonra Muğla Lisesine gönderilir. Muğla Sporun kalesini korurken bir yandan da güzel şiirler yazmaya devam eder ve kendisini gibi şair Şahika Yüksel Karadeniz ile evlenir.

O yıllarda Attila İlhan, Behçet Kemal Çağlar ile mektuplaşır ve hatta Çağlar’ı Radyo Evi’nde ziyaret eder. İlk şiirleri 1955 yılında Uyanış, Başkent, Varlık ve Yelken dergilerinde yayınlanır.
Oben Güney’in 1960 yılında yazdığı “Siz ne güzel yoksunuz, sanki var gibiydiniz” isimli şiirinden, Cevdet Kudret, “Türk Dili”nin Ekim 1961-121. sayısında övgüyle bahseder :
SİZ NE GÜZEL YOKSUNUZ! SANKİ VAR GİBİYDİNİZ.
Size bir çiçek veriyorum, alın, saklayın işte.
Bir yerinize koyup, kendinizi seyredin!
Kime vermişsem çiçek, yakasına takıyor;
Siz uzun saçınıza iliştirin öyleyse;
Şöyle yan, şöyle başka, kimseye benzemeyin.
Her zaman bu gök benim pencerem için – Buyrun!..
Bu küçük balkonumdur, şu deniz görünüşü
Odamda bulunmazsam, oturun sıkılmadan.
Güvercinlerim konar ufak avucunuza
Sakın irkilmeyin hiç, alışkın değilsiniz
Biraz bekarlıktır bu, yani yalnızlık filan…
Bu çiçeği atar mısınız, yani solar diyorum
Ben kime verdiysem hepside soldu böyle
Oysa salt çiçek midir çiçeklerle verilen
Söyleyin görüntüm mü bu kişi, benim, desem
Canlı bir çiçek size alın saklayın işte.
Zilim mi çalınıyor, gene beklerim sizi.
Acele etmeyin hiç, zaman önemsiz şeydir.
Olmazsa bana gelin, yalnızım her gün burda.
Kapıdan çıkın siz de, çünkü görünmezsiniz.
Çiçeği saçınıza takın unuttunuz mu?
Bir imbat desem, öyle sessiz gidiniz.
………………………………………….
Bakın adınızı da bilmiyordum üstelik
Siz ne güzel yoksunuz, sanki var gibiydiniz.
Yelken‘in 1963 yılı 80. Sayı, 7. Sayfasında yer alan “Chénier Savunusu” şiirini paylaşmadan olmaz Oben Güney denilince. 30 Ekim 1762’de Galata, İstanbul’da doğan, Fransız Devrimi sırasında 25 Temmuz 1794’de Paris’te giyotinle ölüme yollanan idam edilen şair André Marie de Chénier için şiir yazan ilk şair Oben Güney’dir diyebiliriz. Duyarlı ve duygusal bir tarzla yazdığı şiirleri “Romantizm” hareketinin müjdecisi sayılan ünlü Fransız şairin idam edileceği sırada “Yazık! Bunun içinde daha çok şey vardı!” dediği rivayet edilir. Sunay Akın’ın “Başı Paris’te, göbeği İstanbul’a kesildi” dediği ünlü Fransız şair, ihtilal yıllarındaki yaşamıyla Umberto Giordano’nun metnini yazdığı dört perdelik Operası’na da konu olmuştur.

Chenier Savunusu
“Kendilerini denemek istiyen kişilerin varacakları ilk yerde bir betik, bir ak-sazın bir yazaç vardır. Gücünü anlatabilmek erek? Sinmesini duymıyanların durgunluğu bu çağa bir öldürüm duyarlığı getirmeden soyumuzu böylesi denemelere sürüklemek zorundayız. Altından çok düşünür gerek ilk adımı atacak acıkmış toplumlara.”
Sonunda anlattılar sandalyeler çekerek
Biraz daha uzakta
Isınmış gölgeleri yüzlerinde, ateşin
Tahta masanın üstü kocaman bardaklarla
Belki andılar ONU
(Gizli ve çabuk)
Gizi bir acıyla büyütmek için
O dediğim sanki ben, elleri kömürlenmiş
Oynayıp unuttuğum patlak toplarım gibi
Duvarda bir çizikle kalakalan son çocuk.
Sonra kiremit çağı yaşamanın vardığı
Kırmızısı bir sürü bayrak ahşap evlerde
Oturup tütün saran babamın parmakları
Annemin sesinden çok babamın parmakları
Gergin damlara inen yarasalı bir gece.
Ben dediğim belki o
“Bilemeyiz ki oğlum”
“Tütün belki dinleniş”
Sigara yandıkça şimdi babamın yalnızlığı
Masanın kıyısında yarısı tüketilmiş
Ansızın bir asker mi
Ölürdü dimdik bakışlarıyla
Tüfeğiyle, sessizliği kalırda
Belki bir de en uzun dalgınlık dediğimiz
Biraz daha uzakta.
Acılar ışığını yitirip ama.
Kutsallığı kösnüdür artık hep çocukluğun
Savları yitik kişiler döner her zaman savaşlardan
Artık ne kalmıştır, kimseler sıkmazsa elini
Adını seslenmezlerse arkasından evlerde
Barıştan başka kalmış nedir ki o çocuktan?
“Oğlum bilemeyiz ki”
Babamın parmakları
Sonra barış ve gece
Sonra dedi kırmızı gür bıyıklı olanı
Bir kadın sevdiğini söylediler mi kentte
“İyi ama sonunda yine gerekli savcı
Bir sevinin yasağı olmaz ki tutsaklıkla”
Gözlüğünü düzelten eskimiş bilge diye
İnanmanın gücünü yadsıyan olmaz mı hiç
Koyup gitti sandalye bir katı soru gibi
Bir zaman sallanarak ağır boşlukta
Böylece eksildiler kendilerinde
Bilge dediğim sonra, babamım düşünmesi
Bu adam belki öyle…Sustular, düşündüler
Isınmış gölgeleri yüzlerinde ateşin
Sanki en güçlü “EVET” anlamlı baş sallamak
Yaşamaktan kuşkulu ve eksilmiş dört adam
Başlarını eğdiler en kesin yargı için.
Gerçek şudur, kesmişler yasa adına onu
Yasa kutsaldır demek giyotinler var demek
Gülerek hep birlikte : O yasanın şerefine
“-Bilemeyiz ki oğlum
Tütün belki kurtuluş”
Kırmızı bıyıklısı piposunu yakarak
Dişine kıstırdığı gülüşler kadar kemik
Çiğnedi katılığın beyazlığını biraz
Bir şarap bardağında unutmanın bayramı
Yaşasın Tanrıları yeryüzü cennetinin
-Bize üç lokmaverin
(Kutsama ve eğiliş)
Toprağa eğildikçe eğri kuş çizen babam
Annemin ezgisini yadırgayan sessizlik
Kırmızı kiremitler toplayıp bayrak çizmek
Neden uzak şimdiki çocuklar duvarlardan
-Bayım sizin mi küçük elleri kömürlenmiş
Bırakın yazı yazsın bu evinin duvarı
Resim öğretin BAYRAK.
O yuvarlak ağaç.
Kuş.
At
Ya da İNSAN örneğin.
Hep birden ezgilerle fakat sesleri yavaş
Kalktılar masalardan :
“Vatan için ucuza”
“Nedir kuçtan bir adam”
“Özgürlüktür yakala”
“Uçacak kanadından”
Ve ben kaldım orada sorulmuş bir söz gibi
Ölmek için başımı dayayıp ellerime.
İnsanları çok sevmek koymaz mı hiç adama.
“Bilemezdik ki oğlum”
“İnsanlar kuş satıyor”
Sapsarı tütün saran babamın parmakları
Annemin sesinden çok babamın parmakları
Usulca yeller gibi gezinir saçlarımda.
-Bayım sizin mi ölü, parmakları erimiş
Belki bayrak çizmekten kırmızı kiremitle
Evet oğlumdur diyen babamın yorgun sesi
Evet oğlumdur şimdi duvarlarda eskiyen
Binlerce BAYRAK işte
İnsanlar mı?
Ölürdü. Çok eski çağlarda da
Bayrakları kalırdı ama arkalarında.
-Yelken, 1965 Ekim, sayı 80–
Oben Güney, ünlü şairlerden çeviriler de yapar Yelken için. 1961 yılında Andre Breton’dan “İnce Gömüt Yontusu- Demircinin kızı Jerminal’e”, 1962 yılında da Eluard Bazin’den “Sonra biz kimbilir kimiz?” şiirlerini çevirir.
Oben Güney, edebiyat alanındaki uğraşlarının yanı sıra tiyatroyla da ilgilenir ve Edebiyat alanında gösterdiği başarıyı tiyatro alanında da göstermekte gecikmez. Şiirle birlikte gelişen tiyatro sevgisi sonucunda 1956 yılında “Paydos” isimli oyunda amatör olarak oynar. 1957 yılında Haldun Dormen Cep Tiyatrosu’nun Tiyatro Kurslarını bitirir ve profesyonel olarak 1958 yılında Nisa Serezli, Aydemir Akbaş gibi oyuncularla “Dilsiz Kadın” oyununda sahneye çıkar.
1959’da askere gider,askerlik dönüşü Konya’ya gider ve Fevzi Halıcı’ya konuk olur. Şiirleri Çağrı’da yayımlanır. 1961 yılında Ankara Meydan Sahnesi’nde, 300.-TL. maaşla profesyonel oyunculuğa başlar. İlk rejisörü Haldun Dormen’dir. Sezon sonunda Almanya’ya çalışmak için gider ve Ulm Tiyatrosu’nda eğitim görür alır, çalışmalarını izler. Hamburg Sanat Direktörü Güstav Gründgens ile mektuplaşır.
1962’de geri döner ve tekrar Ankara Meydan Sahnesi’nde görev alır. 1963 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu (AST)’na girer. 1966 yılında Fakir Baykurt ve Sermet Çağan’ın isteğiyle Tiyatro TÖS’de, 1967 yılında Turne Tiyatrosu’nda oynar. Ankara Sanat Tiyatrosu’nda (AST), Tiyatro TÖS’de, Turne Tiyatrosu’nda sahneye çıkar.
1968 yılında Birkaç yıl sonra Fransa’ya giderek Paris, Nancy bölge tiyatrolarını araştırır ve tiyatro kuramcısı, yönetmen, eleştirmen, oyuncu, eğitimci ve deneysel tiyatro kuramının öncüsü Jerzy Grotowski ile tanışır ve burslu olarak eğitime davet edilir. Ancak her şey beklediği gibi gitmez :
“Ve Paris serüvenim başlıyor… 3 ay sonra tükenmekte olan param beni umutsuzluğa düşürüyor. “Hani bursum nerde?” Ses yok, haber yok. Çok şık giysiler içinde eli boş dolaşmak istemiyorum… Borç isteyecek kimse yok. Mehmet’e verdiğim borç paradan ise bir ses çıkmıyor… Bir gün son Franklarımı harcıyorum. Elimde İTİ’nin (Uluslar arası Tiyatro Enstitüsü) kartı var. Devlet tiyatrolarına bedava girebiliyorum. Bir zaman bunu deniyorum açlığı unutmak için… Olmuyor…”
“Artık burstan umut kesiyorum. “Peki ne olacak şimdi?” Dilenecek değilim ya… Kimseden borç isteyemem… Tutuyorum Champs Elise’nin yolunu… Orada bir sokakta “Türk Kültür Evi” var… İçeri giriyorum. Bir de ne göreyim başında Mukadder Sezgin. İsmet Sezgin bir aile dostu… Beni görünce serzenişte bulunuyor. “Neden uğramıyorsun” diye. Durumu biraz değiştirerek anlatıyorum:“Param azaldı, bir iş yapmak zorundayım” Bana bir dergi uzatıyor. Sandoviç kralı bir adamın hayatı… “Al bunu çevir” diyor. 700 Frank da avans veriyor. “Gerisi çeviriyi getirince…”Teşekkür ediyorum. Soğukkanlılığımı kaybetmeden ağır başlı elini sıkıyorum. Kendimi dışarı zor atıyorum… Önce kaldırımlarda atlayıp zıplayarak koşuyorum… Kimse umurumda değil. Bir lokantadan içeri dalıyorum…Ne var ki yiyemiyorum… 5 dakika geçmeden hepsini tuvalette çıkarıyorum… Yanlış iş yaptığımı anlıyorum. Birden Knut HAMSUN’un AÇLIK adlı romanını anımsıyorum… Orada uzun zaman aç kalmış insana önce “ılık su”, içirdiklerini anımsıyorum… Eve dönüp ayni yöntemi uyguluyorum… Ancak bir hafta sonra kendime geliyorum…”
“Neden ayni duyguyu Oslo’da, Atina’da, Milano’da, Varşova’da, Üsküp’de… Ankara’da, Viyana’da yaşamadım acaba? Paris’in özelliği ne? Buldum galiba…Paris her şeyden önce “özgürlük” demekti. Güneş’in, yaşamın, düşüncenin, inancın özgürlüğü… Giyotin’in, engizisyon’un, kilisenin, krallıkların, imparatorluğun bile yokedemediği bir özgürlük… Bütün devrimlerin (1789 – 1911) özü ve anlamı olan özgürlük. Solurken, gezerken, düşünürken duyumsuyorsunuz onu… Yenilendiğinizi, dünyayı değiştirebileceğinizi, her şeyi yeniden yaratabileceğinizi anlıyorsunuz…”
“Yalnız sorun var. Bunca özgürlüğün, güzelliğin, ortasında İNSAN niçin hüzünlenir dersiniz? Boğazdaki martı yüzünden mi? Doğudaki lale dolu dağlar, göçerlerin kol gezdiği yaylalar, buz gibi ırmaklar yüzünden mi? Ansızın bir balık kokusu, balıkçı ezgisi, takanın gürültüsü… Kısacası “vatan özlemi…”
Döndüğünde Özdemir Nutku, (Meral Nutku), İbrahim Karamemet ve Demircan Türkdoğan ile birlikte Yenişehir Tiyatrosunu, 1969’da üniversitelilerle birlikte ve daha sonra “Markopaşa Oyuncuları” adı altında Politik Kabare Tiyatrosu’nu kurarak Ankara Yenişehir’de oyunlar oynarlar. Güney Anadolu’da çıktıkları turnelerde linçten – taşlanmaya, ayakta alkışlanmaktan, evlerde konuk edilmelere kadar çeşitli tepkiler görürler. 1970 yılının başında Güneş Sümer’in isteği ve ısrarıyla AST’a döner.
Nazım Hikmet ve Münevver Andaç’ın arkadaşı, 86 Yıllık ömrünün büyük bölümünü Türk edebiyat ve kültürünü Polonya’ya taşımak için harcamış ünlü Türkolog, Polonyalı Malgorzata Labecka-Koecherowa’nın desteğiyle Polonya Kültür Bakanlığı’nın “Jerzy Grotowski” aracılığıyla verdiği “Devlet Bursu”nu alır ve Polonya-Wroclaw’a gider. Krakow Üniversitesi’nin konuğu olarak Grotowski’nin Labaratuvar Tiyatrosu’nu inceler. (Hayati Asılyazıcı’nın ardından Polonya’ya giden ikinci Türk tiyatrocusudur.) Varşova’da ünlü rejisör Adam Hanuszkiewicz ve oyuncu Daniel Olbrychski ile tanışır ve Varşova Devlet Tiyatrosu’nun çalışmalarını izler, tiyatro çalışmaları yapar, şiirleri yayımlanır, oyunları sergilenir, tiyatro üzerine konferanslar verir. 1971 yılında Krakow Üniversitesi’ne /Türkoloji bölümüne “okutman” olarak giriş yapar. Tüm giderleri üniversitece karşılanır.

Polonya’nın en eski tiyatrolarından Stary Teatr’ı inceler ve Polonyalı yönetmen Konrad Swinarkski, Andrzej Wajda ile tanışır, provalara katılır ve önerilerde bulunur. “Yük / Wor” adlı oyununun çevirisi basılır. Polonya’nın avargard tiyatrosu Cricot 2’de Polonyalı yönetmen Jozef Kantor ile tanışır. Varşova Radyosunda Lehçe’ye çevrilen şiirleri kendisi tarafından Türkçe ve Polonyalı bir oyunca tarafından da Lehçe’si okunur. Wspolczesnosc dergisi Çağdaşlık ekinde ve Wrazy dergisinde şirleri yayınlanır. “Yük” (Wor) adlı oyunu, Krakow’lu bir aktris tarafından değişik bir yorumla oynanır.

1971’de hava değişimi için Yugoslavya’ya giden Güney‘in, oradaki basın organlarında röportajları, söyleşi ve yazıları yayımlanır. Konuk dramaturg olarak Yugoslavya – Üsküp Halklar Tiyatrosu’nun Türk Tiyatrosu’nda görev alır. 1972 yılında Lodz (Vuç), Tarnow (Tarnuv) Opele (Opole), Rzeszow (Jeşuf) kentlerinde “Türk sanatı ve tiyatrosu” üzerine (simultane) konferanslar verir. Hastalanır. Karakow’da iki kez ameliyat olur ve ikincisinde sol böbreği alınır. Arnavut, Makedon ve Türk gazete ve dergilerinde yazıları yayımlanır, röportajlar yapılır. Norveç, İsveç, İspanya, İtalya ve Macaristan’da tiyatro araştırmaları yapar. Yunanistan’da antik tiyatro’yu, Çekoslavakya’da çocuk tiyatrosu’nu araştırır. Bazı ülkelerde oyuncu olarak da sahneye çıkar. 1973 yılında tekrar Polonya’ya ve Krakow Üniversitesi’ne döner.
1974 yılında 1970’lerde başladığı “İnsan’da Tiyatro-Tiyatro’da İnsan” incelemesini genişletmek için çalışmaya başlar. Atina ve İtalya’da başladığı incelemelerine Krakow ve Varşova’daki devlet ve kilise kütüphanelerinde devam eder. 1975 yılında Varşova’da “Yük” isimli oyununu (Polonyaca Wor : Vur okunur) bir kuklacı, kuklası ve kendisiyle oynar. Katowice tiyatrosu aktörlerinden Mieczyslaw Franaszek, oyunu Katowice, Opole, Torun, Gdansk ve Szczecin şehirlerinde oynar.
1976 yılında “Yük” oyunu ile Uluslararası Monodram Festivali’ne katılır. En iyi iki monodram arasına girer ve oyun 4 yıl boyunca sürekli olarak Polonya’da oynanır. “Yük” ve “Adem ile Havva” lehçeye çevrilir ve Varşova Televizyonu tarafından satın alınır. Ayrıca “Yük” Dialog dergisinden alınarak Helsinki Televizyonu için Fince’ye çevrilir. “Sonsuz İpler Üstünde Denge ve Barış” isimli oldukça uzun şiiri Lehçeye çevrilip Fragmeny dergisinde basılır. (Bu şiir daha sonra Yazko dergisinde yayımlanır.) “Büyük El” isimli oyunu da Lehçe’ye çevrilir. Groteska tiyatrosu da “Fatma Kızın Mutlu Günleri” isimli çocuk kukla oyunu’nu repertuarına alır. “Yük” adlı monodramı Torun Tek Oyuncu Festivali‘nde iki defa gösterilir.(1976 ve 1977)
1977 yılında 7 yıllık bekarlıktan sonra Maria Jala ile evlenir, eşinin hamile kalması üzerine trenle, Rusya-Romanya- Bulgaristan üzerinden yurda döner. 1978 yılında (Genel Sanat Yönetmeni Hayati Asılyazıcı’nın önerisiyle) İstanbul Şehir Tiyatroları’na yönetmen – oyuncu – Yönetim Kurulu Üyesi olarak katılır. “Üsküdar Bölümü Sanat Yönetmeni”. Kızı Defne doğar. Yurda döndükten sonra İstanbul Şehir Tiyatrolarına katılır. Burada Yönetim Kurulu Üyeliği’nin yanı sıra yönetmenlik ve oyunculuk yapar.
Bu dönemde kemik erimesi başlar ve oyuncu olarak çalışması olanaksızlaşır. 1979 yılında Üsküdar tiyatrosunda, aynı zamanda çevirisini yaptığı yazar ve gazeteci Leon Kruczkowski’nin “Almanlar” oyununu sahneler. İkinci oyun, Orhan Asena’nın “Ölü Kentin Nabzı” büyük ilgi görür ve uzun süre afişte kalır. 1980 yılında Atatürk Kültür Merkezi – Oda Tiyatrosu’nda kendi yazdığı “Gökyüzünde Bir Kıyı” isimli oyununu sahneler.
12 Eylül 1980 darbesinden hemen sonra, Yönetim Kurulu’ndan istifa eder ancak yürürlüğe konmaz. 1982 yılında 1402’ye göre 7 arkadaşı ile birlikte İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki görevine görevine son verilir. Tam 5 yıl uzak kalacaktır yıllarını verdiği, çok sevdiği tiyatrosundan. O andan itibaren işsizdir. Üç beş kuruş kazandığı radyodan da uzaklaştırılır. Radyo ve seslendirme işi tiyatro dostlarının sayesinde kesilir. Eşi, kızı ve yeni doğmuş oğlu Artur için nafaka peşinde koşar. Bu yıllar zor geçer Oben Güney için. Tiyatrolarda dekor boyar, amatör gruplara ders verir, dublaj ve reji yapar. Hem geçim sıkıntısı içindedir hem de sağlığı iyice bozulmuştur. Yıllarca çocuklarına istediklerini alamaz, bazen aç kalırlar, bazen ev kirasını bile ödeyemez. Sağlığı iyice bozulur. Tek olan böbreği de teklemeye başlar. Kırgındır, büyük ümitlerle geldiği ülkesinde yaşadıları, özellikle dostlarından aldığı darbeler yaralar onu. 1980 sonrasında kendisine en çok sorduğu soru: “Suçum neydi acaba?” olur.“Çocuklarıma-Var İnsan” ve “Çocuklarıma-Yok İnsan” isimli şiirlerinde o günlerden bahseder.
Kurucusu olduğu tiyatro okulu Bilsak‘ ta dersler verir. (1984) Aynı yıl içinde Bizim Tiyatro Zafer Diper ve çalışma arkadaşları ile Üsküdar‘daki Sunar Tiyatro salonunda bir dizi kültürel etkinlikler düzenlerler. Bu gösteriler “Duygu Eğitimi Gösterileri” olarak adlandırılır. Bu çalışma içinde Oben Güney kitabı “İnsanda Tiyatro Tiyatroda İnsan“ı anlatır, gençlerle söyleşir ve sahnede Şükran Kurdakul ile birlikte örnekler sergiler.


Oben Güney; sanatı, insanın insanca tanrılaşması olarak görür. Özellikle gençleri çok önemser.
“Zaman bir büyü değildir. Gerçekliğin ta kendisidir. İyi bir sanatçı, zamanı duyar, yazar, özümler… Sonra da kendi ruhu ya da beyniymiş gibi kullanır.Zaman’ın Tanrısı İnsandır.
İnsanın insanlığını, dostluğunu, güzelduyusunu, sevgisini, Tanrısını kurtaracak tek yol sanatıdır. Sanat, insanın politik ve sosyal yönüyle elde edemediği Özgürlük’üne o inanılmaz gücüyle ulaşır. Çünkü sanat dizgin ve mahmuz tanımayan, İnsan’a aykırı her türlü davranıyı ve sözü yadsıyan Devletler üstü bir güçtür. Yeter ki değerini bilelim…
Sanat, insanın İnsanca Tanrılaşmasıdır… Kendi yaratılarını sergilemek isteyen sanatçı, her ürününde kendi insanını tamamlar. Sonuçta yavaş yavaş kendi “vatandaşları”nı yaratır. Bir başka Lear, bir başka İspanya (Picasso), bir başka naturmorte (Dali), bir başka Goriot Baba, bir başka Musa (Michellangelo), bir başka Sarmal (Wathson), bir başka ölüm (Einstein) bir başka zaman kavramı (Hawking) …… v.b ….Ve dünya genişler, uzaya doğru uzanır. Ve bir gün bir adam çıkar “ Ben Tanrı’yı gördüm” der…
Oyuncu, karakterinde yaban at taşıyan bir sonsuz insandır… Tanrıyla, gökyüzüyle, insanlıkla hemen ilişkiler kurabilir. Çünkü yaratıcı yönü onu hep büyük sorunların, olanaksızlıkların çözümleyicisi yapmıştır. İçindeki özgür nal seslerini hep duyar. Durmadan birlikte sonsuzluğun sınırsızlığıyla , İnsan’ın sınırsız sonsuzluğu arasında yol alır.
Gençlere çok iş düşüyor. “Genç” demek “Deneyimlere aç insan” demektir. Gelgelelim ülkemizde gençlik (%98) daha önce kotarılmışlarla idare etmeyi marifet sayıyor. Çizgi dışına çıkabilen iki – üç genç, destek bulamıyor. N’oluyor? Giderek eskimiş değerlere fit olunuyor. Çok yazık! Gezdiğim ve gördüğüm kadarıyla gençlik; yabancı ülkelerde yeni’yi, güzel’i arayan gençler topluluğudur. Karşılaştım… Bizim üniversite öğrencilerim kahve köşelerinde, onlarınki kütüphanelerde, elinde kitap parklarda, tramvaylarda… Bunun düzeleceği de yok. Okuma – yazma sevmeyen bir toplumuz… Dışa kapalıyız. Yabancıyız: Yalnızız…
Gene de ben ülkemde tiyatro yapmak istedim. Topluma yeni insan duyguları aşılayabilmek için. Çağdaş insanı irdelemek için… Bizim insanımızdan yeni insanlar biçimlemek için. Olmadı… Önce güya yakın dostlarım kazık (?) attılar, sonra da sevgiyle eğildiğim gençlik… Zorla güzellik olmazdı…”

1986 yılında tam beş yıl sonra yeniden İstanbul Şehir Tiyatroları’na girer. Vasfi Rıza Zobu gitmiş, yerine Gencay Gürün gelmiştir. Okul arkadaşı, Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın ricasıyla “konuk sanatçı” olur. 1987 yılında kadrosu geri verilir. Artık Katherina Blum’da kadrolu sanatçıdır. 1990 yılında ayrıca özel ve ödenekli tiyatrolarda reji ve oyuncu olarak rol alır. Ama sağlığı artık çok bozulmuştur.
“Son günlerinde; Pazartesi, Çarşamba ve Cumartesi günleri haftada üç kez diyaliz makinesine bağlanmak durumundaydı yaşaması için… Diyalizden iyi çıkmışsa; Bostancı Tren İstasyonu’nun arkasındaki “Çınaraltı Çaybahçesi”ne bizleri çağırır, öğleden sonrayı birlikte geçirirdik. Bizlere çay parası verdirmez, karşı koyanlar olursa kardeş payı yapardı. Tüm direnmeme karşın bana asla çay parası ödetmezdi.” -Tevfik Yalçın-

1991 yılında kalp hastalığı ve böbrek yetmezliği (diyaliz makinesine bağlanması) nedeniyle sanat hayatından uzaklaşmak zorunda kalır. 1992 yılında böbrek nakli için beklemektedir. Tiyatrosundan kimse arayıp sormaz. Kırılır. Yaşaması için gazetelerde kampanya başlatılır.

Ancak kampanyalar sonuç vermez ve Oben Güney, 1993 yılının Ağustos ayında, otobiyografisini yazdıktan tam üç ay sonra, ayın 23’ünde vefat eder. 31 Ağustos 1993 Salı günü saat 15.00’de İstanbul Şehir Tiyatroları Haldun Taner Sahnesi’nde sahneye konulan tabutu önünde tiyatro sanatçıları ve dostları saygı duruşunda bulunurlar. Kabri İstanbul Karacaahmet Mezarlığındadır.

Vefatından sonra kaleme aldığı yazısında Muazzez Menemencioğlu şöyle seslenir Oben Güney‘e:
“Sevgili can dostum, aynı dergide (Varlık) ilk şiirlerimizi yayınladığımız 35 yıllık arkadaşım, iyi insan, büyük sanatçı. Telefondaki sesini duyar gibi oluyordum seni uğurlarken; her Ankara dönüşünde ilgisizlikten küskün, çaresiz, yorgun, yurtdışına gönderilme sözlerine inanmış umutlu sesini Nasıl da inanıyor, nasıl da umutlu sarılıyordun verilen sözlere……………….Seni sahiplenmediler ve göçtün gittin bu dünyadan”
Ölümünden hemen sonra sanatçı arkadaş ve dostları; onun için bir şeyler yapma konusunda girişimlerde bulunurlar; öncelikle oyunlarının basılması konusunda; başta Tuncer Cücenoğlu, Taner Barlas, Hadi Çaman, Hayati Asılyazıcı büyük çaba harcarlar. Tiyatro eserlerini sürekli yayın olarak basan bir yayınevi; iki kitap olarak Oben Güney oyunlarını basmayı kabul etse de ne yazık ki hayata geçiremezler.
Türk halkının kayıtsızlığına rağmen Polonya halkı Oben Güney’i unutmamış ve onun “Yük” isimli oyununu sahnelemeye devam etmiştir. Ölümünden tam 15 yıl sonra, yazar ve yönetmen, Krzysztof Trznadel “Yük” başlığı altında uyarladığı oyunda, Oben Güney’in “Yük” oyunundan alınan parçalarla, ünlü ozan Sergey Yesenin’in tekstlerinden alıntıları bir potada yoğurmuş, 2008 yılında “Başlangıçlar” (Początki) Tiyatrosunda sahnelemiştir… 11 Mart 2012’de ise “Yük”, Elżbieta Piniewska’nın yönetmenliğinde, Inowrocław kenti “Açık Tiyatro” Amatör Oyuncuları tarafından Poznan Eyaleti “Marcinek 2012” Festivali’nde seyircileriyle buluşmuştur. Oyununun promiyerine Agnieszka Koecher-Hensel (Małgorzata Łabęcka-Koecherowa’nın kızı) katılmıştır.

Eray Canberk, Oben Güney’in çok iyi bir şair, yazar ve tiyatrocu olduğunu, ama hakkının yendiğini ve zamanla unutulduğunu söyler. 8 ödül sahibi olan, 50’den fazla inceleme – araştırma yazısı, 1 kitabı, 217 skeç ve radyo oyunu, 600 şiiri bulunan Oben Güney’in bugün geride kalan araştırmaları ve arşivi konusunda ise hiçbir bilgiye sahip değiliz. Adına açılan sitede 600 şiirinden yalnızca 33 adedi kayıtlı. Eserlerini ve hayatını araştırdıkça, yaptıklarını okudukça onun değerini daha iyi anlıyor insan. Kendi çabalarıyla, imkansızlıklar içinde büyük mucizeler yaratan insan Oben Güney’i tiyatro üzerine yazdığı manifestosuyla ve saygıyla analım.
“Tiyatro, iki kalas bir heves değildir.
Tiyatro, minder komikliği değildir.
Tiyatro, insanı taklit olayı değildir.
Tiyatro, soytarılık değildir.
Tiyatro, bir yaşama biçimidir.
Tiyatro, dünyayı yorumlamaktır.
Tiyatro, insanla İNSAN’ı yaratır.
Tiyatro, bir bilimdir.
Tiyatro, bir doğadır.
Kısacası, Bayanlar, Baylar,
Tiyatro İNSANLIK’tır.” – Oben Güney-

ALDIĞI ÖDÜLLER :
1976 “Yük” Polonya Szczecin Monodram Festivalinde En iyi monodram
1983 “Çıkmaz Sokak” Avni Dilligil “En İyi Rejisör” Ödülü
1984 Gösteri Dergisi En iyi röportaj yarışmasında 3.lük
1988 Aile Planlaması Vakfı En iyi senaryo dalında ikincilik
1989 “Katherine Blum adlı oyundaki Rahip rolüyle “En iyi yardımcı oyuncu” ödülü
Ankara Sanat Evi –
1990 “Görüşme-Kutlama-Çağrı” Avni Dilligil “En İyi Rejisör” Ödülü
1991 Uzaktan Piyano Sesleri (Avni Dilligil En İyi Rejisör Ödülü)
1995 Bakırköy Halk Evi’nin düzenlediği Türkiye çapındaki şiir yarışmasında İkincilik ödülü.
YAZDIĞI, YÖNETTİĞİ OYUNLAR :
1955 Paydos (Cevat Fehmi Başkut) “Amatör bir topluluk çalışması”
1960 Denemeler (Montaigne) “Amatör bir topluluk çalışması”
1962 Dilenciler (Oben Güney
1964 Dönüş (Arthur Miller)
1995 Bir Evlenme Teklifi (Anton Çehov)
1965 Saf Adam ve Kundakçılar (Max Frisch) – Ankara Sanat Tiyatrosu
1966 Kırmızı Şapkalı Kız
1966 Oyunlar (Tardieu) “Deneme Tiyatrosu”
1967 Yük (Oben Güney) – Paris – Lehçe, Fince ve Makedonca’ya çevrildi. Varşova TV satın aldı.
1967 Gültepe Oyunları (Cahit Atay)
1968 Hukuymetin Kesesi (Oben Güney)
1968 Eşşeği Saldım Çayıra (Oben Güney)
1968 Pamuk Prenses ve 7 Cüce
69:79 Büyük El
1979 Gökyüzünde Bir Kıyı/ Ya da Megaloimperialus – Lehçe’ye çevrildi.
1968 Gültepe Oyunları
1977 Fatma Kızın Mutlu Günleri (Oben Güney) – (çocuk Kukla Oyunu) – Grteska Tiyatrosu repertuarında
1978 Dönüş – Üsküdar Şehir Tiyatrosu
1979 Gökyüzünde Bir Kıyı (Oben Güney)
1981 Kurtuluş Savaşı Destanı
1981 Nerede O Eski Dostlar
1983 İkiz Kardeşim David
1984 Baba (Güner Sümer)
1984 Duvar (Oben Güney)
1984 Yalnızlar Parkı (Hayvanat Bahçesi)
1985 Batı Yakası Hikayesi “Müzikal”
1985 Çıkmaz Sokak (Tuncer Cücenoğlu)
1985 Eğlencelik Efsaneler “Kabare”
1985 Kamp 17
1986 Sayın Muhbir Vatandaşlar (Başar Sabuncu)
1990 Ar mı, Kar mı? “Kabare”
1990 Görüşme-Kutlama-Çağrı (Waclav Havel) – İstanbul Şehir Tiyatrosu
1991 Uzaktan Piyano Sesleri (Jofrey Maddow-John Driver) – Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu
1993 Dazlak (Oben Güney)
1993 Kavanozya (Oben Güney)
——- Almanlar – Şehir Tiyatroları
——- Bir Kadının Zaman Dış Yaşamı (Oben Güney)
——- Çöp (Oben Güney)
——- Ölü Kentin Nabzı (Orhan Asena) – Şehir Tiyatroları
——- Sınır (Oben Güney)
——- Suç (Oben Güney)
ROL ALDIĞI OYUNLAR :
1956 Paydos “İlk oyunculuk-amatör”
1958 Dilsiz Kadın
1961 Zafer Madalyası (Meydan Sahnesi)
1961 Aceleci Kalb (Meydan Sahnesi)
1963 Ölü Canlar – AST Ankara Sanat Tiyatrosu
1963 Mezarsız Ölüler (Jean Paul Sartre) – AST Ankara Sanat Tiyatrosu
1964 Kuyruklu Yıldız Altında
1964 Bozuk Düzen
1964 Yosma (Ruzante) – Ankara Sanat Tiyatrosu
1964 Sultan Gelin (Çahit Atay) – Ankara Sanat Tiyatrosu
1964 Ayak Bacak Fabrikası (Sermet Çağan) – Ankara Sanat Tiyatrosu
1965 Saf Adam ve Kundakçılar (Max Frisch) – Ankara Sanat Tiyatrosu
1965 Keloğlan ( Birkan Özdemir) – Ankara Sanat Tiyatrosu
1965 Arturo-Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı (Bertolt Brecht) – Ankara Sanat Tiyatrosu
1966 Yarış – Başkent Tiyatrosu
1967 Gültepe Oyunları (Cahit Atay)
1967 400. Kilometre – Turne Tiyatrosu
1968 Simavnalı Şeyh Bedreddin (Orhan Asena) – Ankara Sanat Tiyatrosu
1970 72. Koğuş
1970 Seyh Bedrettin Destanı
1983 Batı Yakası’nın Hikayesi – İstanbul Hodri Meydan Kültür Merkezi
ŞİİRLERİ :
Çoğu yayımlanan 600 şiiri vardır. 30 dergide yayınlandı. Fransızca ve Lehçe’den 30’a yakın şiir çevirdi.
Şiirin Külü (OBENSENBU) – Şiirler (1950-1993) : Tevfik Yalçın tarafından, Oben Güney’in sağlığında ve onun kontrol ve onayıyla son halini aldı. İki adet ciltlendi. Biri Oben Güney’in ailesinde bulunmaktadır.

YELKEN DERGİSİ’ndeki Şiirleri : (1957 – 1964 arası)
1958 Sonet
1958 Tutuk Sevi
1959 Ağıt II
1959 Sensiz
1959 Son Tayfa
1959 Yalnızlıkta Bir Karaltı
1959 Ifezna I
1961 Demircinin Kızı Jerminal’e İnce Gömüt Yontusu “Andre Breton’dan çeviri”
1961 Ifezna – Parmak Ucu Çiçeği
1961 Ifeznna – Sabahın Karanlık Kıyısında Yalnızlıktan Ev Kurdum
1961 Ölüm Üstüne Sonat – Ölüler Bayramı Azizler Günü – Opus 1-2-3-4
1961 Pazar Yerindeki Sinekler Üstüne
1961 Troyka Gezintisi
1962 Bir Aşktı Sustuk Sanki
1962 Sonra Biz Kimbilir Kimiz? “Eluard Bazin’den çeviri”
1962 Süslü Kalem Kuş Tüyünden
1963 Akiaş Ezgisi – Oba
1963 Cheiner Savunusu
1965 Akiaş Ezgisi – Sessizliğe Övgü Çağı
1965 Destan-ı Ali yahut Şeref-i İstiklal’de Atatürk
1965 Herkes
—— Tutuk Sevi
—— Yalnızlıkta Bir Karaltı
DİĞER ŞİİRLERİ :
1959 İsimsiz
1960 Siz Ne Güzel Yoksunuz! Sanki Var Gibiydiniz
1962 Miro ve Beyaz Atı
1963 Tahta Yontma Bir Adam (Dost)
1975 Adele’e Şarkılar (7 Eylül, Krakow)
1976 Sen Hiç Balalayka Dinledin mi?
1980 Alegori
1980 Çocuklarıma II. Yok İnsan
1980 Çocuklarıma III. Var İnsan
—— Bunun İçin Ölümsüz Ya – Atatürk’e Destan Şiir
—— Hey İnsan
—— Karanlık Tayfa
—— Sonat
——– Sonsuz İpler Üzerinde Denge Ve Barış (Fragmeny Dergisi) – Lehçe’ye çevrildi.
——– Sunu
——– Yaşamak Felsefesi
ÇEVİRİ ŞİİRLERİ :
SİERGİEY YESİENİN’ in şiirleri, Oben Güney’in ilk sayfadaki imzalı notunda: “1914-1925 yılları arasındaki basılmış yapıtlarından seçilerek alınmıştır.” yer almaktadır.
KİTAPLARI :
İnsanda Tiyatro Tiyatroda İnsan “Basılan tek kitabı- yalnızca 1. Cildi çıkarabilmiştir.”
YAZDIĞI OYUNLAR :
“217 skeç ve radyo oyunu vardır.”
Dilenci
Yük (Wór)
Suç
Kan (Büyük El)
Çöp
Gökyüzünde Bir Kıyı
Sınır
Duvar
Bir Kadının Zaman Dışı Yaşamı.
Adem ile Havva
Dazlak
OYNADIĞI FİLMLER :
1986 Su (Erdoğan Kar, Osman Sınav)
OYNADIĞI TV DİZİSİ :
1993 Saygılar Bizden (Zeki Ökten, Umur Bugay)
RADYO PROGRAMLARI :
60 radyo programında Yönetmenlik
AÇIKLAMALAR :
- Ankara Meydan Sahnesi bir çok kişiye göre Türkiye’nin ilk özel tiyatrosudur. Ankara’da Kızılay ile Sıhhiye arasında bir apartmanın bodrumunda kurulmuş, döner sahneli ve her sırası ayrı renkle kaplanmış, zamanına göre çok modern bir tiyatroydu. Sahipleri Çetin ve Mediha Köroğlu’dur. Kendileri de her oyunda oynarlardı. Kartal Tibet ve Esin Avcı “as” oyuncularıydı. Tiyatronun işleri iyi gidince yakınlarda bir tiyatro daha kurdular ve “küçük meydan sahnesi” ve “büyük meydan sahnesi” olarak adlandırdılar. Semiramis Pekkan, büyük meydan sahnesinde birkaç dönem oynamıştı.
- AST : Ankara Sanat Tiyatrosu. Türkiye’nin en eski ve en köklü “özel” tiyatrosu. İlerici, toplumcu sanat yapma amacıyla 6.12.1963 tarihinde Asaf Çiyiltepe ve arkadaşları tarafından kurulmuştur. Repertuar tiyatrosuna ve takım oyunculuğuna dayanan, öncü bir sanat tiyatrosu anlayışı vardır. Çiyiltepe’nin 1967 yılında yapılan doğu turnesi sırasında geçirdiği kaza sonucunda vefatı üzerine sanat yönetmenliğini önce Güner Sümer, Rutkay Aziz, Altan Erkekli ve Levent Ülgen yapmıştır. 60’lar Türkiye’sinden bu yana Türk Tiyatro Tarihine bir mihenk taşı olarak yerleşmiş ve yüzlerce oyuncu, yazar, yönetmen, sahne tasarımcısı, sahne müzikçisi ve teknisyeni yetiştirmiştir. Kendi dönemi içinde, ödenekli ve ticari tiyatrolara karşı, ilerici-gençlik ve deneme tiyatrolarını öncüsü olmuştur.
- TÖS : 1966 yılında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) bir tiyatro kurma kararı alır. Bu sendikaların tiyatroya yaklaşımları adına çok önemli bir gelişimdir. Bu önemli gelişimin özel bir yanı ise 270 sendika şubesini, yani tüm Türkiye’yi dolaştırma kararı almış olmasında yatar. Bu dönem için ve hatta şu an bile inanılmaz önemli bir olaydır, girişimdir, çabadır. Tiyatronun yararını,gereğini anlamış bu sendikanın kurduğu tiyatronun başında Sermet Çağan vardır..
- Jerzy Grotowski : Tiyatro kuramcısı, yönetmen, eleştirmen, oyuncu, eğitimci. Deneysel tiyatro kuramının öncüsü
- Adam Hanuszkiewicz : Değeri Avrupa’nın bütün sanat çevrelerince kabul edilen ünlü rejisör
- Bilsak : 1984 yılında bir “oyunculuk okulu” olarak kuruldu. Başlangıcından itibaren; Erol Keskin, Ayla Algan, Beklan Algan, Prof. Cevat Çapan, Taner Barlas, Ahmet Levendoğlu, Macit Koper, Haluk Şevket, Yekta Kara, Müge Gürman, Metin Deniz, Ergüder Yoldaş gibi sanatçılar eğitmen olarak yer aldı. BİLSAK, Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi adı altında; hiçbir kurum tarafından desteklenmeyen ve hiçbir ödenekten yararlanmayan bağımsız sanatçıların ürettikleri işlerin sergilenmesini destekliyor.
- İnsanda Tiyatro Tiyatroda İnsan : “Bu kitap Türkiye, Yugoslavya, Polonya serüvenimin 10 yılında biçimlendi. 1700-1980 yılları arasında bulabildiğim belgelerin dışında, yaptığım araştırmalarında bir sentezi var. Ayrıca genç papazların yardımıyla kilise kütüphanelerinin (Latince aslından) taramamın da özellikle Orta Çağ bölümüne büyük katkıları oldu. Bu kitap 1. cilttir. 2. cildi Güldeste (Sümer – Orta Çağ arası ) yazı ve şiirler (bunlar da özgün dillerden çevrilen belgelerden alınmıştır.) ve 320 sayfalık Sözlük (uygarlılar, mitoloji ve Kişiler Sözlüğü) ve Orta Çağa kadar olan zaman diliminde bilinen kitapların dökümünü içermektedir. 2. cildi aşağı yukarı birinci cilt gibi 450 büyük boy sayfa tutmaktadır ve henüz basılmamıştır. Ayrıca 3. cilt Orta Çağ bölümüdür ki, çok ilginç, bilinmeyen belgeler içermektedir. 3. cildin de baskıya hazır olduğunu söyleyebilirim.Bundan sonra Yeni ve Yakın Çağlar ülke ülke incelenmektedir. Bu da şu anda sağlığım elvermediği için beklemektedir. Ancak, bu çalışmayla ilgili birkaç ülke yazılmış durumdadır.” –Oben Güney- Ne yazık ki sadece 1. Cildi basılabilmiştir.
KAYNAKÇA :
Obengüney.com
https://evetbenim.com/?s=oben+g%C3%BCney
Tuncer Cücenoğlu
Tevfik Yalçın -Oben Güney ve Son Tiyatro Dersi
Oben Güney ve Polonya Edebiyatı ve Tiyatrosu
Kayıp Şairleri Yeniden Keşfetmek – Cumhuriyet Kitap
Oben Güney ve İşçi Tiyatrosu
İbrahim Ergin – Bir Avuç Hatıra – muglayenigun.com
Papirüs DERGİSİ – 17. sayı – YELKEN 60 KUŞAĞI DERGİSİ
YELKEN Dergileri
Oben Güney web sitesi Hayati Asılyazıcı, Tuncer Cücenoğlu’nun değerli katkılarıyla eşim Tevfik Yalçın tarafından açılan site tüm aramalarına karşın ailesine ulaşılamamıştır. Şu an web sitesi kapanmıştır. Yukarıda sizin verdiğiniz bilgiler evetbenim sitemizde güncelliğini korumaktadır. İlgi ve paylaşımınız için teşekkürler.
Tenise Yalçın
BeğenBeğen
Ne kadar detaylı bir çalışma olmuş. Oben Güney’i tanımıyordum, sayenizde bu değerli sanatçımızı tanımaktan mutluyum. Bir sanatçının yaşadığı evreleri, yaşadıklarını bize ne güzel yansırmışsınız. Size ve NEYYA’ya teşekkür ederim.
BeğenBeğen