
Saatli edebiyat takviminin bugün uğradığı durak tarihini M:Ö 1500 lü yıllarda Mısır’a dayandıran ve o dönemde yaşayanlara zamanı gösteren bir saat oldu. İki saatin bin yıllar sonra buluşmasına neden olan bir yazar ile baş başayız.

Güneş saatinin şehrin sembolü haline geldiği Safranbolu civarındayız. Mısır’dan çıkıp birçok uygarlığa zamanı anlatan bu aleti bize en iyi sunan bir yazar, şair, hukukçu olan çok yönlü, çok renkli Hüseyin Avni Cinozoğlu ile yollarımız bugün kesişmiş oldu. 1955, Karabük doğumlu olan yazarımız – . 4 Eylül 2015 tarihinde yaşama veda etmiştir.
Ödülleri ve Eserleri
Zokev’in Zonguldak Tabip Odası ile birlikte düzenlediği Dr. Arslan Ebiri deneme yarışmasında; “O.Günay’ın Kibriya Şiir Kitabı Ana Ekseninde Madenci- Şairin Şiir Serüveni; Devrim; Psikopatoloji ve Mistisizm İzlekleri Üzerine Bir Deneme” başlıklı denemesiyle birincilik ödülünü aldı. | Şizofreni Dernekleri Federasyonu ve Bilim İlaç’ın işbirliğiyle 2008’de açılan öykü yarışmasında; “Anton Usta” adlı öyküsüyle birincilik ödülünü aldı. | |
Cinozoğlu şizofreni tedavisi gören bir hasta olarak aldığı bu ödül için yaptığı konuşmada ”Bugüne kadar yazdıklarımla çok değerli ödüller aldım ama bu ödül benim Nobel’im oldu. Yaşamın zor geldiği anları doğru bir hamle ile atlatabilirsiniz” dedi. | Anton Usta “Benim zamanımda ermişlerin hayat hikayelerine inanan pek az insan kalmıştı. Ama ben mucizeye inanıyordum. Eğer hayatınızda büyük bir uçuruma düşmemiş, hayatla ölüm arasındaki o kıldan ince kılıçtan keskin köprüden geçmemişseniz, mucizeye inanmanız konusunda sizleri ikna edemem. Bazen hayat aykırılıkları da barındırıyordu. Bir tapınak inşa eden Anton Usta dindar bir insan değildi işittiğim kadarıyla. Onun eğlence ve musikiden hoşlandığını, üstelik mey ve işret konulu gazeller yazdığı söyleniyordu. Yıllar sonra tapınaktaki gizli bölmede ince bir hat yazısıyla yazılı Anton Usta’nın şiir defterini buldum. Çok şaşırdım, şiirlerde de mimarideki gibi bir ALTIN ÖLÇÜ söz konusuydu. Kelimeleri sanki bir mermer gibi yontmuş, yumuşatmış…” | |

3-Albatroslar Yüksekten Uçar adlı şiir kitabıyla 1996 İbrahim Yıldız şiir ödülünde birincilik almıştır.

4-Arasta’da Son Seda adlı belgesel senaryosuyla Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Yarışmasında ikincilik ve iki defa da üçüncülük ödüllerini kazandı
Birçok etkinlikte bildiri sunan Cinozoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla “Paflogonya’da Eski Bir Güneş Saati” adlı belgesel filmi çekti.( Bölgede zaman içine yapılan bilimsel arkeolojik kazılarda çıkan veriler ışığında,Zonguldak,Bartın,Kastamonu illerini kapsayan bölgenin tarih öncesi kalıntıları 4 bin yıl öncesine işaret etmektedir)

Safranbolu’da Eski Bir Güneş Saati
“Safranbolu çevresi Paleolotik Çağ’dan beri bir yerleşme yeri olmuştur. Eflâni çevresinde üç büyük höyük bulunmaktadır. Homeros’ta bu bölge Paflagonya olarak geçer. Pers ve Helenistik dönemlerini yaşadıktan sonra Roma, Bizans döneminde yoğun bir yerleşme alanı olmuştur. Safranbolu- Eflâni bölgesinde 24 tümülüs, çeşitli kaya mezarları, kabartmalar, Safranbolu güneyinde Sipahiler Köyü’nde bir Roma tapınağı sayılabilir. Leonard, Safranbolu’nun eski Germia olabileceğini, Ainsworth ise Zafaran Boli’nin eski adının yine safran kenti anlamında Flaviopolis olduğunu söyler. Osman Turan, Türkler almadan önce kentin adının Dadybra olduğunu yazıyor..
Hayatı güzelleştiren şey tehlikeyi sevmektir. Hayatı güzelleştirmek istiyorsan dünyanın en tehlikeli şeyini sevmeyi öğrenmelisin: insanı! Buna kendini sevmekle başlayabilirsin…

Hepimiz Deliyiz Türkiye Şizofreni Dernekleri Federasyonu’nun Bilim İlaç’ın katkılarıyla düzenlediği, “Gerçekler Maskelenmesin” Projesi öykü yarışmasında dereceye giren öyküleri bir araya getiriyor.
Birbirinden sarsıcı bu öyküler, insanı anlamak, derin bir duyarlılıkla başa baş giden bir hastalığın ikliminde dolaşmak için okurlarına eşsiz bir fırsat sunuyor.
“Acının olmadığı yerde edebiyat olmaz” demiştim. Fikrimden hiç vazgeçmedim… Bu yarışmanın hayatı anlamlı kılmayı hedeflemek kadar, edebiyata yeni değerler kazandırmak gibi bir hayali de var.

Sol Kapak Takımında Çatlaklar
İkiz kişilik; şizofrenideki parçalı kişilik, iki aşırı uç arasında düşünsel ve politik kaymaları net bir şekilde görebilirsiniz. “Delilik benim tek savunma mekanizmamdı. Beynimin çeperlerine bu korku anları, bütün haşmetiyle bir denizin karanlık dalgaları gibi çarpar, ölüm, öldürülme duygusu panik sözcüğünün bile yetersiz kalacağı bir korku girdabı içinde beni çaresiz, çırpınır vaziyette bırakırdı. Bu aşırı korkumu telafi etmek için, düşüncelerimin meydana getirdiği çılgınlık, çağrışımların çözülmesiyle beynime hükmetmeye başladı. Ülkemin Ruslar tarafından işgal edildiğini benim de işgal güçlerine mukavemet eden, gizli bir direniş örgütünün üyesi olduğumu düşünmeye başladım. Paranoya, büyük kente ulaştığımda tümüyle tek gerçeğim oldu. Olmayacak şeylerden anlamlar çıkarıyor, deliliğin hayal dünyası içinde kendimi millî ajan sanarak, korkumu alt edecek erke, güce kurgusal olarak sahip oluyordum.”
YAZARIMIZ HAKKINDA YAPILAN YORUMLAR
- Post-modern, modern anlatı tekniklerini kullanarak, üst kurmacanın imkânlarıyla, polisiye hikâye kurgusu metinler arası göndermelerle, farklı bir gerçeklik düzleminin mümkünlüğü sorununun tartıştığı ilk romanı “ Sol Kapak Takımında Çatlaklar “ Şair, yazar Çiğdem Sezer’in, Hayal Dergisinde kaleme aldığı bir yazıda, deneysel romanın başarılı örneklerinden sayıldı.
- Ağustos 2009 da çocuklar için yazdığı “ Define” adlı çocuk öyküleri Hayal Yayınlarınca kitaplaştırıldı. “Mükâfat” Hayal Y. 2009. Tasavvuf geleneği içinde bir aşama olarak görülebilir.
- Şiir serüveninin ilk döneminde, anılara, hayatın görünümlerine yaslı, zaman zaman lirik-romantik edadaki şiirlerle. özellikle İstanbul’u izlek edinen, şehir şiirleriyle dikkati çekti. Safranbolu’da Tek Deniz Feneri ( 1991. ) ve İstanbul Unutkan Yosma ( 1994. Karşı. Y.) adlı kitaplarında da yer alan şiirler, eleştirme Tuncer Uçarol: “ İstanbul şiirleri çok daha güzel Cinozoğlu’nun. İstanbul’un kendinden bile güzel” olarak nitelendirdi Yeni Biçem dergisinde yayımladığı” İki Kentin Yakışıklısı” başlıklı denemede. Sonraları bireyin içsel karmaşasını, ontolojik endişe, varoluşçu kaygıları, ağırlıklı olarak, psiko patolojik halleri serimlediği şiirler yeni bir damar olarak belirdi. Bu damar genişleyerek bir misti- metafizik izleklerle egzistansiyalist bir derinlik kazandı. 2001 Yılında yayımlanan.” Gölgesiz Kandil”( Hera Y ) kitabıyla başlayan bu dönem “ Kör Sahaf” ( Mühür Y. 2007 ) Sınır Ötesi ( Hayal Y. 2008) mistik- metafizik imkânlarla zenginleşerek, nadiren toplumsallığı da içeren tutarlı bir Modernite eleştirisiyle dikkat çekiyor.
4-”Cinozoğlu özgün bir sestir şiirimizde. Victor Hugo’nun altını çizerek belirttiği “başka olma”yı başarmış bir şair. Onun şiirleriyle ilk karşılaştığımda tarihle bugünü birleştiren bir ışık tayfının yüreğimi kamaştırdığını hissettim. Dahası, ‘puhu kuşunun kanatları gölgesinde’ sayrı düşlerle geçen bir çocukluğun ‘patetik’ duyarlılıkla başlayıp reel dünyadan teğet bir olgunluğa uzanan, zaman ve mekân kavramının kaybolduğu özgül ve bir o kadar da zengin iç dünya vahasıydı bize yansıttığı. Cinozoğlu, tıpkı bir ‘kılavuz’ gibi okurun elinden tutarak ‘geçmişin’ ve ‘bugünün’ sahnesinde olup bitenleri kalbinin gelgitlerinde işleyerek geleceğe dair yeni bir bilinç alanı açar, dünden aldıklarını bugünle ve yaşanmışlıklarla birleştirip kimi zaman gri, kimi zaman renkli bir pencereden bize iletmeye çalışır.” (Osman Günay)
ŞİİRLERİNDEN BİR DEMET
MASUM ÜLKE “Hasta kadınımsın benim Ürkek ve yenilmiş” (*) gelir masum ülkeme ırmaklar coştuğunda gözetir gecenin gözyaşlarını mağlup mahzun anneleri şehrin zemherisi daha çetin köyün zemherisinden uzakken daha çok sevilir bir kadın bir gurbet bir çocuk ne gurbetim işgal edilsin ne masum ülkem sonunda sevinç varsa geceyi aşmalıdır insan dünya ağlamalıdır bir çocuk ağladığında acıdan sevinçten ördüm yüreğimdeki kaleyi bir deli ağaca bakıp söyledim türkülerimi dilek tuttum kavuşmanın büyük sevinci için niyet kuşları intihar etmesin | BALKON kuşları öldürmezdim pençelerim olsaydı bile zaman zaman gelir sevincimizi artıran melek bizi de ısıtır yoksulları ısıtan güneş yüksek yaptılar evlerinin balkonlarını birbirinden üstün olmak isteyen ahâli güneşi yağmuru geçirmez kara şemsiyeleri |
Hamit Ergüven