YÜZÜNDEN GÜLÜCÜĞÜ EKSİK OLMAYAN ADAM

Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir’dir) Burdur‘un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy‘de doğdu, doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Tahir Baykurt’un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli’dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen amcasının adı olan Tahir adı verilir.

NEYYA Saatli Edebiyat Takvimi’nin yaprağı bugün hep gerçeği arayan ve peşinde koşan, doğrunun , adaletin, hak mücadelesinin yılmaz savunucusu bir adamın, yüzünden gülücükleri eksik olmayan bir yazarın konuğuydu. Saygıyla anıyoruz.

1943 yılında ilkokulu Akçaköy’de bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü‘ ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçeye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;

Isparta Gönen Köy Enstitüsü

Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı.

Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu.”

Köy enstitüsünden 1948 yılında köy öğretmeni olarak mezun olduktan sonra, kendi köyüne yakın olan Kavacık köyüne , daha sonra da Dereköy’e atandı.

HİÇ VAZGEÇMEDİ

1958 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ilk romanı Yılanların Öcü nedeniyle hakkında kovuşturma açıldı. Altı ay açıkta kaldıktan sonra hakkında takipsizlik kararı verilen Baykurt; 1960 İhtilali’nden sonra, Ankara ilköğretim müfettişliğine getirildi.

1962-1963 yıllarında Amerika‘ya giderek, Bloomington İndiana Üniversitesi’nde, ders araçları konusunda uzmanlık eğitimi gördü. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürdü. 1965 yılında  Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kuruluş  çalışmalarına katılarak, aynı zamanda başkanlığını da yürüttü.

Fakir Baykurt, 1951 yılında Muzaffer adında bir hanım ile evlendi. Işık (d.1957) ve Sönmez (d.1958) adında iki kızı, Tonguç (d.1962) adında bir oğlu vardır. Adına her yıl ödüllü öykü yarışması düzenlenen Fakir Baykurt, 11 Ekim 1999 tarihinde Almanya Essen’de pankreas kanserine yenik düşerek yetmiş yaşında vefat etti. Duisburg’da düzenlenen törenden sonra İstanbul’a getirilerek Zincirlikuyu’da defnedildi.

EDEBİ KİŞİLİĞİ

Yapıtları edebi değerinin yanı sıra  toplumbilim ve halkbilim yönünden zengin bir kaynak olarak da görülen Baykurt’un kullandığı dil doğal, yalın, şiirsel bir halk Türkçesi olarak değerlendirildi. Fakir Baykurt, romanlarında ve öykülerinde  köylülerin toprakla mücadelesini, tarım emekçilerinin üretici gücünü, bu gücün farkında olamamışlığını, toprakların yetersizliğini, toprak için suyun önemini, köylülerin yaşamını benzersiz portreler yaratarak anlatmıştır. Köylüler için eğitimin ve sağlık hizmetlerinin yetersizliğini, bu konudaki bilgisizlik ve cehaletin yarattığı sorunları, köy insanlarının en büyük sorununun devlet olduğu gerçeğini ortaya koymuştur.

Fakir Baykurt, 14 roman, 10’u aşkın öykü kitabı, 8 ciltten oluşan özyaşamöyküsü ve düşünce yazılarının yer aldığı birçok kitapların yanı sıra çocuk kitapları da yazmıştır. İlk öykü kitabı, 1955 yılında yayınlanan Çilli, ilk romanı ise Yunus Nadi roman yarışmasında birincilik ödülü kazanan Yılanların Öcü’dür.

Fakir Baykurt, 65 yıllık yaşamını Özyaşam başlığı altında 8 ciltte yazmıştır. Yazarın sağlığında sadece ilk iki cildi yayınlanan “Özyaşam’‘ı 8 ciltlik bir nehir roman olarak niteleyen yayınevinin değerlendirmesi bu yüzden çok gerçekçidir. 8 cilt, 3292 sayfa, 560 bölüm… Fakir Baykurt verimli yazarlık sürecini görkemli bir Öz Yaşam’la taçlandırmıştır. Fakir Baykurt, Özyaşam’ında çocukluğunu Köy Enstitüsü’deki öğrencilik yıllarını, köy öğretmenliğini, “Yoksullar Üniversitesi” olarak nitelenen Gazi Eğitim Enstitüsü öğrenciliğini, giderek şekillenen ve hızlanan yazın yaşamını, Özüm Çocuktur, Köy Enstitülü Delikanlı ve Kavacık  Köyünün Öğretmeni başlıklı üç ciltte toplamıştır.

 BAZI ESERLERİNE YAKINDAN BAKIŞ

KARA AHMET DESTANI    1958 – Yunus Nadi Roman Ödülü

Kara Ahmet bir zeki oğlan. Irazca’nın torunu, Bayram’ın “oğluş”u, Haçça’nın “çocca”sı. Karataş köyünde boy verip serpilen, sonra anasıyla, babasıyla, kardeşleriyle şehre göçüp, ninesini köyde yalnız koyuveren bir kara oğlan. Aklı fikri okumakta. Tek gayesi bir gün kaymakam olmak. Kırmak yoksulluğun, yoksunluğun belini.Şehre göçer göçmez okula yazılır Ahmet Oğlan. Okulun en birincisi olur. Her şey iyi gidiyor derken, babası başka akıllara uyar, ortaokul lise yerine onu “hoca”ya göndermeyi, İmam Hatip’e vermeyi koyar kafasına. Ahmet direnir annesiyle el ele verip. Ne de olsa Irazca’nın torunudur. Babasına rağmen bitirir ortaokulu liseyi, girer Ankara’da Siyasal’a. Fakülte’de yeşil parkalı “abi”lerle tanışır Anlar öğretilenler başka, hayat başka. Yoksulların, emekçilerin yanında yer alır, gün olur coplanır, gün olur hapislere düşer…
Kara Ahmet Destanı, bir çocuğun direnerek gün gün nasıl aydınlığa çıktığını anlatıyor; aynı zamanda emekçilerin, yoksulların ve tıpkı Ahmet Oğlan gibi onların yanında umuda yürüyenlerin mücadelesini dile getiriyor.

YILANLARINÖCÜ

Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Roman Ödülü 1958

Türkiye’nin güzel mi güzel, yoksul mu yoksul bir köyüdür Karataş. Kara Bayram da bu köyün yoksullarından biridir. Babadan kalma tek odalı bir evde yaşar, iyi huylu karısı, üç yavrusu, bir de evinin direği anası Irazca’yla. Dertli kadındır Irazca, yaslıdır. Ama dişlidir bir o kadar da. Kendi yağlarıyla kavrulup giderlerken, bir gün huzurları kaçar

Muhtar Cımbıldak Hüsnü’nün kayırdığı Haceli evlerinin önüne ev yapmaya kalkışır çünkü…

 Tabii Irazca dikleşir; kızılca kıyametler kopar köyde… ve kasabada. Gelmedik kalmaz başlarına.

 Fakir Baykurt, bu romanıyla, köy yerindeki küçük hesapları, bu hesapların peşinde koşan fırsatçıları, onların siyasetteki, bürokrasideki uzantılarını ve o zalimlerin ezmek, yok etmek istediği aydınlık, güzel insanları anlatıyor; kısacası yine “memleket meselelerine” değiniyor. Hem de, sakıncalı damgası yemek ve zamanında pek çok tartışmanın ve dolayısıyla husumetin odağı olmak pahasına…

İki kez filmi çekilen, edebiyatımızın tartışmasız bir başyapıtıdır

1970 – TRT Sanat Ödülleri


1971 – Türk Dil Kurumu Roman Ödülü

1978 – Orhan Kemal Roman Armağanı

TIRPAN

Ankara ’ya bağlı bir köydür Gökçimen..Bir tepenin eteğinde uzanır. Kızlarıyla nam salmıştır. Bu köyde, çayır çimenin yeşili kızların gözüne yansımıştır. Bu yüzden göküş olurlar..Biraz büyüyüp serpildi mi, birkaç altın akçaya yaşlı ve zengin adamlara verirler sorgusuz sualsiz..
Fakir Baykurt, istemedikleri adamlara verilen kızların kendilerini asarak kaderlerine karşı koymaya çalıştıkları öykülere
inat, edebiyatta devrimci tutumunu sürdürerek, boyun eğmeyi değil, direnmeyi yüceltiyor bu romanında da.

GECE VARDİYASI

1985 ALMAN ENDÜSTRİ BİRLİĞİ YAZIN ÖDÜLÜ

Altı yaralının en ağırıydı Bektaş. Köylüsü Muharrem, bir anda gitmişti. On dört yıldır yan yana çalışıyorlardı. Ama araları yoktu. Politik görüşleri uyuşmadığı için sık sık tartışıyorlardı. Tartışmaları kavgaya dönüyordu. Şöyle böyle derken Almanya’da on yedi yılları geçip gitmişti. Bir süre içinde Muharrem’in Allaha inancı artmıştı. Namaza abdeste daha çok dikkat eder olmuştu. Karılarını, çocuklarını getirmeden önce Bekâr İşçiler Heimi’nde bir odada ancak dört ay kalabildiler birlikte. Ayrıldılar. Muharrem Bektaş’a, “Koyu solcusun!..” diyordu. Bektaş da ona, “Yıllardır ocaklarda çalıştığın için kafan kömürlenmiş, işlemiyor!..” diye karşılık veriyordu. İlişkileri gün geçtikçe serteliyordu..,

BARIŞ ÇÖREĞİ                     

1984 – Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü 

“Türküz efendim…” dedim.
“Neden Türkçe konuşmuyorsunuz madem?”
Aaaa! Kadın eni konu sıkıştırıyor! Elinden gelse polis çağırıp teslim edecek bizi.
“Şu oğlanlardan sıkıldık teyze!” demek de işimize gelmedi tabii. “Biz Almanya’dayız. Türkçemiz o kadar iyi değil. O yüzden Almanca konuşuyoruz…” dedim, hem de babamın öğütlediği gibi biraz da alttan aldım.

“Üç buçuk gün Almanya’ya gitmekle, aslınızı ne tez unuttunuz? İnsan ana yurdunu, ana dilini böyle aşağılara mı iter? Ayıp değil mi?”

“Ama orada derslerimiz Almanca!”
“Olsun! Gene de Türkçe konuşacaksınız.”

Hamit Ergüven