Hikaye ve Roman Yazarı

“Susuyoruz bak hep. Söyleyemediklerimizi susuyor, bilmediklerimizi konuşuyoruz. Bozkır senden benden yalnız, oysa yaratık dolu, yaşam dolu –ya karıncalar. Hep oturup cigara içiyoruz yetersiz, konyak içiyoruz yetersiz, en asıl yetersiz biziz, yalnızlığımız en yetersiz –ya bozkır. Ben kadının biriysem sevilmeliyim, sen bilmezsin güzel miyim, en büyük güzelliğim senin bilinmezliğin, duymazlığın –ya en boş damlalar gözlerimizde.”

Değişim Dergisi 20 Kasım 1961-“Ne güzel suçluyuz biz hepimiz” 

Güçlü kadınlara her daim hayranlık duydum. Biyografilerini okumak, filmlerini izlemek, yaşam içinde hikayelerini dinlemek, gözlemlemek sadece mutluluk vermiyor, gururlandırıyor ve motivasyonumu kuvvetlendiriyor. Cumhuriyet devri hikâye ve roman yazarlarından Sevgi Soysal’da benim için öyle kadınlardan. Değerlerini hâkim karşısında dahi korkusuzca dile getirecek cesaretiyle, onu mutlu edecek erkeği bulana, kaleminin özgürlüğünden feragat etmeyip olduğu gibi kabul ettirene kadar mücadelesini hiç bırakmadı. Ta ki genç yaşında hücrelerini ele geçiren amansız hastalıkla savaşana kadar bu durum devam etti.  Anneliği de öyle kolay ve rahat yaşamadığı gibi kısa yaşamında bir de sürgüne gönderildi.

30 Eylül 1936 tarihinde İstanbul’da başlayan kısa ama iki ömre sığabilecek hikayesine geçersek; ailesinin üçüncü çocuğu olarak doğan küçük Sevgi’nin babası İmar ve İskan Bakanlığı bürokratlarından Selanikli olan mimar Mithat Yenen, annesi evlendikten sonra Aliye adını alan, Alman asıllı Anneliese Rupp’tu. Babası Mithat Bey’in son derece şakacı olduğu, ironik tavrı belirtilerek kızı Soysal’ı “sipsi” diye çağırması, Soysal’ın da yetişme çağlarında bu tavrı benimsemesiyle eserlerine yansıyacaktı.

Ankara’da başlayan eğitim hayatı yine başkentte devam etti. Ankara Kız Lisesi’nin ardından 1952 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nde okumaya başladı. Aynı üniversitede İngiliz Filolojisi bölümünde okuyan Özdemir Nutku ile tanışan Sevgi Yenen, 1956 yılında evlendi. O artık Sevgi Nutku’ydu. Aynı yıl üniversite eğitimini yarıda bırakarak, bir burs kazanan Özdemir Nutku’nun peşinden, Almanya Göttingen’e gitti. Burada kendisine yakışanı yaptı ve yarım kalan eğitim hayatını bir süre Göttingen Üniversitesi’nde arkeoloji ve tiyatro dersleri alarak devam ettirdi. Bu arada zor geçen hamileliği nedeniyle 1957 yılında Türkiye’ye döndü ve 1958 yılında ilk çocuğu Korkut’u dünyaya getirdi. Korkut, otistikti; gelişimi için gereken özel ilgi ile bakım ve Özdemir Nutku’nun 1959 yılında Almanya’dan döndükten sonra askere gitmesi evliliklerinde sorunlar yaşanmasına ve 1959 yılında ayrılmalarına neden oldu. Aynı yıl  Alman Büyükelçiliği’nde Alman Kültür Merkezi ve İrtibat Bürosu’nda çalışmaya başladı. Evliliği, sıkıcı işi, evi, bebeği ve bulunduğu entelektüel çevre içinde ilk yazılarını kaleme aldı ve edebiyata öykü ile giriş yaptı. Sevgi Nutku’nun ilk hikaye denemesi 20 Kasım 1961 yılında “Ne güzel suçluyuz biz hepimiz” adıyla Değişim dergisinde yayımlandı. İlk dönem eserlerinde bireyin ruhsal durumlarını işledi.

1960-1964 yıllarında Dost, Yelken, Ataç, Yeditepe gibi birçok dergide çeşitli öykü ve yazıları yer aldı. Max Frisch’in’in’in “Andorra” ve Franz Kafka’nın “Mezar Bekçisi” adlı oyunlarını Türkçeye çevirdi. Bir süre Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne devam eden Sevgi Soysal, tiyatro ve sinema yönetmeni Başar Sabuncu’yla tanıştı. Eşi Özdemir Nutku henüz askerdeydi ve kendisinden yedi yaş küçük Sabuncu’ya aşık oldu. İzinli olarak alarak eve gelen Özdemir Nutku, Sabuncu’nun özel eşyalarını ve mektuplarını bulunca da boşanma gerçekleşti. Ankara’nın ilk özel tiyatrosu Meydan Sahnesi’nde Haldun Dormen tarafından 1961 yılında sahneye koyulan “Zafer Madalyası” adlı oyunda Başar Sabuncu ile birlikte rol alan yazar 1965 yılında rol arkadaşı ile evlendi. Yazarın ilk öykü kitabı Tutkulu Perçem, 1962 yılında yayımlandı. 

Yine 1964’te yasayla özerkleştirilen TRT’de, Merkez Program Daire Başkanlığı’na getirilen Turgut Özakman’ın daveti üzerine, 1965 yılında TRT‘de program uzmanı olarak çalışmaya başladı.  Burada çeşitli programlar için edebiyattan uyarlamalar yaparken, 1965‐1969 yılları arasında Papirüs ve Yeni Dergi gibi önde gelen dergilerde de öyküleri yayımlandı. Yayınlanan öyküleriyle yeni bir tarza yöneldi. Kadın-erkek ilişkilerini, kadın sorununu, ağırlıklı olarak da 1960 sonrasında yaşanan sosyal ve siyasal olayları ele aldı. 

TRT muhabiri olarak Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne Mümtaz Soysal ile röportaj yapmaya gittiğinde bu görüşmeden çok etkilenmişti. “Venüslü Kadınların Serüvenleri” adlı bir tiyatro oyununu da bu yıllarda yazdı.  1969 yılını arkeoloji diplomasını alarak bitirdi.

Çok tartışılan kitabı “Tante Rosa” birbirine bağlı öykülerden oluştururken, ona teyzesi Rosel’in kişiliği ilham olmuştu. 1968’de yayımlanan kitabı Sevgi Soysal’ın anneannesinin, teyzesinin ve kendisinin, kadınsal sorunlarını ele almakla birlikte bu sorunları evrenselleştiren ve bir kadının ince, keskin duyarlılığıyla veren bir romandır. Eser büyük ölçüde bir aile hikayesi. Eserin merkezinde Soysal’ın anneannesi ve teyzesi kadar kendisi de vardır. Üç kadının hayatındaki bu benzerliklerden tek bir kadına, yani Tante Rosa’ya ulaşılır. Romanın mekansal anlamda Almanya’da geçmesi ve Sevgi Soysal’ın da annesinin Alman olması gibi daha birçok etmen, Tante Rosa’nın bir yönüyle otobiyografik roman olma özelliğini pekiştirdiği pek çok yerde yapılan bir değerlendirme olmuştur.

“Bir mektup bıraktı Tante Rosa arkada, üç çocuk bıraktı, biri emzikte, kaz kızartması ve elma pastası yapmasını, yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızı bıraktı. Margarita ekili bir küçük bahçe, tahta merdivenli, yüksek tavanlı, çalar saatli bir ev bıraktı, her pazar sabahı kiliseye giden, her pazar öğleden sonra koynuna giren kocayı bıraktı, şapka giyen komşu kadınları, sümüklü çocuklarını bıraktı, onların kocalarını, onların da kaz kızartmalı hayatlarını bıraktı, kiliseyi bıraktı, çan seslerini, org seslerini, noel şarkılarını bıraktı, kiliseden dönen çocukların attığı kar topuyla delinen camı tıkadığı sol memesini, yüreğini yağ tabakasıyla örten sol memesini bıraktı. Gitti.” (Tante Rosa)

1970’te yayımlanan “Yürümek” adlı ilk romanında kadın-erkek ilişkisi ve evlilik temasını işledi.  “Yürümek” ile edebiyat çevrelerinde adından söz ettiren yazar, 1970’de Başar Sabuncu’dan ayrıldı. Evliliği süresince yazı ve kitaplarında Sevgi Sabuncu imzasını kullandı.

Aynı yıl TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda Başarı Ödülü kazanan “Yürümek” adlı kitabı, darbenin hemen ardından müstehcen bulunarak toplatıldı ve yargılandı.

12 Mart 1971 tarihinde muhtıra sonrası siyasi sebeplerle tutuklanan yazar, yirmi yedi gün gibi kısa bir süre hapis yattı. Ancak hapis yaşamı bununla kısıtlı kalmadı. 1971 yılında yanında iki kimlik olmasına rağmen, kimliksiz diye tekrar tutuklandı. Özgür kaldıktan kısa bir süre sonra da ‘‘orduya hakaret ettiği’’ iddiasıyla hapse atıldı. Bütün bunlar ödül aldığı TRT‘den de atılmasına neden oldu. İşte yargıçla müthiş diyaloğu o günlere denk gelir: Kimlik tespiti sırasında, meslek hanesine ‘‘ev kadını’’ yazan yargıca itiraz eder, zılgıtı yer: ‘‘Ev kadını değilmiş! Nesin ya? TRT’den atılmışsın işte…’’ Dilini tutamaz: ‘‘Siz yargıçlıktan atılırsanız, ev erkeği mi sayılacaksınız?’’ O gün duruşmadan atıldı.

Sıkıyönetim mahkemesince ikinci kez tutuklandı. Bir süreliğine Yıldırım Bölge’ye gönderildi. Burada “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” romanını yazdı. 12 Mart Muhtırası’nın arifesinde tutuklanan Mümtaz Soysal da cezaevindedir. Yıllar önce yaptığı röportajla büyük hayranlık duyduğu Mümtaz Soysal ile 1971 yılında  Mamak Cezaevi’nde evlendi.  1972 yılında Merkez Cezaevi’ne nakledilen yazar Sevgi Soysal olarak, iki ay kadar burada kaldıktan sonra kısa bir süre için Nevşehir’e ve hemen ardından da yaklaşık üç aylığına Adana’ya sürgüne gönderildi. 1973 yılında kızları Defne, 1975 yılında ise Funda doğdu.

12 Mart Muhtırası sonrasında işsiz kalan pek çok gazeteci; Haldun Simavi’nin öncülüğünde kurulan ANKA haber ajansında toplandı. Sevgi Soysal ANKA’nın ve Sosyalist Kültür Derneği’nin kuruluşunda katkıda bulundu. Sevgi Soysal’ın Adana’da sürgünde bulunan bir kadının başından geçen olaylar etrafında geçen ve 12 Mart Muhtırası sonrası eleştirilen romanı “Şafak” 1975 yılında yayımlandı. Aynı yılın sonbaharında rahatsızlanan Sevgi Soysal’a kanser teşhisi kondu. 1975 sonbaharında bir göğsü alındı. Eylül 1976’da bir ameliyat daha geçirdi ve tedavi için eşiyle birlikte Londra‘ya gitti. Politika gazetesinde tefrika edilen cezaevi anıları 1976 yılında “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” başlığıyla kitaplaştırıldı. Yazarın hastalık deneyimini ve 12 Mart sonrası ülkedeki değişimi anlatan öykülerini topladığı “Barış Adlı Çocuk” da aynı yıl yayımlandı. Sevgi Soysal üzerinde çalıştığı “Hoş Geldin Ölüm” adlı romanını tamamlayamadan 22 Kasım 1976’da 40 yaşında yaşama gözlerini yumdu.

Sefa Yüce, “Sevgi Soysal Hayatı, Sanatı ve Eserleri” kitabında yazar hakkında yaptığı değerlendirmelerinden bir bölümü şöyledir: 12 Mart döneminde “muzır kişi” olarak görülen yazarın anılarının, yapılan değerlendirmelere göre daha çok politik bir hüviyet kazandığı fark edilmektedir. Bu elbette doğal karşılanmaktadır çünkü hayatına bakıldığında yazarın kendisi bir aydın endişesiyle daima politikayla ilgili, içli dışlı olmuştur. Yargılamalar, cezalar, ölüm korkusu ve basık hapishane atmosferi anılarında yoğun bir şekilde anlatılır. Soysal’ın öykülerindeki alaycılık, mizah, zaman zaman aile çevresiyle bağlantı kurularak açıklanır. Bunlar Sevgi Soysal’ın mizacı ve yaratıcılığına ışık tutan önemli verilerdir. Soysal, edebi anlayış bakımından geleneksel tarzdan ayrılarak modern edebiyatın olanaklarına yoğunlaşır. Onun Batı edebiyatını, özellikle “Çağdaş Alman Edebiyatı’nı yakından” izlemesi bununla yakından ilgilidir. Ayrıca Soysal’ın Türk edebiyatındaki yeri, eserleri ve yazarın edebiyat dünyasına etkisi son derece önemlidir. Çoğu eserinde “dejenere olan toplum yapısının eleştirisini” yaptığı gözlenir.

Yeni Ortam ve Politika gazetelerine yazdığı yazılar 1977’de “Bakmak” adlı kitapta toplanır. TRT’de çalıştığı dönemde kaleme aldığı radyo oyunları ve radyoculuk üzerine yazıları 2017 yılında “Venüslü Kadınların Serüvenleri” adıyla yayımlandı.

Sevgi Soysal’ın kitaplarına girmemiş hikâye, çeviri, eleştiri yazısı gibi edebi metinleriyle kendisiyle yapılmış söyleşi ve soruşturmalardan oluşan kitabı “Tekliğin Türküsü” de 2018 yılında yayımlandı. Gerçekçi toplumcu  eserler veren yazarın benim için en büyük eseri ömründen daha yaşlı öz yaşam hikayesi oldu.

Eserleri:

Roman           : Yürümek (1970), Yenişehir’de Bir Öğle Vakti (1973), Şafak (1975), Hoş Geldin Ölüm (1980, ölümünden sonra), Bütün Eserleri (8 cilt, 1986) 

Öykü              : Tutkulu Perçem (1962), Tante Rosa (1968), Barış Adlı Çocuk (1976) 

Anı                 : Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976) 

Deneme          : Bakmak (1977) 

Ödülleri          : 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü Yürümek ile 

  1974 Orhan Kemal Roman Armağanı Yenişehir’de Bir Öğle Vakti ile

Özlem Budak

Kaynakça:

dergipark.org.tr/en/download/article-file/316078 Metin Dilbilim İmkânlarıyla Bir Sevgi Soysal Biyografisi/ ARŞ. GÖR. SERCAN CEYLAN

biyografi.info/kisi/sevgi-soysal

biyografya.com/biyografi/14517