(d. 1922, Adapazarı -ö. 9 Aralık 2002 İstanbul)

1922 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir.  Asıl adı Mustafa Faik’tir.  Yazarın annesi onu doğurduktan kısa bir müddet sonra veremden ölmüştür. Bu yüzden annesini hiç tanıyamadan büyümüş, çocukluk yıllarını dedesinin Adapazarı’ndaki çiftliğinde geçirmiştir.

Faik Baysal ilkokula Adapazarı’nda Rehber-i Terakki İlkokulu’nda başlar ancak bu okulda sadece iki gün kalabilir. Okuldaki çocuklar tarafından üzerine atılan iftira sonrasında büyükbabası tarafından okuldan alınır. Yaşadığı olay Faik Baysal için gelecekteki düşüncelerini ve eserlerinde işlediği konuları belirleyen bir dönüm noktası olur, bu olayı şöyle anlatır;

 “Çocuklardan biri taş attı ve sınıfın camlarından biri kırdı. Hemen koşup gelen nöbetçi öğretmene camı benim kırdığımı söyledi. Öteki öğrenciler de ona tanıklık ettiler. Bir saat süreyle tek ayak üstünde durmak cezasına çarpıldım. Bu olay benim yüreğimde derin bir yara açtı.

Okuldan alınarak İstanbul’da Saint Joseph Fransız okuluna yatılı gönderilir. Altı yaşında başladığı Saint Joseph Lisesi’nde ilk, orta ve liseyi bu okulda bitirerek çıkar.

Saint Joseph Lisesi’ndeki yıllar Faik Baysal için kişiliğinin, hedeflerinin, hayallerinin oturduğu, hayatı sorgulamaya başladığı, hem büyük bir kent olarak yeni bir dünyayı hem de kendi iç dünyasını keşfettiği bir okul vazifesini görür. Uzun zaman okula alışmakta zorluk çeker. Yalnızlık duygusunu ağır biçimde yaşadığı bu yıllarda edindiği arkadaşları onun düşünce ve ruh dünyasını etkiler. Okulun “yüksek ve kalın duvarları arasında” ve papazlardan korkuyla geçirdiği günler onu hasta eder. Ortaokul yıllarında annesi vazifesini gören ve onu yetiştiren babaannesini kaybeder. Bu hadise de onu hayatta en çok üzen olaylardan biri olacak, bu ölüm eserlerinde de konu olarak yer alacaktır. Baysal, yalnızlığının giderek arttığı lise yıllarında “annesizlik” duygusunu daha derinden yaşar. Yazarın özellikle Madam Bambu romanında görülen bireyin yalnızlık duygusu, annesizliğin getirdiği sevilme ihtiyacı gibi duygular, içinde giderek derinleşen bir duygu olarak bu dönemde hissedilir:

“Cumartesi günleri, öğleden sonra, anneler gelip çocuklarını alıyor ve onları seve okşaya eve götürüyorlardı. Ben de çok bekledim. Bir kadının gelip beni almasını, okşamasını, sevmesini bekledim. O kadın da hiçbir gün gelmedi. Gelemezdi zaten. Çünkü benim beklediğim kadın Adapazarı’nda, Erenler Mezarlığı’nda yatıyordu.

1939 yılında liseyi birincilikle bitirir. Faik Baysal lisede iken zaman zaman amcasının Burgazada’daki yalısına gidip gelmektedir. Bu ziyaretleri esnalarında Burgazada’nın ünlü sakinlerinden Sait Faik ile de tanışacaktır.  

Sait Faik’le ilgili bir anısını söyle anlatır :

1940’lı yıllar. İskelede vapurdan indim, otuz kırk metre kadar yürüdüm, baktım hemşerim Sait Faik yolumu kestik, on metre kadar ilerimizde bizden uzaklaşan bir bayanı göstererek:

‘- Adaş, şu Rum kızına, Alexandra’ya söyler misin Sait seni seviyormuş diye.’ ‘Kendin söylesene’ diye cevapladım. ‘Ben korkuyorum’ dedi titreyen bir sesle. ‘Ben tüm kadınlardan korkuyorum’ diye cevapladım ürkekçe bir ses tonuyla. ‘Olsun, sen yabancısın, sana bir şey yapmaz. Hadi, hadi ama, lütfen…’

Orta boylu siyah saçlı bayana doğru çaresiz yürüdüm. Yaklaşınca seslendim. Erkek suratlı esmer yüzlü bayan biraz da öfkeli bir yüz ifadesiyle bana döndü: ‘Ne var?’ işaret parmağımla sahilde otuz-otuz beş metre kadar uzağımızda meraklı gözlerle bize bakan Sait Faik’i göstererek: ‘Bu bey sizi seviyormuş’ diyebildim. Şaşırmıştı bayan. Rum şivesiyle de olsa sormadan edemedi: ‘Ne iş yapoor o bey? Balıkçı mı?’ Böyle sorması olağan kabul edilmeliydi. Zira bizim Sait sık sık balıkçılarla düşüp kalkıyor, bazen de bir balıkçı kahvesinde pinekliyordu. Cevap verdim: ‘Hayır, hikâye yazarı. Ve de şair!’

Alexandra bir iki saniye düşündü, simsiyah gözlerini tekrar Sait’e çevirerek konuştu: ‘Bir şiir yazsın bana bakalım. Beğenirsem kabul ederim teklifini…”

Bilinler bilir, Sait Faik’in on üç hikâye kitabının yanı sıra bir tek şiir kitabı vardır: ‘Şimdi Sevişme Vakti.’ O kitaptaki ‘Masa’ şiirinin yazılış sebebi bu Alexandra’dır. Sait Faik Müzesi’nde bir fotoğrafı da vardır Alexandra’nın.

Liseyi bitirmiş ama II. Dünya savaşı çıkmış, işsiz kalmıştır. Varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu halde ailesi ile arası iyi değildir, bu yüzden zorluklar yaşamaktadır.

Elinde diploması ile kendine güvenirken bir anda kendini yaşam mücadelesi içinde bulmuştur. İnsanı gerçek dünyada ayakta tutacak unsurun okulda ezberlediği şiirler değil “ekmek” olduğunu idrak eder:

Şiir dışında hiçbir şeyle uğraşmak istemiyordum. Sevda fırını ekmek çıkarmıyordu, para gerekti. O da bende yoktu. (…) Çok geçmeden korkunç gerçekle karşılaştım. Karnımı doyuracak bir iş aradımsa da bulamadım.”

Aslında doktor olmak istemiştir ama İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde yükseköğrenimini tamamlar. Üniversite öğrenciliği yıllarında parasızlık ve açlık peşini bırakmaz. İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaştığı yıllarda yaşam mücadelesi başlayan Faik Baysal, bu dönemde yaşadıklarını Rezil Dünya romanının başkişisi Rafet’te yansıtır.

1941 yılında Ankara Topçu Okulu’nda yedek subay olarak askerlik hizmetine başlar. Askerlik süresince Büyük Doğu Dergisi’nde “Karıma Mektup” isimli şiiri yayımlanır. Bu şiirinde geçen “Gözyaşı yasaktır askere” mısraı nedeniyle yargılanarak tutuklanır.

“Bir üsteğmen beni alıp okul komutanına götürdü. Adam beni yarım saat kadar beklettikten sonra önündeki çekmeceyi açtı. Bir dergi çıkarıp önüme sürdü. ‘Bu şiiri sen mi yazdın?’ dedi. Bir dakika kadar sustuktan sonra gerçeği söyledim. Haşa, burnundan soludu ‘Oku şunu bana!’ diye emretti. Ben de nasıl yayınlandığını bilemediğim şiirimi elimden geldiğince kötü okumaya çalıştım. (…) Son dizeleri okur okumaz komutan zile bastı.”

On yedi gün süren yargılamanın sonunda Faik Baysal “Moskova damgası” yediğini belirtir ve bir buçuk ay hapse mahkûm olur. Baysal için bu mahkûmiyet süreci ayrı bir okul işlevi görür. Gerçekte, bir sürü öğretmenin, doçentin, profesörün, sanatçının bulunduğu bu koğuşa gelmekte geç bile kaldığını düşünür.

Gönderildiği cezaevinde Orhan Veli’ de yatmaktadır ve Orhan Veli ile orada tanışır. Bu tanışma sonrasında Garip şiirine ilgi duyacak, romanlarında ise toplumcu gerçekçi bir tutum takınmasında belki de etkili olacaktır.

Gazetelerde, şirketlerde, ansiklopedilerde çevirmenlik ve çeşitli liselerde Fransızca ve İngilizce öğretmenliği yapmış, gazetelerde ve dergilerde çalışarak zengin ailesine muhtaç olmadan kendi ayakları üstünde durmaya çalışmıştır.  İkinci Dünya Savaşı boyunca yedek subay olarak orduda görev alır.

Faik Baysal’ın bu yıllarda hayatında bir dönüm noktası olan olaylardan biri de 1943 yılında yaşanan Çerkeş depremidir. Faik Baysal, Sarduvan romanını yazıp bitirdikten sonra kitabının taslağı alay karargâhında General Sadık Aldoğan’ın eline geçmiştir. Faik Baysal bu durumdan korksa da generalin tepkisi tam tersi şekilde gerçekleşir. Aldoğan, kitabını bastırması için Baysal’ı özel bir izinle İstanbul’a gönderir. Yolculuğu esnasında Baysal bir gece Çerkeş’te Sebat Oteli’nde konaklar. O gece saat bir buçukta deprem gerçekleşir. Çok şiddetli geçen bu depremde otuz iki kişinin bulunduğu Sebat Oteli’nin enkazından kurtulan tek kişi Faik Baysal’dır. Bu deprem Faik Baysal için önemli bir dönüm noktası olur. Yazar, kendisini hayatı boyunca etkisi altında bırakan ve yaşadıklarıyla, hissettiği duygularla eserlerine de yansıyan bu depremden sonra hissettiklerini şu şekilde anlatır:

“Otelde sahibiyle birlikte otuz iki kişi varmış. Bir ben kurtuldum. Eğer buna kurtulmak denirse. Askeri hastaneye kaldırıldım. Arkasından zatürre, zatülcenp oldum. Seksen iki kilodan kırk bir kiloya düştüm. (…) Bu deprem beni mahvetti. Gece koşarak aşağı inerken hiç görmediğim bir çocuğun bacaklarıma dolanıp, ‘N’olur, beni de kurtar amca!’ diye bağırmasını hiç unutamadım. Gözyaşlarına boğulan sesi kulaklarımdan çıkmadı.”

1944- 1949 yılları arasında Fransızca öğretmenliği yapar. Yabancı dilleri bilmesi sayesinde İngilizce ve Fransızca özel dersleri vermiş, radyo spikerliği de yapmıştır. 1969 yılından itibaren Meydan Larousse çevirmenliği yapmaya başlamış bitene kadar da çalışmıştır.

1945 yılında Mubahat Hanım’la evlenen yazarın biri doktor biri çevirmen olan iki çocuğu olmuştur.  

1976 yılında ilk defa yurtdışına çıkan, Almanya’ya giden, İsviçre’yi, Fransa’yı gezen Faik Baysal bu tecrübesindeki izlenimlerini şöyle aktarır:

“İlk olarak 1976’da ülkeden ayrıldım. Almanya’nın çeşitli kentlerini gördüm. İsviçre’yi baştan başa dolaştım. Fransa’yı gezip gördüm. Bu ülkelerin hiçbiri beni etkilemedi. Yalnız Fransa’da sanatçılara gösterilen ilgi ve saygıyı kıskandım. Bir de tuvaletlerin temizliğine hayran oldum. Türkiye’nin kurtuluşunu da her şeyden önce tuvaletlerin tertemiz olacağı güne bağlar oldum.”

1969 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı kazanmış; 1984 yılında İnanç dergisi tarafından “Yılın Hikâyecisi” seçilmiştir. Faik Baysal’ın Fransızcadan birçok çevirisi vardır. Bunlardan birisi de Gabriel Garcia Marquez’in Nobel ödüllü romanı olan  “Kırmızı Pazartesi” dir.  Faik Baysal, 9 Aralık 2002’de yakalandığı akciğer kanserine yenik düşerek seksen yaşında iken  İstanbul’da vefat etmiş, İstanbul Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilmiştir.


Faik Baysal’ın Romancılığı ve Roman Anlayışı

Şiir, hikâye ve romanlarında çocukluk yıllarındaki Adapazarı’ndan sık sık söz eden Faik Baysal, bir söyleşisinde:

Tahta bavulla İstanbul’dan trenle Adapazarı İstasyonu’na gelişlerimi, istasyonda mis gibi kokan ceviz kütüklerinin kokusunu, çocukluğumda Çark Mesire’de içtiğim enfes Olimpos gazozunun tadını unutamıyorum’ diyerek Adapazarı’nın hayatındaki önemi vurgulamış oluyordu.

Şair ve yazar Faik Baysal’ın ilk şiirleri Gündüz dergisinde yayınlanmıştı. Yayımlanan ilk şiir “Tahta At “adlı şiir olmuştur (1936). Şair kimliği ile Garip şiirine yakın bir duruş sergiler. Şiirlerinde de toplumcu gerçekçi çizgide olan Baysal zaman zaman Garipçilerin “alelade” edasına sığınan her zaman konuşma dilinin imkânlarıyla, lirik, içli, hüzünlü bir çizgiyi benimsemiş, insana, hayata, dünyaya, toplumsala, trajik olana açık duran bir şair olmuştur. 

İstanbul ve Adapazarı başta olmak üzere, Türkiye’nin farklı coğrafyaları şiirlerine taşıyan Baysal, öykü ve romanlarındaki gerçekçi, gözlemci çizgisini şiirlerinde de sürdürmüştür.

Faik Baysal, 1943′ten sonra Varlık dergisinde yazmış, romanlarını tefrika hâlinde yayınlamıştır. Eserlerinin konularını büyük babasının yanında geçirdiği çocukluk yıllarından almış, roman kahramanlarını Adapazarı ve çevresi ile İstanbul’un kenar semtlerinde sefalet içinde yaşayan insanlardan seçmiştir. Romanlarında yaşadığı kentlerin insan manzaralarını malzeme olarak kullanmıştır. Bu açılardan Faik Baysal gözlemlere değer veren realist anlayışta bir sanatçıdır. Yazarın romanlarında Adapazarı’nda yaşayan tipleri ele aldığı görülür. Baysal, içinden çıktığı toplumun sorunlarına ilgi duyan, yaşanılan düzensizlik ve yoksulluklardan rahatsız olan toplumcu bir yazardır.

Baysal, edebiyatla iç içe yaşayan, çevirileriyle evrensel kültüre açılan bir yazardır. Edebi hayatı şiirle başlamış romanla devam etmiştir. Ama asıl ününü öykü ve romanlarıyla yapmış; “1940 Kuşağı” içinde yer almıştır.  1944’te yayımladığı ilk romanı Sarduvan ile romancılığa adım atmıştır. Romanın diğer baskılarındaki sunuş yazısında, Baysal; “Roman büyük gürültü kopardı ve sonunda edebiyat kazandı,” diye yazmış olması ilk romanı ile beğenildiğini ifade etmektedir.

Baysal, bu romanı yazmaya başladığında henüz on dokuz yaşındadır.  Roman toplumun sorunlarına ilgi duyan, yaşanılan düzensizlik ve yoksullukları dile getiren yaşadığı kent olan Adapazarı yöresinin insan-yaşam gerçekliğini dile getiren toplumcu ve sosyal bir romandır. Bunu kendisi şöyle dile getirir:

 “Ben Sarduvan’ı daha çok bu rezilliği sarsmak, okuyucuya uyarıda bulunmak, biraz abartılı da olsa insanımızın gerçek dramını gözlerin önüne sermek, edebiyatımızı saçma sapan kitaplarıyla halkı afyon yutmuş gibi uyutan tefrikacılarımızın gerçek yüzlerini ortaya koymak için yazdım.

Sarduvan zorlu bir yayın süreci geçirir. Baysal eserini yazdıktan sonra elindeki tek nüshayla eserini bastırmak için İstanbul’a giderken yaşadığı Çerkeş Depremi’nde bu nüshayı yitirir. Bazı değişiklikler yaparak romanı tekrar kaleme alır. Romanı yayımlaması için görüştüğü Remzi Kitabevi, Baysal’ın eserine “bir avuç İstanbul kadını” serpmesi durumunda yayınlayabileceklerini belirtir. Bu olay karşısında adeta çöken Baysal’ın eseri en sonunda, 1944 yılında Semih Lütfi Kitabevi’nde ilk baskıyı yapar. Ancak Semih Lütfi tarafından basılan roman yaklaşık yüz sayfası sansürlenmiş bir şekilde 220 sayfa olarak yayınlanır. Faik Baysal bu sansüre boyun eğmek zorunda kalır. Sarduvan’ın sansürlü hali dahi edebiyat dünyasında büyük tartışma yaratır. Tek parti döneminin baskıcı ortamında eserini yayınladığını ifade eden Baysal, hoşa gitmeyen şeyler yazarak bir “vatan haini” olarak nitelendiğini belirtir. Anadolu’nun görülmek istenmeyen gerçekliğini kaleme aldığını düşünen Faik Baysal romanının aldığı tepkilere ve eleştirilere şaşırır:

 “Neymiş? İnsanları değil bir sürü arsız köpeği yazmışım romanımda. Amacım toplumu ayaklandırmak, küfrü baş tacı etmek, haksızlıkları ve sefaletleri abartarak acımasız sermaye sınıfını küçük düşürmek, halkın vicdanını da din adamlarını soyguncu ve sömürücü olarak mahkûm etmekmiş.”

Romanın orijinal hali tam olarak 1993 yılında Can Yayınları tarafından 395 sayfa halinde yayınlanır. Bu basımın ardından Sarduvan, 1994 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanır.

1957’de ikinci romanı Rezil Dünya adlı eseri yayımlanır. Bu romanında da toplumcu sosyal gerçekçi yaklaşımını devam ettirmiştir. Köylü kentli gecekondu olgusunu işleyen bu romanında da realist anlayışını devam ettirmiştir.  Faik Baysal gelenekselle modern arasındaki çizginin önünü açan, düzyazıda yeni bir dil kurup biçim geliştirerek, farklı bakış açılarının edebiyatı nasıl zenginleştirebileceğini gösteren bir yazardır. Baysal, yöre/kasaba-kent gerçekliğini önceleyen bir tavır ile yazmış diğer eserlerinde de bu tavrını sürdürmüştür.

Elleri Sesinin Rengindeydi (1998) Rezil Dünya (1957), Drina’da Son Gün (1972) ve Voli (1993) romanları yaşadığı dönemdeki toplumsal değişimleri irdeleyen ve bunlara tanıklık eden dönemsel eserlerdir. Yazarın son romanı Madam Bambu’dur.

2002 yılında yayımlanmıştır. Bireysel temaların öne çıktığı roman hayattan bir beklentisi kalmamış yaşlı bir adam olan Senar Kul’un psikolojik sıkıntıları ve bunların toplumdaki etkileri üzerine kuruludur. Belediye Mezbahası’ndan emekli olan veteriner Senar Kul, eşinin vefatından sonra derin bir yalnızlığa ve dönülmez bir bunalıma düşmüştür.

Romanın başkişisinin bu bunalımdan kurtulmak amacıyla Mavi Motel’e gelmesi sonrasında yaşananlar romanın olayını oluşturur. Kendini, hayatını, etrafını sorguladığı bu dönemlerde tedavi olmak için psikologlara da gider. Roman başkişisinin eser boyunca karşılaştığı kadınlar onun sıkıntılarını daha da artıran bir unsur olarak karşımıza çıkar. Romanda Senar Kul başta olmak üzere etrafında psikolojik sıkıntılar çeken birçok insanın bunalımlarının sebebi cinselliğe bağlanır. Senar Kul’un motelde karşılaştığı, tanıştığı insanlarla ahlâkî, siyasî ve sosyal konularda toplumun içinde bulunduğu çözülme yansıtılır. Senar Kul bu yozlaşmış sistemin çürüttüğü insanlardan sadece biridir. Romanda işlenen ana tema bireyin kendiyle ve toplumla yaşadığı çatışma ve bunun ruhsal duruma etkisidir.

Kavanozdaki Adam isimli romanı Mesut Uçakan tarafından sinema filmi yapılmış, eser televizyonda dizi halinde gösterilince çok beğenilmiş ve büyük yankılar uyandırmıştır.

 27 Nisan 2001 tarihinde ASM’deki “Faik Baysal’a Saygı Gecesi”nin finalinde yaptığı teşekkür konuşmasında; “Ömrümce Avrupalı sanatçıları, özellikle de Fransız sanatçılarını kıskanmışımdır. Çünkü kendi toplumlarında, cumhurbaşkanlığından daha büyük ilgi görüyorlardı. Ama bu geceden itibaren artık kıskanmıyorum; zira benim ülkem de, benim şehrim Adapazarı da sanatçısına sahip çıkmasını bilmiştir.” diyerek mutluluğunu dile getirecekti.  [14]

Yazarın anısına her yıl Faik Baysal Edebiyat Ödülü düzenlenmektedir.

ROMANLARI

  • Güller Kanıyordu
  • Ilgaz Teyze Öldü
  • Rezil Dünya
  • Sarduvan
  • Voli
  • Drina’da Son Gün
  • Ateşi Yakanlar
  • Perşembe Adası
  • Sancı Meydanı
  • Nuni
  • Militan
  • Tota
  • Terlikler
  • Ayın Ucunda
  • Elleri Sesinin Rengindeydi
  • Kırmızı Sardunya
  • Madam Bambu

Şiirlerini Ayın Uçunda (1994) adlı kitabında topladı.

Işın Güner Tuzcular


KAYNAKÇA

FAİK BAYSAL’IN ROMANLARINDA SOSYAL MESELELER YÜKSEK LİSANS TEZİ   Ayşe Bengisu edebiyatvesanatakademisi.com/cumhuriyet-donemi-romancilarimiz/faik-baysal-hayati-ve-romanciligi/639

Can Yayınları

Wikipedi

Youtube