Salt aynada yansımak

Sahnelerin dışında oyunlardan uzak

Silinmiş alkışlar içinde

“Türk Tiyatrosuna imza atmış bir duayen. 88 yıllık bir çınar. Hamlet’in vazgeçilmez Polonius’u. Unutulmaz Cyrano. Muhsin Ertuğrul’la bilikte Küçük Sahne-Şehir Tiyatroları arasındaki gidiş-gelişlerden sonra kendi sanatının arayışıyla İstanbul Oda Tiyatrosu ve hala belleklerde yer alan Küçük Sahne Mücap Ofluoğlu Tiyatrosu… 1950’lerden bugünlere Lambo, Kulis, Park Otel, Divan Bar ve Çiçek Bar’da İstanbul gecelerinin ve Bodrum’un sevilen ismi. Her dönemde sanat-kültür camiasının kalbinde yer almış bir aktör. Orhan Kemal, Sait Faik, Orhan Veli’den Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Ümit Yaşar’a, Doğan Nadi, Rıfat Ilgaz, Sebahattin Ali’den İhan Selçuk, Oktay Akbal, Hasan Pulur’a, Cahit Irgat, Salih Tozan, Şirin Devrim’den, Lale Oraloğlu, Çolpan İlhan, Rutkay Aziz’e kuşakların gönül dostu, yol arkadaşı, can dostu…” -Nuri Dikeç-arka kapak yazısı-

Biz seyirciler için; kılıcının gücü kadar etkili ve güzel konuşmasıyla, hayli büyük burnuyla tanınan silahşör “Cyrano de Bergarac”tır o; bazen de Hamletteki Polonius…  Bazen bir temem, bir kelaj repliğinde kulaklarımızda hoş bir sedadır, geçmişin güzelliklerini, anıların fısıldayan bizlere. İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan söyleşi kitabı Silinmiş Alkışlar İçinde : Mücap Ofluoğlu Kitabı‘nda ise o kendini şöyle tanımlar :

Aynada bakıyordu gerçek yüzüne

Ne Polonius ne Harpagon ne Cyrano

Artık yalnızdı çizgilerinde”

-Mücaip Ofluoğlu / 1980-

Çizer Buğu Oltulu

Unutulmaz seslendirme sanatçısı, tiyatrocu, yönetmen, yazar, şair, gazeteci, aktör Mücap Ofluoğlu, 4 Kasım 1923’te İstanbul’da doğdu. Tam adı Mücap Nedim Ofluoğlu’dur. Nedim Radi ve Nedim Ofluoğlu imzalarını da kullandı. Öğretmen Emine Yegâne Özdil ile Süleyman Radi Ofluoğlu’nun oğludur. Dedesi Hafız Mahmut Nedim’dir. Kabataş Lisesi’nde Fransızca öğretmeni olarak görev alan babası,  gene Kabataş’ta öğrenci olan ve Fransızcasını ilerletmek isteyen küçük dayı vasıtasıyla annesi ile tanışır. Uzunca geçen tanışıklık dönemi sonunda 1919 yılında evlenen çiftin ilk ve tek çocuğudur Mücap Ofluoğlu. Fakat ne yazık ki bu  evlilik uzun sürmez ve 1922’de aile dağılır. Anne Yegane hanım, savaş sırasında gönüllü hastabakıcılık yapan ve madalya ile ödüllendirilen cesur ve çalışkan bir kadındır. Boşanmadan sonra hali vakti yerinde olan baba evine yerleşmek yerine öğretmenlik sınavlarına girer, kazanır ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda babasız kalan kız öğrencileri okutan bir kurum olan Darüleytam’da öğretmen olarak çalışmaya ve oğluyla birlikte yeni bir hayata başlar. Babasız öğrencileri almaya gittiği bir Anadolu yolculuğunda Atatürk’le de tanışır. Ofluoğlu’nun üç teyzesi de 1930’ların Fenerbahçe Kulübü’nde kürek sporu dalında Türkiye’nin ilk kadın sporcularıdır. Böylece kaçınılmaz olarak Fenerbahçe’ye gönül veren küçük Mücap, kulübe bağlı olarak futbol ve tenis oynamaya başlar.

Küçük yaşlardan itibaren tiyatroya meraklı olan Mücap Ofluoğlu, Haydarpaşa Lisesi’nde okurken arkadaşlarıyla oluşturdukları tiyatro grubundaki başarısını gören edebiyat öğretmeni tarafından konservatuara yönlendirilir. Ancak bu yolda attığı ilk adımlar sonuçsuz kalır. 1938 yılında, on beş yaşında Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nün sınavlarına girer. Konservatuarın açılışının henüz üçüncü yılıdır. Galatasaray Lisesi’nde yüz kişinin katıldığı bir sınavda ilk üçe kalır ancak İstanbul’dan sadece bir aday alınacaktır, o da ilerleyen yıllarda adından hayli bahsettirecek olan Nihat Aybars olur. Ofluoğlu yılmaz, ertesi sene yine hazırlanır sınava. Ancak bu kez de sınavı İsmet Ay kazanır. Ofluoğlu tiyatrodan vazgeçmez ama hayatını idame ettirmek zorunda olduğundan, maden mühendisi olmaya karar vererek Zonguldak’a gider. Sahne tozu yerine, Üzülmez Ocağı’nda kömür tozu yutmak kalbinde derin yaralar açar. Eğitim ve askerliğin ardından, yedi yıl sonra İstanbul’da döner ve Canlı Hayvan Borsası’nda memur olur.

Tiyatrodan uzak kaldığı yıllarda, arkadaşı Faruk Kenç’in yardımlarıyla bazı sinema filmlerinde oynar. Ama onun gönlü tiyatrodadır. Kendi söylemiyle, “perde açıldıkça yükselen bir avuç alkış” istiyordur. Annesi oğlunun tiyatrodan uzak kaldığı için yaşadığı üzüntüye dayanamaz ve hiç tanımadığı birine, usta tiyatrocu Muhsin Ertuğrul’a mektup yazar. Mektupta oğlunun tiyatro sevdasını uzun uzun anlatır. Ertuğrul, bu samimi mektuba kayıtsız kalamayarak Mücap Ofluoğlu’nu Şehir Tiyatroları’na çağırır. Şöyle demiştir Ertuğrul: “Anne sevgisinin destanı olan mektubu defalarca okudum. Çocuğunuzu bekliyorum, gelsin bana. Kendisini tanımak ve meşgul olmak isterim.

Muhsin Ertuğrul ile tanışmasını şöyle aktarır Ofluoğlu  :

“Loş fuayeye girdim. Heyecandan neredeyse dönüp kaçacağım. Geldiğime pişman, elimde Muhsin Bey’in mektubu, korkak korkak kapalı kapılara, boş büfeye, duvardaki oyuncu fotoğraflarına bakıyorum. Hani titriyorum desem inanın abartmamış olurum. Benim gibi çekingen, sıkılgan biri için Muhsin Ertuğrul’la karşılaşmak ne demek? Açık kapının dibinde kısa boylu, esmer, uçuk suratlı bir adam bitti. Bir iki saniye bakıştıktan sonra:

-Kimi arıyorsun?, dedi. Muhsin Bey’in odacısıymış.

-Muhsin Bey’i beyi görmek istiyorum, istersen bu mektubu da gösterebilirsin, dedim ve gitti.

Bir ayak sesi duyup döndüm. Beyaz gömleğinin kolları sıvalı, beyaz benekli bordo papyon kravatlı, bej pantolonlu Muhsin Ertuğrul, elleri belinde, ağzında purosu, bana bakıyordu. Ben olduğum yerde donup kalmıştım. Purosunu sol eline aldı, yanıma geldi, sağ elini uzatıp, “Merhaba oğlum, hoş geldin” dedi.

Muhsin Ertuğrul’un kabul etmesiyle İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Çocuk Bölümü’nde sanat hayatına başlayan ve daha sonra dram ve komedi bölümlerine geçen Ofluoğlu, 1946 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları büyük oyunlarına geçti. Bu arada Hayvan Borsası’ndaki memuriyetine de devam etmektedir. Derken ilk rolünü alır. Julius Ceasar oyununda cansız heykel olacaktır. O anları Ofluoğlu şöyle anlatır:

Sahne amiri Necdet Mahfi Ayral, pür telaş dolanıyor aramızda: “Heykeller, heykeller yetişmedi.” Figüranlar da birbirine bakınıyor boş boş! Mahfi Bey üstadımız baklayı çıkarıyor ağzından, elleri belinde, tek tek hepimizi süzerek: “Heykel olmak isteyen var mı aranızda?” Kısa bir sessizlik oluyor, hemen atılıyorum: “Ben varım!

Esprili, eğlenceli hatıraları olan bu ilk rolün ardından, Cahide Uçuk’un Gök Korsan adlı eserinde sözlü bir rol alır. Çalışkan, azimli ve tutkuludur. Sözlü rollerdeki başarısı herkesi şaşırtır. Hızla yükselir. Başarılı oyunlar da peşi sıra gelir. Buradan kazandığı maaş sayesinde, iyice bunaldığı Hayvan Borsası’ndan istifa etme şansı yakalar.

O yılların sanat çevrelerinde de tanınan, sevilen bir isme dönüşür. Esprili, eğlenceli, entelektüel bir adamdır. Üstelik genç yaşta girdiği tiyatroda hayli yol almıştır. Eğlenceye de zaman ayırmayı bilir. İletişim araçlarının kısıtlı olduğu o dönemlerde iş bağlantıları için akşam gezileri önemlidir. Lambo ve La Bohéme’li Beyoğlu gecelerinde Adalet Cimcoz’dan Sait Faik’e, Cahit Irgat’tan Mina Urgan’a kadar sanat ve bilim dünyasının birçok nitelikli ismiyle buluşur, aynı masada yan yana kadeh kaldırırlar.

Aynı dönemde 1946 yılında yayına başlayan ve kısa bir süre içinde büyük tirajlara ulaşan Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz’ın çıkarttığı Marko Paşa dergisine yolu düşer, yazarları arasına katılır. Sonraları Sabahattin Ali’den boşalan Marko Paşa’nın sorumlu yazı işleri müdürlüğünü de üstlenir (17 Mart 1947). Mim Uykusuz, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin gibi usta isimlerle geçen mesailer birbirini izler. Hatta bu dönemde, tek sefercik izleyiciyle buluşsa bile Aziz Nesin’le birlikte bir sahne gösterisine de imza atar. 1948’de ise mizah dergisi Alibaba ve Kırkharamiler’in sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yürütür. Bir yandan da film seslendirme işlerine yönelir. Yerli film piyasasının pek de üretken olmadığı o günlerde, yabancı filmlerin seslendirilmesi hayli önemli bir iştir.

1943 yılında Dertli Pınar isimli filmle sinema oyunculuğuna başlayan Ofluoğlu; Vatan İçin, Kaldırım Çiçeği , Biri ve Diğerleri  gibi filmlerin de içinde olduğu otuza yakın filmde ve  Kurtuluş ve Süper Baba gibi ünlü televizyon dizilerinde rol alır.

Bir süre sonra yakın arkadaşı Orhan Veli’nin Avni Dilligil’e yazdığı bir tavsiye mektubuyla İzmir’e giden Ofluoğlu, İzmir Şehir Tiyatrosu’na katılır (1948).  Burada oldukça güzel rollerde, iyi oyunlarda bulunur. Kendini hayli geliştirmiştir. İzmir’de yapabileceği her şeyi yaptığını düşündükten sonra İstanbul’a geri döner ve seslendirme işlerine başlar. Ardından İstanbul Radyosu tiyatrolarında çalışmalarını sürdürür. Orhan Veli’nin ölümüyle çok sarsılır, yıkılır, hatta acı haberi veren Feridun Çölgeçen’in yakasına yapışır, inanamaz.

1951 yılında da Muhsin Ertuğrul’un kurduğu Küçük Sahne’nin ilk kadrosuna katılır. Yapı Kredi Bankası’nın desteklediği tiyatro, genç ve yetenekli bir ekibe sahiptir. Küçük Sahne kısa süre içinde bir kültür merkezi haline gelir. Nevin Akkaya, Sadri Alışık, Çolpan İlhan, Heyecan Başaran, Şükran Güngör, Agâh Hün, Cahit Irgat, Asuman Korad, Kâmran Yüce, Mücap Ofluoğlu, Lale Oraloğlu, Münir Özkul, Haldun Dormen, Altan Karındaş ve Hayri Esen’i Küçük Tiyatro’daki harika oyunlarda izler seyirci.

1954 yılında Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde Küçük Sahne’de Hamlet oyununda Polonius rolünü oynar. Oğlu Leortes rolünde karşısında Haldun Dormen vardır. O günlerde Mücap’ı burada izleyen Haldun Taner de onu en çok Hamlet’te, Polonius olarak sevdiğini, unutulmaz kompozisyonunun bu olduğunu söyleyecektir. Haldun Dormen de, Ofluoğlu’nun eşine az rastlanır bir tiyatrocu olduğunu söyler. Ona göre Ofluoğlu, Fransızların montre sacre dedikleri boyutta bir aktördür. Her şeyi, tüm yaşantısı tiyatrodur. Ofluoğlu’nu bugün dahi unutulmaz kılan da işte bu tutkudur.

Refik Erduran, Mücap Ofluoğlu’nu şöyle anlatır: “Önce taş sonra kahkaha atar. Ama taşlardan biri size gelirse acımadığını görürsünüz. Kızamazsınız, kırılamazsınız. Çünkü atanın içinde zerrece gerçek hınzırlık bulunmadığını, ömründe kimsenin kötülüğünü istemiş olamayacağını sezersiniz. Ve bakarsınız en çok da kendine gülmekte.” Erduran’ın anlattığı gibi muzip bir adamdır Ofluoğlu. Bu sayede de herkes tarafından sevilen biri olmuştur.

Ofluoğlu Küçük Sahne’de altı harika yıl geçirir. Dönemin en önemli oyuncularıyla oyunlar oynar. Kendini sürekli geliştirir, yeniler. Ancak bu güzel rüya; kurucuları ve yönetmenleri olan Muhsin Ertuğrul’un 1956 yılında yeniden Devlet Tiyatroları’na dönmesiyle sona erer. Kısa süre sonra hamileri Yapı Kredi Bankası maddi desteği keser ve Küçük Sahne 1957’de tamamen kapanır.

Küçük Sahne’nin dağılmasıyla mimar İrfan Ertem ve Suzan Ustan ile Beyoğlu’nda Emgen gözlükçüsünün üstünde yer alan İstanbul Oda Tiyatrosu’nu kuran Ofluoğlu; tiyatronun sanat yönetmenliğini üstlenir. Barillet-Grady ikilisinin yazdığı iki kişilik Kaktüs Çiçeği oyununu sahneler. Bu oyun öyle beğenilir ki, Ofluoğlu’nun birlikte anılacağı işlerden biri olur. Oda Tiyatrosu’nda iki yıl boyunca oyuncu ve yönetmen olarak kalır. 1960 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başına tekrar geçen Muhsin Ertuğrul’un çağrısı ile yeniden hocasının yanına döner ve  bu kurumda altı yıl boyunca görev yapar.

II. Abdülhamit devri sadrazamlarından Cevat Paşa’nın yeğeni, Kabaağaçlızade Mehmet Şakir Paşa’nın kızı ve Halikarnas Balıkçısı’nın kızkardeşi olan Fahrelnisa Zeid ve İzzet Melih Devrim’in kızı tiyatrocu Şirin Devrim’le tanışıp evlenir. Ancak birliktelik kısa sürer. 1962’de ise çevirmen Filiz Karabey ile evlenir ve birlikte dünyayı gezip, Amerika’da ve Avrupa’da sayısız oyun izlerler. Bu deneyimler, onun tiyatroya farklı açılardan bakmasını sağlar.

Yıl 1975 Bomonti Pera’da Filiz Ofluoğlu, Bedia Muvahhit, Mücap Ofluoğlu

Oyunculuğunun yanı sıra 1940’lı yıllarda İpek Film Stüdyosu’ndan başlayarak film seslendirmeleri yapan Ofluoğlu, usta bir dublaj sanatçısıydı. 1963’de Türk sinemasının en dikkat çekici karakterlerinden birini seslendirir : Öztürk Serengil’in meşhur Adanalı Tayfur’unu. Seslendirmesi öyle beğenilir ki, başka birinin Öztürk Serengil’i seslendirmesi seyirci tarafından hoş karşılanmaz. “Temem, bilakis, yeşee, şepkem, bebe, bittabi, patrön, bebe, öpaj, kelaj” gibi unutulmaz replikler Ofluoğlu’nun telaffuzudur. Kimileri halkın diline pelesenk olan bu kelimelerin Türkçeyi bozduğunu düşünür. Ama İsmet İnönü’nün ağzından bile “yeşee” lafı çıkmıştır bir kere! Hemen herkes bu kelimeleri kullanmaya başlar. Sinema seyircisinin ilk defa karşılaştığı bu ifadeler, yeni bir mizah anlayışı da doğurur.

Haşırt Dı Bilekbord kitabında Mücap Ofluoğlu’nu da anan Zafer Algöz de o dönemi şu sözlerle anıyor: “Üstadımız Mücap Ofluoğlu da iyi dublajcıydı. Öztürk Abi’nin tipine bakıyor; enteresan, zargana gibi bir adam; kel kafa, tuhaf bir bıyık modeli, kaşı gözü oynuyor. Ona uygun olsun diye sesini deforme ediyor, eğiyor, büküyor. Ortaya Temem… Yeşşee… Öpaj… Kelaj… diyen bir adam çıkıyor.”

“Mücaip, tiyatroda da provalar sırasında çay getiren çaycıya yeşee dermiş. Günlük hayatında zaten kullandığı lafları bu sefer Öztürk Serengil seslendirmelerinde kullanmaya başladı. O dönem kötü adam rollerinde oynayan Öztürk, bir filmin son sahnesinde ölmekteydi, başrol Ayhan Işık geldi ve Öztürk’e bakarak bir şeyler söyledi. O arada Öztürk’ün lafı yoktu sadece ağzını açıp kapattı ve öldü. Seslendirmedeyse Mücaip oraya bir yeşee ekledi ve o yeşee lafı bir anda insanların ağzında söylenir oldu, etrafa yayıldı, literatüre girdi (gülerek) o döneme kadar kötü adam rollerindeki Öztürk birden komediye geçiş yaptı; Adanalı Tayfur tiplemesi doğdu. Neredeyse Öztürk’ün kariyerinde komediye kayan o tavrı Mücaip oluşturdu. Sonra Öztürk de bu tavrı benimseyip bunların üzerine eklemeler yaptı ve o yüz hareketlerini oluşturdu. Filmlerin bazı yerlerinde yüz hareketlerini yaparken sadece ağzını açıp kapatırdı. Onları Mücaip konuşurdu. O aralar devamı geldi işte temem, şepke falan. Sonraları Öztürk de Adanalı Tayfur tiplemesinin insanlarda yarattığı etkiyi görmüş olacak ki, o da kelimeler türetti kelaj, mangıraj da o sıralar ortaya çıktı.” -Aram Gülyüz-

Serengil’e yıllarca Ofluoğlu ses verir. “Abidik Gubidik Twist” ile zirve yapan sürecin sonunda iki arkadaşın arası bozulur ve dublaj dönemi biter. Ofluoğlu ayrıca Kapıcılar Kralı’ndaki Bilge Zobu ve Güler misin, ağlar mısın?’daki Turgut Boralı’nın, Süleyman Turan ve Cevat Kurtuluş’un da sesidir.

1966’da İstanbul Belediye Meclisi’nin kararıyla İstanbul Şehir Tiyatroları’nın baş rejisörlük kadrosu kaldırılınca Muhsin Ertuğrul açıkta kalır. Gazeteler bunu “Muhsin Ertuğrul olayı” olarak anar. Ofluoğlu da bu gelişme üzerine Şehir Tiyatroları’ndan istifa eder. Küçük Sahne’de kendi adına bir topluluk kurup, yönetir. Diğer özel tiyatrolarla ilgilenir.

Tijen Par, Mücap Ofluoğlu, Engin Gürmen

1970-1971 yılları arasında; Şehir Tiyatroları’nın yaz programında, Sami Ayanoglu yönetiminde oynadığı Cyrano de Bergerac rolüyle zirveye çıkar. Rumelihisarı Açıkhava’da gerçekleşen bu oyundaki başarısı yıllarca konuşulur. Adeta bu karakter onunla birleşir. 1974’de dönemin yetkililerinin araya girmesiyle Ertuğrul yeniden Şehir Tiyatroları’nın başına getirilir. Ofluoğlu da,; Ayla Algan, Şirin Devrim, Tunç Yalman’la birlikte hocasının yanına döner.  Semt tiyatrosu, öğle tiyatrosu, gezici tiyatro gibi çeşitli uygulamalarla yeni bir tiyatro seferberliği başlatırlar. Bir yandan da özel tiyatrolara destek verirler.

On sene sonra ikinci kez Cimri’de Harpagon’u oynar, Tartuffe’ü, Sahte Sofu adı ile sahneye koyar ve oynar. Muhsin Ertugrul’un sahneye koydugu dört Hamlet temsilinde hep Polonius’u oynar. Son olarak daha önce hep Meraki adaptasyonu oynanmış olan Hypocondriugue’ını Hastalık Hastası adıyla Türkiye’de ilk kez sahneye koyar. Bu arada iç çekişmelerden yorulan Muhsin Ertuğrul, birkaç sene sonra görevden ayrılır. 1979’da da vefat eder. Bu kayıp Ofluoğlu’nu derinden etkiler.

“Bugün belirli bir aşama yapmış ve başarıya ulaşmışsam bunu değerli hocam Muhsin Ertuğrul ile Behzat Butak, Mahmut Moralı, Bedia Muvahhit ve Vasfi Rıza Zobu gibi büyük sanatkarlarla çalışmama borçluyum.” -Tülay İşbil röportajı-

1979 yılında Moliere’in Hastalık Hastası adlı oyununu sahneleyerek, bu oyunu Türkiye’de ilk kez sahneye koyan kişi olarak Türk tiyatro tarihine geçer. 1979’da bir süre Yönetim Kurulu Üyeliği yaptıktan kısa bir süre sonra Şehir Tiyatroları’ndan emekli olur. Oynadığı roller arasında unutamadıkları; Kral Lear’da Kent dükü, Kuru Gürültü’de Bendik, Fizikçiler’de Mobius, Pazartesi Perşembe’de Kırtasüddin Efendi, Çetin Altan’ın Yedinci Köpek’deki,  Refik Erduran’ın Aman Avcı  piyesindeki ve Ömür Satan Hüsam Çelebi’deki rolleridir.

“Gerçeği söylemek gerekirse, her oyun aynı etkiyi yapar üzerimde. Ama şu anda üç rolümü sayabilirim hemen. Bunlar, 1955 yılında bir sezon devam eden Çayhane’deki Sakini, İstanbul Şehir Tiyatrolarında 1965’de beş ay süre ile oynadığımız Moliere’in Cimri’sindeki Harpagon ve 1971’de yine istanbul Şehir Tiyatroları’nın yaz dönemi oyunlarından Cyrano de Bergerac’daki  Cyrano en unutamadığım rollerdir.” -Tülay İşbir ropörtajından-

1981 yılında Küçük Sahne’de Eski Moda Komedya oyununu yönetip oynar. 1983’de Hisar Eğitim Vakfı adına Tiyatroda 40. Yıl Jübilesi’ni yapar.  Toplanan gelirle, İstanbul Devlet Konservatuvarı tiyatro bölümü öğrencilerine burs vermeye başlar. Jübilesini yapsa da tiyatrodan uzak kalmaz. 80’lerin sonları ve 90’larda Şehir Tiyatroları’nda ve özel tiyatrolarda dönem dönem yönetici olarak bulunur.

İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yapılan yönetim ve tüzük değişikliklerini protesto amacıyla tiyatro sanatçılarının 10 Mayıs 2012’de Muhsin Ertuğrul Sahnesi önünde yaptıkları toplantıda yer alan ve “tiyatroya sahip çıkın çocuklar” diyerek gözyaşlarına hakim olamayan usta tiyatrocu, dinleyenlere duygusal anlar yaşatmış ve bir tiyatro emekçisi olarak tiyatro sanatçılarının ve sanatseverlerin kalbinde yer etmiştir

“Ne güzel, ne ağlamaklı, ne mutlu günler yaşadık burada. Muhsin Bey de vardı. Nur içinde yatsın. Muhsin Ertuğrul ve nicesini tanıdım, hayatlarını yazdım. Bunları yazdığım için mutluyum. Siz de bu mutluluğa sahip çıkın. Bırakmayın bu tiyatroyu. Bu tiyatroya verilen emeğe yazıktır. Ben buraya gözyaşı dökmeye gelmedim, sizi alkışlamaya geldim…”

EDEBİ YÖNÜ

Yaşar Kemal’e göre Sait Faik’in hikayeleri ne kadar şiirse, Mücap’ın oyunu da o kadar şiir. Hatta şöyle diyor Kemal onun için : “Seni koca Sait’ten hiç mi hiç ayrı düşünemedim, bu nedir, nedendir dersen, ben bunun gizini buldum bile. Biliyor musun, sen de kaç yıldır kimbilir, sahnede oyunculuğun şiirini yazdın. Doğru değil mi? Bak Sait olsaydı sana da bana da basardı kalayı. Oyunculuk da bir şiirdir, hem de çiçeği burnunda olmayan, kadim devirlerden kalma bir şiir, ulan bunu da mı tartışıyorsunuz? Ve Mücap çiçeği burnunda bir adamdır her zaman.”

Tiyatro ve sinemanın yanı sıra edebiyat alanında da emek veren Ofluoğlu’nun, 1945’ten başlayarak Yeditepe, Seçilmiş Hikâyeler, Kaynak, Yeni Ufuklar ve Varlık dergilerinde şiir ve öyküleri yayımlanır. İlk öyküsü 1943’te Nedim Radi imzasıyla Vakit gazetesinde yayımlanan Ofluoğlu’nun  Kazan başlıklı ilk şiiri ise 1949’da Kaynak dergisinde çıkarr. Şiirde lirizmi önemseyen Ofluoğlu, kendisini 1940 kuşağına yakın hissettiğini belirtmiştir. İlk şiirlerini Garip akımının etkili olduğu yıllarda yazan Ofluoğlu, İkinci Dünya Savaşı’ndan etkilenen insanlara şiirleriyle umut taşımıştır.

RENKLİ

Gül gibi doğmalısın
Rengin ne olursa olsun
Siyah, beyaz, sarı…
Bir kalbin olmalı
Bir beynin
Kalbin durmadan sevmeli
Bıkmadan düşünmeli beynin
İnsan doğmuşsun, insan ölmelisin
Rengin ne olursa olsun
Siyah, beyaz, sarı…

1945’ten itibaren çeşitli dergilerde yayımlanan şiirlerini 1982’de Fotoğraftaki Çocuk adlı kitabında bir araya getirmiştir. Kitapta yer alan şiirlerin birçoğunu “Halikarnas Balıkçısı, Bedrettin Cömert, Cahit Irgat, Yaşar Nabi, Nevin Seval ve Ülkü Tamer” gibi isimlere ithaf etti. Şiir, anı, söyleşi türlerinde dokuz kitabı yayımlandı. 1946 yılında haftalık siyasi mizah gazetesi Marko Paşa’da önce yazar sonra sahibi ve yazı işleri müdürü olarak görev aldı. 1948 yılında 1948’de ise mizah dergisi Alibaba ve Kırkharamiler’in sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yürüttü.

Türk tiyatrosunun bir dönem tanıklıklarını da içeren anılarını Bir Avuç Alkış (1985) ve Aynada (1991) adlı kitaplarında toplayan Ofluoğlu, Bir Avuç Alkış’da sanat yaşamını, sanatçı dostlarını, bu çevrenin insanlarını ve bir dönemin sanat dünyasında yaşananlarını anlattı. Ağlamakla Gülmek Arasında (1993) başlığını taşıyan anı kitabında, anılarıyla birlikte şair dostlarını, tiyatrocu arkadaşlarının özelliklerini, 1995’de yayımladığı Dünya Bir Sahnedir’de ise tiyatronun dünyamızda ve ülkemizde geçirdiği gelişim aşamalarını anlatan, tiyatronun güncel sorunlarına ve oynadığı oyunlar hakkında gazetelerde çıkan tiyatro eleştirilerine de yer veren  Ofluoğlu,  yalın ve içten bir dil kullanmıştır.

Her yıl verilen Afife Jale Ödülleri kapsamında Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü Yaşamı Boyunca Tiyatro Dalında Başarılı Çizgisini Sürdürmüş Tiyatro Sanatçısı olarak 2006 yılında Mücap Ofluoğlu’na verildi. 2007-2008 sezonu Uluslararası TEB “Tiyatro Eleştirmenleri Birliği” Yılın Onur Ödülü’ne layık görüldü. 2011 yılında Artshop Yayınları tarafından basılan Fotoğraftaki Çocuk adlı kitabında 1945’ten bu yana çeşitli yerlerde yayımlanmış şiirlerinin bir bölümü yer aldı.

TYS, Tiyatro Oyuncuları Derneği, İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği, İstanbul Filarmoni Derneği ve Fenerbahçe Spor Kulübü (divan) üyelikleri de yapan usta oyuncu;  89 yaşında, 11 Aralık 2012’de İstanbul’da böbrek yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti. 12 Aralık 2012 tarihinde Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde düzenlenen anma töreninde bir avuç insan son görevlerini yapmak üzere bir araya geldi. Ne yazık ki kalabalıklara alışık olan tiyatro bu defa boştu. Tuncel Kurtiz, Ayla Algan, Tijen Par, Tarık Akan, Levent Üzümcü, Işık Yenersu, Bülent Kayabaş, Ayten Uncuoğlu, Umur Bugay ve sevenlerinin katıldığı törende, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanı Abdurrahman Şen, salondaki boş koltukların çoğunlukta olmasına üzülerek, “Burada daha çok kalabalık beklerdim. Zannediyorum, Ofluoğlu’nun son yıllarda televizyon dünyasında yer almaması, katılımın az olmasına neden oldu. Ancak ustalar değerlerinden bir şey yitirmiyor. Kültür dünyamızda, ’Alimin kaybı alemin kaybı gibidir’ şeklinde bir söz vardır. Mücap usta, bir alimdi. Tiyatromuzun başı sağolsun” şeklinde konuştu. Törenin ardından Üsküdar Karacaahmet Şakirin Camii’nde öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda defnedildi.

Dünyalar güzeli bir insan, aktör, hoca, benim arkadaşım, dostum, ağabeyim, yeri hiç doldurulmayacak. Hiç unutmayacağım bu yıl şehir tiyatrolarının önünde gözyaşlarıyla ‘ Biz tiyatroculara sahip çıkın ‘ diye ağlamasını. Onu hiç unutamayacağım. Keşke onu hiç ağlamadan gönderebilseydik. Çok özleyeceğim onu” – Ayten Uncuoğlu- 

Türk tiyatrosunun önde gelen değerli, şair ruhlu bir aktörüydü. İlk özel tiyatromu Mücap Bey’le yaptım, 1970’li yıllarda, Küçük Sahne’de sahneye çıktım. Her zaman ona ‘hocam’ dedim, birbirimizi hep sevgiyle saygıyla kucakladık. Türk tiyatrosu büyük bir aktörünü kaybetti. Bu anlamda da, acım büyüktür, ışıklar içinde yatsın.” -Rutkay Aziz-

Onlarca oyun, sinema filmi, yazı, şiiri imza atan Ofluoğlu, 1950’lerden bugünlere Lambo, Kulis, Park Otel, Divan Bar ve Çiçek Bar’da İstanbul gecelerinin ve Bodrum’un sevilen ve sayılan ismi ve koyu bir Fenerbahçeli olarak hafızalarda yer etmiştir.

1995’den bu yana Beyoğlu Çiçek Pasajı‘nda her cuma buluşan ve  Cuma Akademisi ya da Dem Akademisi olarak bilinen grubun üyesiydi Ofluoğlu. Akademi arkadaşları için  “tam bir İstanbul beyefendisi ve çok iyi bir insan”dır Ofluoğlu. “Kendini tiyatroya feda etmiş bir insandır. Muhsin Ertuğrul’un ricası üzerine Fransa’dan dönmüş, dünya çapında bir yıldız olacakken, Türkiye çapında bir yıldız olmayı tercih etmiştir.

2010 yılında kaybettiği eşi Filiz Ofluoğlu’ndan sonra büyük bir çöküntü yaşadığını ve Ofluoğlu’nun son dönemde sık sık “Sıra kimde?” diye sorarak bir anlamda masadan ebedi yolculuğa çıkacak ilk kişinin kendisi olacağını hissettiğini söyleyen, Ofluoğlu’nun vefatından sonraki ilk cuma buluşmasında, geleneksel buluşma noktaları olan Seviç Restaurant’ta bir araya gelerek Ofluoğlu’nun yad eden akademi arkadaşlarından, akademinin Ofluoğlu’nun ardından en yaşlı üyesi olan, ünlü mimar ve gazeteci Aydın Boysan, Ofluoğlu’nu “toprağı” olarak tanımlayarak  “En doğrusu, aramızdan ayrılanları neşe ile anmaktır. Giden de kendisinin böyle anılmasını ister” demiş ve eklemiş. “Mücap, Ofludur. Ben de Fındıklılıyım, eski adıyla Viçeliyim. Bana hep ‘Gençliğinin kıymetini bil’ diye takılırdı. Sık sık hangimizin daha yaşlı olduğu konusunda atışırdık. Öbür dünyada da zıtlaşmaya devam edeceğiz”.

Şehir Tiyatroları tarihinin neredeyse tamamında yer alan, kendisi de tiyatroda tarih olan Mücap Ofluoğlu, tiyatroyu savunmak için 89 yaşında, ölümünden 7 ay önce yürümekte zorlandığı halde tiyatrosunun, arkadaşlarının yanında oldu, kendisinden sonraki nesiller için, tiyatrocular için yürüdü, sanatçı duruşunu gösterdi. “Bu tiyatro bizim hayatımızdır! Buraya hayat verildi hayat! Bu hayatı öldürmeyin olur mu? Hayatı öldürmeyin yazıktır” dedi. Tiyatroyu öldürmeyin demedi, hayatı öldürmeyin dedi. Çünkü biliyordu ki tiyatro hayattır.

Bu değerli kültür ve sanat insanımızı, sevgili Mücap Ofluoğlu’nu vefatının 8. Yılında sevgi, saygı, özlem ve rahmetle anıyorum/z.

– AYŞEN CUMHUR ÖZKAYA –

Ödülleri :
2006                10. Afife Tiyatro Ödülleri – Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü

2007-2008      Uluslararası TEB “Tiyatro Eleştirmenleri Birliği” Onur Ödülü

Filmleri :
1943                Dertli Pınar
1951                Vatan İçin
1952                Yıldırım Beyazıt Ve Timurlenk
1952                İki Kafadar Deliler Pansiyonunda
1952                Kızıltuğ
1952                Edi İle Büdü Tiyatrocu
1953                Kaldırım Çiçeği
1953                Kırk Gün Kırk Gece
1953                Kanlı Para
1954                Son Baskın
1958                Günahkarlar Cenneti
1961                Şahane Kadın
1987                Biri Ve Diğerleri
1988                Bir Tren Yolculuğu
1992                Hadi Gel Bar
1993                Süper Baba 1994 Kurtuluş 1996 Kurtuluş


Oynadığı Ve Yönettiği Bazı Oyunlar:

1946 Jül Sezar

1954 Hamlet

1970 Cyrano de Bergerac

1974 Ömür Satan Hüsam Çelebi

1975 Cimri

1975 Pazartesi Perşembe

1976 Tartuffe

1977 Aman Avcı

1979 Hastalık Hastası

1981 Eski Moda

——- Çayhane

——- Fizikçiler

——- Kaktüs Çiçeği

——- Kral Lear

——- Kuru Gürültü

Yazdığı Kitapları:

1982                Fotoğraftaki Çocuk   (Şiir)

1983                Mücap Ofluoğlu 40. Sanat Yılı

1985                Bir Avuç Alkış (Anı)

1991                Aynadaki Anılar-2  (Anı, Mektup) – Çağdaş Yayınları

1993                Ağlamakla Gülmek Arasında

1995                Dünya Bir Sahnedir – Mitos Boyut Yayınları

1996                Bir Avuç Alkış  (Anı) – Mitos Boyut Yayınları

2003                Suya Yazı Yazanlar

2006                Aynada Tiyatro Anıları – Mitos Boyut Yayınları

2008                Silinmiş Alkışlar İçinde – Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

2011                Fotoğrafki Çoçuk (Şiir) – Artshop Yayınları

NOT :

Marko Paşa Dergisi

1946 yılında çıkmaya başlayan ve kısa bir süre içinde büyük tirajlara ulaşan Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz’ın çıkarttığı,  Mustafa Mim Uykusuz’un çizerliğini yaptığı Marko Paşa dergisi, toplumcu ve gerçekçi siyasi bir mizahıyla hem güldüren hem de düşündüren bir mizah dergisi özelliğine sahiptir. Marko Paşa dergisi bir çok kez kapatılmış, yazarlarına birçok kez dava açılmış ve hatta yazarları tutuklatılmış bir dergidir. Bundan dolayı, “Toplatıldığı zamanlarda çıkar” ve “Yazarların hapiste olmadığı zamanlarda çıkar” sözleriyle oldukça ün kazanmıştır. O dönemlerde adeta ana muhalefet gibi etki gösteren derginin yazarlarına karşı birçok dava açılmış, kimi sayılar toplatılmış ve hatta dergi ismindeki Paşa kelimesinden dolayı zamanın Milli Şef’i İsmet Paşa ile alay ediyor diye kapatılmıştır. Kimi zaman yazarlar dergiyi elden dağıtmaya çalışmışlar, buna karşın çok sayıda satmayı başarabilmişlerdir ki derginin tirajı 60-70 binlere dek ulaşmıştır. O dönemlerde en çok satan gazetelerin tirajları bile 50 bini geçmemekteydi.

Anlat Derdini Marko Paşa’ya.

Osmanlı döneminde oldukça iyi bir hekim varmış. Rum asıllı olan bu hekimin adı, Marko Paşa’ymış. Her derde deva bulan bu hekim, fazla Türkçe bilmezmiş. Oldukça fazla hastası olan hekim, gelen hastaları anlamakla zorluk çeker; hastalar da kendini anlatamadıklarını düşünürler. Derdini Marko Paşaya anlatmak hayli zordur, onun da bizi anlaması bir o kadar güçtür. Derginin adı da bu yüzden Marko Paşa olmuştur.

Meraki

Ahmet Vefik Paşa’nın;  Molière’in Hastalık Hastası oyunundan uyarladığı oyunudur.

KAYNAK :

https://www.Sinematürk.com

https://www.Tiyatrolar.com.tr

Hikmet Altınkaynak – Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler Sözlüğü

Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü – http://teis.yesevi.edu.tr/

Merve Akbaş – https://www.kulistiyatro.com/

Aslı Bora – https://www.kitaptansanattan.com/